29 Kasım 2017 Çarşamba

AŞK DAĞDAN İNMEZ (24)





-3-

Satışta çalışmayı istemedim, üretim de çok tekdüzeydi. Marketingde çalışacaktım, planlama, fiyatlama falan… Şimdiye dek şirketin gelişimi için önerdiklerimin çoğunu reddetmelerine rağmen bu teklif onlardan geldi. Ben de kabul etmek durumunda kaldım, çünkü istediğim bir yer bulamadım. Aslında şirketlerin fazla totaliter olduğunu ve yalnızca kârla ilgilendiklerini  düşünmeye –patronlar açısından bakınca haklılar, çünkü işin raconu bu- ve burası bana göre değil, demeye başlamıştım…
Takıldığım bir yer de şuydu, Şirket’te bir sürü önde gelen üniversiteleri bitirmiş genç vardı, onlar nasıl oluyor rahatsız görünmüyordu? Birkaçıyla yemekte konuşmaya çalıştım, Şeyda gibi sorumu bile anlamadılar. İaşe meselesi öne çıkıyordu tabii ki, benim için de öyle, aksi halde hemen ayrılırdım. Ama onlar bir şekilde durumu daha kolay sindirmiş görünüyorlardı. Ellerindeki projelerin kârlı olabilmesi için yaptıkları etik, hukuki, ahlaki, teknik cambazlıkları dinlerken bunları düşünürdüm.
Başımdan geçen bir olayda benim de onlardan farksız olduğum ortaya çıktı. Şirket’te sekiz yılı devirmiştim, artık oldukça deneyimli sayılırdım, Uzun zamandır üzerinde çalıştığım büyük bir ihale proje vardı. Çeşitli mühendislik dallarının iç içe geçtiği, artık benim adımla özdeşleşmiş, çocuğum gibi hissettiğim bir iş… Her bölüme uzun uzun anlatmıştım, hepsinin az çok rolü vardı… Yurt dışından alınması gerekli özel birimler için aylardır bir firmayla görüşüyorduk. İhalenin son ayında adamları çağırdık, geldiler, son teknik dökümanları bize verecekler, biz de kesin fiyatımızı belirleyeceğiz…
Tuhaf bir çalım geldi adamlardan. “Kusura bakmayın, biz daha önce konuştuğumuz fiyatlarımızı artırmak zorunda kaldık… Nedenlerimiz şunlar… -ister ye, ister yeme-, anlaşamazsak işi sürdüremeyiz…”
Buyurun buradan yakın diyorlar argoda…  Aynen öyle bir durum… Patronlara durumu bildirdim. Toplantılar, tartışmalar bir şey çıkmıyor… Başka bir şirket bulup anlaşmaya vakit kalmamış. Onca zamandır harcadığım tüm çabalar uçup gidecek, ihaleye bile katılamayacağız… Canım burnumda gözüm bir şey görmüyor… 
Bizim patron başkanlarını aradı ve işi oradan bağlamaya çalıştı. Tekrar aralarında görüşüp makul bir öneriyle döneceklerine dair söz aldığını söyledi; ancak bunlara güvenmenin hata olacağını, bizim işimizi sağlam kazığa bağlamamız gerektiğini de eklemeyi unutmadı. Ne yazık ki bunu nasıl yapacağımız konusunda küçücük bir ipucu bile göstermedi. Fırtınayı gösteriyor, başının çaresine bak yoksa ölürsün diyordu…
Eksik olma, pek makbule geçti…
Biraz rahatladıysak da ben bu uyanık firmayla işin yürüyeceğine inanmıyordum. Kuzuların sessizliği içindeydik, gözüme uyku girmiyordu. Birlikte çalıştığımız arkadaşımı çağırdım.
“Sen öğle yemeğine çıkar ekibi, yalnız iki saatten önce gelme; götürebileceğin en uzak lokantaya gidin… Lokantadan çıkmadan önce de beni mutlaka ara ve bildir…”
“Niye ki abi?”
“Sonra konuşuruz, sen dediğimi yap!”
Çıkmalarının ardından aradım.
“Neredesiniz?”
“Otobana çıktık, on beş yirmi dakika sonra lokantada oluruz…”
Sekreterimiz Şükran Hanım yeni işe başlamış, hoş bir kızdı, ona söylemiş, fotokopi odasını boşaltmıştım. Bütün işleri bırakmış bizi bekliyordu. Adamların çantaları ve bavulları bizim ofisteydi. Bütün teknik dosyaları çıkarttım, kopya edilmesi için götürdüm fotokopiye. Dosyalar elimdeydi, kopyalanan her dökümanı dikkatlice eski yerine koyuyordum. Şükran Hanım da yenilerini bizim için düzenlice başka bir klasöre dosyalıyordu. İki saate yakın çalıştık, gelenleri geri çeviriyor, kısa küçük cümlelerle konuşuyorduk; banka soyguncularının kasanın şifresini çözmeye çalışan arkadaşlarını beklerkenki gergin tedirginlik vardı üzerimizde. Şükran Hanım’a söz vermiştim biz de akşam gidecektik yemeğe.
İşimiz bitince dosyaları geri taşıdık yerlerine yerleştirdik; rahat bir nefes almıştık. Şükran’la aramızda adı konmamış bir yakınlaşma yaratmıştı bu hırsızlık. Artık ortak bir sırrımız vardı; ortak suç, kabahat aynı düşmana karşı savaşanların yakınlaşmasını sağlıyor olmalıydı. Ona karşı daha sıcak ve dostane duygular hissetmeye başlamıştım.
Bu arada telefon geldi. Lokantadan çıkıyorlardı.
Aynı akşam yabancılar ülkelerine döndü, yemekten mutlu olmuşlardı. Ben bizim ekibi yemeğe çıkardım, söz verdiğim gibi. Farklı bölümlerden iki mühendis, sekreterimiz Şükran ve ben gerçekten şık ve havalı bir İtalyan lokantasına gittik. Görevimizi tam anlamıyla yerine getirdiğimize inanıyordum. Yabancılar son anda kaypaklık ederek etik davranmamıştı, ben de onların cezasını vermiştim! Şimdi –umuyordum ki- onlarsız da teklif verebilecek durumdaydık… Biraz teknik yardıma gereksinim duyabilirdik; onu da zamanı geldiğinde düşünecektik…
Yemek keyifli geçti. Tüm ekibin morali, kendine güveni, enerjisi yerine gelmişti; uçurumun kenarından dönmüştük, tüm emeklerimiz heba olabilirdi, kara talihimizi küçük bir manevrayla çevirmiştik… Yemeğin sonunda ertesi sabah saat on birde buluşup yeni bilgileri incelemek üzere ayrıldık…
Şükran’ı evine ben bırakacaktım, evi yolumun üzerindeydi; diğer arkadaşlara iyi geceler dileyip ayrıldık.  Şarabın etkisiyle olacak bana bir rehavet çökmüştü. Direksiyonda kafama hiç düşünmediğim tuhaf düşünceler akın ediyordu. Yaptığımız düpedüz hırsızlıktı. Ve biz soygun akşamı banka soyguncularının filmlerde yaptığı gibi kutluyorduk… Arabayı biraz ilerdeki park alanına sokup stop ettim.  Şükran’a bakarak konuşuyor aslında onu görmüyordum.
“Şükran, saçmaladık biz, benim şimdi aklım başıma geliyor, başarabilme heyecanıyla gözlerim kararmış olmalı, adamların alçakça manevrasına öylesine canım sıkıldı ki, sanki intikam alır gibi, ne yaptığımı bilemedim… “
“Şirket için yaptınız, Kenan Bey…”
Titriyordum ve midem bulanıyordu. Bir iki dakika dinlenmek istediğimi söyleyerek dışarı çıktım. Açık hava iyi gelmişti ancak titremem durmak bilmiyordu. Baktım Şükran da çıkmış yanıma geliyor.
“İyi değilsiniz, evim çok yakın, hemen ilerde… Kahve yaparım, dinlenirsiniz…”
Yok daha neler! Şükran’la birlikte arabaya döndük, on dakika kadar gittik, sağdaki blokları işaret etti, park yerinde hemen girişte bir yer bulduk.
“Şükran, bu iş canımı sıktı, midem de kötü, bu saatte…” Geveledim.
“Canım saati var mı? Kendinize gelin…”
Çıktık. Nisan’ın başları olacak, hava epey serindi. Birkaç dakika sonra Şükran’ın küçük salonunda koltuğa gömülüp ayaklarımı uzattım karşı sehpaya; üzerime bir battaniye istedim, gözlerimi kapadım. 
“Bu migren olmalı Şükran, bana arada bir uğrar, özellikle üşüyünce ve de stres altında canlanır. Galiba biraz soğuk da aldım…”
“Ben şimdi ıhlamur yaparım, bir de ağrı kesici tamamdır…”
On, on- beş dakika sonra gözüm açıldı, kendime gelmiştim.
“Ben artık gideyim…”
İçerden seslendi. “Geliyorum Kenan Bey!”
Bluzunu değiştirmiş, makyajını tazelemiş, dirilmiş, canlanmış ve güzelleşmişti. Açık yakasından kurtulup yayılan beyaz teninin çekimine giriverdiğimi anımsıyorum. Damarlarımdaki kan kaynamaya başlamıştı. Gelip yanıma oturdu.
“Merak etmeyin şimdi bir şeyiniz kalmaz…” derken, eğilip elini kanepeye uzattığım elimin üzerine şefkatle güvercin kanadı yumuşaklığında bıraktı. Sanki bir kor yanıyordu elimin üstünde, ancak tatlı bir sarsıntıdan başka bir şey duymuyordum; bir anda sarhoş edici bir teslim olma duygusuna kapıldım; bana doğru eğilince neredeyse tümüyle açılmış mini eteğinin altından yayılan beyazlık beynimi esir etmişti, hücrelerimin dokunmak ve içinde yitip gitmek arzusuyla yandığını hissediyordum. Kafamı kaldırınca bakışlarını yakaladım, ela gözlerinin okyanusunda kaybolmuş, her şeyimle bırakmıştım kendimi… Zamanın nasıl akacağını bilemediği bir an geçti, eğilip bıçağını karnına dayamış harakiri yapan bir Japon’un saplamadan önceki donmuş birkaç saniyesi gibi. Ardından serseri, başıboş, dalgalarla boğuşulan saatler…
Yatakta uzanmış yatıyorduk… Saate baktım neredeyse iki saattir buradayım… Bugün tam suçla, kabahatle, günahla -adına ne derseniz deyin-, sıvanma günümdü.
Huzurla yatıyordu Şükran, aldırmış görünmüyordu; kim bilebilir kafasındakileri… Niye yaptık ki şimdi bunu, diye düşündüğünü sanıyorum. Hoş kızdı, ne diyeceğimi bilemedim. Hızla bir banyo yapıp yanaklarından öptüm ve ayrıldım. Tuhaf bir yakınlık duydum Şükran’a, çevremdeki beni anlayan tek kişi diye düşündüm. Cesur ve gözü kara bir kız.
Geldiğimde Şeyda uyuyordu. Sabah dokuzda uyandım, çoktan işe gitmişti.
(Devam edecek)
∘∘∘





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder