Kahveyi çocuğun babası olduğunu düşündüğü ablak suratlı biri getirir,
yanında suyla. Yandaki çantasına uzanıp defterini almaya eğilirken, yanında bir
karartı fark eder. Uzun parmaklı kocaman bir el karşısındaki sandalyenin
arkalığından tutup çeker ve otururken mırıldanır.
“Müsaade ederseniz, size katılmak…”
Cümlenin sonunu yutmuştur. Yandaki masada oturan üç gençten saçları jöleli
olanıdır. Hacer’in cevabını beklemeden oturur. Göz ucuyla yakalar Hacer: Diğer
ikisi, bir anlığına bile olsun, dünyaya tepeden bakmanın şişirdiği gururlarını
yapıştırdıkları pişkin gülücükleriyle oyunun sonunu merakla izliyordur.
“Hoş geldin, demek istedim…” Adını söyler.
Sessizlik olur. Bir süre kımıltısız, mimiksiz kalır Hacer. Ne yapması
gerektiğini çıkarmaya çalışıyordur. Ürkmediği, tedirgin olmadığı,
sinirlenmediği bellidir; saf kan bir ahmak olmayan herkes hoşlanmadığını
anlayabilir. Başını görünür görünmez kısa kesik hareketlerle “Peki, söyle
bakalım, ne istiyorsun?” diye sallar. Arkadan kıkırdayan arkadaşlarının sesleri
işitiliyordur.
“Belki bir rehbere ihtiyacınız vardır… Çevreyi tanımak…”
Sandalyesini masanın ucuna iter, Hacer’le neredeyse dirsek teması
halindedirler. Masanın diğer ucuna doğru çeker vücudunu Hacer. Jöleli adam hiç
bozuntuya vermez, yılışık tavırlarıyla hoş görünmeye çalışıp şakalar yapma
peşindedir. Bir ara elini tutmaya çalışır, çok güzel olduğunu, akşam onunla bir
yemeğe çıkarsa mutlu olacağını söyler. Hacer elini hızla çeker ve başka türlü
yorumlanamayacak biçimde, hayır, der. Adamın vazgeçeceği yoktur. Bu defa
saçlarına iltifatlar yağdırarak yaklaşmaya çalışır… Bunalmıştır Hacer. Sandalyesini
uzaklaştırır, eşyalarını hızla çantasına atıyordur... Adam yanlış anladığını
söyleyerek sırnaşmayı sürdürür. Böylelerine alışıktır Hacer, bitirici darbeyi
vuracağı yeri kestirmeye çalışıyordur.
“Sadri! Belli ki istenmiyorsun…”
Demin gözüne çarpan, köpeğinin tasmasını düzelten iri yarı adam tam
yanlarında, ikisine de tepeden
bakıyordur; Hacer’e sözlerini doğrulamasını isteyen gözlerle bakar. Yuvarlak
kafalı, uzun boylu, geniş omuzlu, saçları önden dökülmüştür… Gücü kuvveti
apaçık ortada birinin sözüne kulak asmak zorundasınız. Hacer’in öfkeli
bakışları, pisliğe bakar gibi kısılmış göz kapakların arasından jöleli saçlara
yönelir.
“Arkadaş pek davet bekleyen biri değil.”
Adam görünüşü kurtaran onurlu bir çekiliş peşindedir. “Abi, kötü bir şey
yapmadım, sadece…”
“Abla bizim otelin misafiri…” der iri adam, çatılmış kaşlarını
yumuşatmadan.
Jöleli adam oturduğu yerden aşağıdan yukarıya süzer ayaktakini, gözü
yememiş olacak, ağır hareketlerle kaykıldığı sandalyeden kalkar ve uzaklaşır.
Arkadaşlarının kıkırdaması da kesilmiştir.
Ayakta kıpırtısız duran iri kıyım adamın öfkesi yumuşar ve Hacer’e utangaç
kaçamak bir bakış fırlatır: “Ben otele dönüyorum Dut’la, hava kararıyor,
isterseniz birlikte…” İri yarı vücuduna sonradan yapıştırılmış gibi duran yuvarlak
kafasıyla kutsal bir deve benziyordur. Neden böyle sıcak bir izlenim almıştır
Hacer, çıkaramaz. Gönüllü koruma hamlelerinden pek hoşlanmaz. İnsan başının
çaresine bakabildiği oranda vardır… Ancak, adamın kirpikleri dökülmüş çipil
gözlerinde tuhaf, alışılmadık bir naiflik, çırılçıplak bir masumiyet, sıcak bir
içtenlik sezmiştir…
İçtiklerinin parasını öder, çantası omzunda, yeşil çimlerin üstüne usul usul
yayılan akşamın alacakaranlığına dalar. Birkaç dakika sonra pıtırtılar duyarak
döndüğünde adamla köpeğinin çabuk adımlarla ona yetişmeye çalıştığını görür. .
“Abla, benim adım Hamza, bu da Dut, benim arkadaşım…”
“Sağ ol ama…”
“Bizim otel dedim, aslında Kunduz Otel’de kaldığınızı biliyorum; Sadri’yi
dövmek istemedim de ondan, kavga istemem kolayına…”
Herkesten ve her şeyden kuşku duyan Hacer duyduklarına inanmıştır. Hamza
ondan çok yaşlı olmasına karşın sürekli abla diyordur, ama batmaz Hacer’e,
başkası söylese anında düzelteceğini düşünür ve gülümser; adamın gözlerinde güven
veren bir hesapsızlık sezer. Eğilir, sever Hamza’nın köpeğini, başını okşar,
boynuna bağlı ipi onu rahatsız ediyordur, diye geçirir aklından. Sağ gözünün
yaşlandığı dikkatini çeker, sanki bir akıntı vardır.
“Birkaç gün önce başladı; ama geçer, önemli bir şey değil…”
Hamza Dağ Otel’de çalıştığını, eskiden bu bölgenin tanınmış bir pehlivanı
olduğunu ve Dut’la birlikte Ovacık’a çalışmaya geldiğini anlatır. Hacer de ona
burayı çok sevdiğini, bundan böyle hep gelmeyi düşündüğünü… Annesine söz etmez
olanlardan, ‘demedim mi ben sana?’ nakaratları dinlemek istemiyordur.
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder