22 Kasım 2017 Çarşamba

AŞK DAĞDAN İNMEZ (19)




Karısını incitmek istemez Kenan. Derdini anlatabilsin, yeter.
“Derdim boşanmak veya senden ayrı yaşamak falan değil, istediğim biraz kendimi dinlemek ve bundan sonra ne yapmak istediğime karar verebilmek. Sana defalarca söylemeye çalıştığım, bir iki kez de söylediğim gibi, artık işimi sürükleyemiyorum. Yeni bir yol bulmalıyım kendime. İşimden ayrıldım…” Şeyda’nın yüz çizgileri gerildikçe gerilir. Kenan önündeki bardaktan büyük bir yudum su ile boğazını temizler. “Bir süre, ne kadar olur bilemiyorum, Kasaba’da Kunduz Orman’ında kalmak istiyorum, kitaplarımla… Buna mecbur gibi hissediyorum, başka çıkış bulamadım…” Ayağa kalkar, masanın çevresinde kararsız adımlarla dolaşır. “Anlamaya çalış, biraz olsun ciddi düşün söylediklerimi. Bunu yapabilmenin senin için ne denli zor olduğunu biliyorum. Şimdiye dek bu konuda beni pek ciddiye almadım. Belki de iş olsun diye konuştuğumu sandım, ne bileyim… Başka bir çıkış bulabilirim düşüncesiyle son ana dek bekledim. Olmadı…”
Uzunca  bir sessizlik.
Şeyda rengi atmıştır. Ağzından tek bir sözcük, kısacık olsun, bir ara söz çıkmamıştır.  Yüzü gerilmiştir, bakışlarındaki öfkenin şiddeti her an patlamaya hazır olduğunu gösteriyordur. Bir iki laf söylese boşalacak rahatlayacaktır. Kenan’ın sözünü bitirmesini bekliyor gibi görünür, aslında konuyu neresinden tutacağına karar vermeye çalışıyordur.
Derin derin göğüs geçirir ve susar Kenan. Tekrar biraz su içer, ardından şarap kadehini alır sonuna kadar bir solukta içer. “Hadi ne diyorsan söyle!” diyen gözleri Şeyda’nın saçlarında asılı kalır; göz göze gelmekten kaçındığı açıktır. Karısının başı yere eğilmiş hareketsiz kalmıştır. Ardından gözleriyle tavanı çepeçevre taramış belli noktalarda anlaşılmaz molalar vermiştir. Böyle geçen birkaç dakikalık zehirli yılan gibi bir sessizliğin ardından masadan kalkar Şeyda, holde kaybolur. Ayak seslerinden odalara girip çıktığı anlaşılıyordur. Oturduğu sandalyede heykel benzeri donmuştur Kenan. “Zaman kazanmak için yapıyor,” diye geçirir içinden. Bir şeyler söyleyebilmiş olmanın tuhaf dinginliği ile -nedenini bilemediği bir huzur içinde- bütün dünyası dalgalanıyordur.


-8-

Döndüğünde rahatlamıştır. Yeni makyaj yapmış, yüzünü aydınlık bir hava kaplamıştır. Muhasebeciyle konuşur gibi tepeden bakar Kenan’a, sanki duyguları vücut diline abartılı biçimde yansısın ve artık onu görmek istemediği düşüncesi sırıtsın istiyordur.
“Anlattıklarını gündelik basit dile çevireceğim. Kısa, mümkünse tek kelimelik yanıtlar verirsen sevinirim,” der; sözcükler gerilmiş dudaklarından tek tek, öldürmek niyetiyle atılan kurşunlar gibi çıkıyordur. Kalkar, kendine bir bardak su alır.
“Başka biri mi var?”
Annesine, babam evde mi, diye soran okul çocuğu basitliğinde konuşuyordur. Tebessüm etmeye uğraşır Kenan.
“Evet mi, hayır mı? Sözü ağzında dolandırma!”
“Evet olsa boşanmamız gerektiğini söyleyerek bağlardım sözlerimi.”
“Ne yani, tasını tarağını toplayıp gideceksin Kasaba’ya, işini bırakıyorsun, ne kadar kalacağını bilmiyorsun, ne yapmak istediğini bilmiyorsun...” Ayağa kalkar, ileri geri gidip gelir salonda. “Gel birlikte gidelim de demiyorsun, başka ne anlayabilirim?”
Kenan daha da ciddi görünmeye çalışır.
“Boşanmak istediğimi söylemedim, ilişkimizin gül bahçesi olduğunu da söylemedim. Hayattan beklentilerimiz ayrı kanatlara savurdu bizi. Son aylarda aynı evde ayrı yaşıyoruz; Kasaba’da nasıl birlikte olabileceğiz?” Ayağa kalkar.
“Benim derdim başka kadın değil, başka bir hayat… ”
Şeyda cevap vermez. Susarlar. İkisi de bir süre düşünür. Sanki birisi gelsin, şu işi bir yerlere bağlasın istiyorlardır. Kenan nerede durduğunu karısına iyice anlatabilmenin derdindedir.
“Beni cinayet işlemiş, polisten kaçmak zorunda olan birisi gibi düşünebilirsin. Yakalanırsam hayatım bitecek, ömrümü içerde tüketmeye mahkûm olacağım!  Tükendiğimi hissediyorum bu lanet gündelik yaşamda, anlıyor musun? Biraz daha kalırsam hiç çıkamayacakmışım gibi geliyor. Hepsi bu…”
Şeyda’nın yüzü daha çok düşer. Müstehzi bir gülüşün derin çizgileri belirir yüzünde, dudaklarının ucundan çenesine ve gözlerine yayılır.  Zoraki bir rahatlama parlayıp söner, arkası gelmez. Durumun gözüken yüzünden bir şey çıkaramıyor, aşağılanmış hissediyor, duyguları okunsun istemiyordur. Sesine sakin bir ton vermeye çalışır.
“Ne yapacaksın, köye, kasabaya mı yerleşeceksin? Oralarda nasıl sona erecek tükenişin? Bu denli budalaca iş yapmayacak kadar aklının başında olduğunu sanıyorum. Buna inanmamı mı bekliyorsun?”
Kenan tartışmanın böyle bir çıkmaza saplanabileceğini hesaplamamıştır. Karısının “Git bakalım, ne halin varsa gör aklın başına gelsin...” tavrı içinde daha bilge takılacağını ummuştur. Bir taraftan da hoşuna gitmiyor değildir. Sandığından daha önemlidir belli ki karısı için. Sesine kadife bir ton verir ortam yumuşasın ister.
 “Şimdiye dek herkes gibi düşünüyor hesaplı kitaplı gidiyorum sanıyordum, ama işte bu noktaya geldim…” 
İç geçirir. Uzanıp karısının sağ elini iki eli arasına alır. Gözlerinde derin bir hüznün ölgünlüğü vardır. Bunlar gerçek duyguları mıdır yoksa rol mü yapıyordur emin olamaz. “Normalin içinde kaldıkça tüm seçenekleri göremiyorum belki de. Biraz anormale, akıntıya atmak istiyorum kendimi. Uydurma, düzmece hissediyorum burada. Hakiki olabilme ümidim yeniden yeşersin derdindeyim...”
Tedirgin edici bir sessizliğe teslim olur ikisi de.
 Saçmalıyorsun oğlum, diye geçirir içinden Kenan. Bütün bunlar ona deli saçması gibi geliyor. Şimdiye dek bu konuları ona açmamış olmasının nedeni bu değil mi?
 Yanılıyordur. Şeyda kocasını anlamaya çalışmadığı için pişmanlık içindedir. Durumun bu noktaya gelmesindeki payını görüyor, bu denli budalalığı nasıl yaptığına inanamıyordur.  Şu anda yapılacak bir şey yoktur. Konuyu kapamak ister.
“Ne dememi istiyorsun insanlara?”
Kenan her noktayı defalarca tartmış, her seçeneği değerlendirmiş sanmasına karşın bu soruya hazır olmadığını şaşırarak görür. Bundan sonrasını karısının dikte edeceğini düşünmüş olmalıdır. Ortamı yumuşatmak niyetiyle konuşur:
“Nasıl istersen… Ne yapacağımı henüz bilmiyorum, ne yapmayacağım konusunda kararlıyım. Eğer boşanmak istersen, karşı koymam…”
 Duvardaki dağcı tablosuna bakarak konuştuğundan karısının gözlerindeki ateşi göremez. Şeyda birden ayağa fırlar. “Şimdi derhal evi terk et!” Gözleri dönmüştür. “Gündüz gelip eşyalarını alabilirsin. Elini çabuk tut, çünkü her an kapının kilidini değiştirebilirim.”
Kenan tamamlanmayı bekleyen bir heykel gibi yarım oturduğu koltuğa sığışmıştır. Bir şey düşünemez. Yapabileceği tek şey yerinden kalkmak olduğundan doğrulur. Çantasını ve ceketini alıp sessizce kapıdan koridora süzülür. Sahanlığa çıktığında içindeki boşluğun büyümekte olduğunu hisseder.

∘∘∘



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder