11 Kasım 2017 Cumartesi

AŞK DAĞDAN İNMEZ (10)





Kahveyi çocuğun babası olduğunu düşündüğü ablak suratlı biri getirir, yanında suyla. Yandaki çantasına uzanıp defterini almaya eğilirken, yanında bir karartı fark eder. Uzun parmaklı kocaman bir el karşısındaki sandalyenin arkalığından tutup çeker ve otururken mırıldanır.
“Müsaade ederseniz, size katılmak…”
Cümlenin sonunu yutmuştur. Yandaki masada oturan üç gençten saçları jöleli olanıdır. Hacer’in cevabını beklemeden oturur. Göz ucuyla yakalar Hacer: Diğer ikisi, bir anlığına bile olsun, dünyaya tepeden bakmanın şişirdiği gururlarını yapıştırdıkları pişkin gülücükleriyle oyunun sonunu merakla izliyordur.
“Hoş geldin, demek istedim…” Adını söyler.
Sessizlik olur. Bir süre kımıltısız, mimiksiz kalır Hacer. Ne yapması gerektiğini çıkarmaya çalışıyordur. Ürkmediği, tedirgin olmadığı, sinirlenmediği bellidir; saf kan bir ahmak olmayan herkes hoşlanmadığını anlayabilir. Başını görünür görünmez kısa kesik hareketlerle “Peki, söyle bakalım, ne istiyorsun?” diye sallar. Arkadan kıkırdayan arkadaşlarının sesleri işitiliyordur.
“Belki bir rehbere ihtiyacınız vardır… Çevreyi tanımak…”
Sandalyesini masanın ucuna iter, Hacer’le neredeyse dirsek teması halindedirler. Masanın diğer ucuna doğru çeker vücudunu Hacer. Jöleli adam hiç bozuntuya vermez, yılışık tavırlarıyla hoş görünmeye çalışıp şakalar yapma peşindedir. Bir ara elini tutmaya çalışır, çok güzel olduğunu, akşam onunla bir yemeğe çıkarsa mutlu olacağını söyler. Hacer elini hızla çeker ve başka türlü yorumlanamayacak biçimde, hayır, der. Adamın vazgeçeceği yoktur. Bu defa saçlarına iltifatlar yağdırarak yaklaşmaya çalışır… Bunalmıştır Hacer. Sandalyesini uzaklaştırır, eşyalarını hızla çantasına atıyordur... Adam yanlış anladığını söyleyerek sırnaşmayı sürdürür. Böylelerine alışıktır Hacer, bitirici darbeyi vuracağı yeri kestirmeye çalışıyordur.
“Sadri! Belli ki istenmiyorsun…”
Demin gözüne çarpan, köpeğinin tasmasını düzelten iri yarı adam tam yanlarında,  ikisine de tepeden bakıyordur; Hacer’e sözlerini doğrulamasını isteyen gözlerle bakar. Yuvarlak kafalı, uzun boylu, geniş omuzlu, saçları önden dökülmüştür… Gücü kuvveti apaçık ortada birinin sözüne kulak asmak zorundasınız. Hacer’in öfkeli bakışları, pisliğe bakar gibi kısılmış göz kapakların arasından jöleli saçlara yönelir.
“Arkadaş pek davet bekleyen biri değil.”
Adam görünüşü kurtaran onurlu bir çekiliş peşindedir. “Abi, kötü bir şey yapmadım, sadece…”
“Abla bizim otelin misafiri…” der iri adam, çatılmış kaşlarını yumuşatmadan.
Jöleli adam oturduğu yerden aşağıdan yukarıya süzer ayaktakini, gözü yememiş olacak, ağır hareketlerle kaykıldığı sandalyeden kalkar ve uzaklaşır. Arkadaşlarının kıkırdaması da kesilmiştir.
Ayakta kıpırtısız duran iri kıyım adamın öfkesi yumuşar ve Hacer’e utangaç kaçamak bir bakış fırlatır: “Ben otele dönüyorum Dut’la, hava kararıyor, isterseniz birlikte…” İri yarı vücuduna sonradan yapıştırılmış gibi duran yuvarlak kafasıyla kutsal bir deve benziyordur. Neden böyle sıcak bir izlenim almıştır Hacer, çıkaramaz. Gönüllü koruma hamlelerinden pek hoşlanmaz. İnsan başının çaresine bakabildiği oranda vardır… Ancak, adamın kirpikleri dökülmüş çipil gözlerinde tuhaf, alışılmadık bir naiflik, çırılçıplak bir masumiyet, sıcak bir içtenlik sezmiştir… 
İçtiklerinin parasını öder, çantası omzunda, yeşil çimlerin üstüne usul usul yayılan akşamın alacakaranlığına dalar. Birkaç dakika sonra pıtırtılar duyarak döndüğünde adamla köpeğinin çabuk adımlarla ona yetişmeye çalıştığını görür. .
“Abla, benim adım Hamza, bu da Dut, benim arkadaşım…”
“Sağ ol ama…”
“Bizim otel dedim, aslında Kunduz Otel’de kaldığınızı biliyorum; Sadri’yi dövmek istemedim de ondan, kavga istemem kolayına…”
Herkesten ve her şeyden kuşku duyan Hacer duyduklarına inanmıştır. Hamza ondan çok yaşlı olmasına karşın sürekli abla diyordur, ama batmaz Hacer’e, başkası söylese anında düzelteceğini düşünür ve gülümser; adamın gözlerinde güven veren bir hesapsızlık sezer. Eğilir, sever Hamza’nın köpeğini, başını okşar, boynuna bağlı ipi onu rahatsız ediyordur, diye geçirir aklından. Sağ gözünün yaşlandığı dikkatini çeker, sanki bir akıntı vardır.
“Birkaç gün önce başladı; ama geçer, önemli bir şey değil…” 
Hamza Dağ Otel’de çalıştığını, eskiden bu bölgenin tanınmış bir pehlivanı olduğunu ve Dut’la birlikte Ovacık’a çalışmaya geldiğini anlatır. Hacer de ona burayı çok sevdiğini, bundan böyle hep gelmeyi düşündüğünü… Annesine söz etmez olanlardan, ‘demedim mi ben sana?’ nakaratları dinlemek istemiyordur.
(Devam edecek)

∘∘∘


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder