Karısını
incitmek istemez Kenan. Derdini anlatabilsin, yeter.
“Derdim
boşanmak veya senden ayrı yaşamak falan değil, istediğim biraz kendimi dinlemek
ve bundan sonra ne yapmak istediğime karar verebilmek. Sana defalarca söylemeye
çalıştığım, bir iki kez de söylediğim gibi, artık işimi sürükleyemiyorum. Yeni
bir yol bulmalıyım kendime. İşimden ayrıldım…” Şeyda’nın yüz çizgileri
gerildikçe gerilir. Kenan önündeki bardaktan büyük bir yudum su ile boğazını
temizler. “Bir süre, ne kadar olur bilemiyorum, Kasaba’da Kunduz Orman’ında
kalmak istiyorum, kitaplarımla… Buna mecbur gibi hissediyorum, başka çıkış
bulamadım…” Ayağa kalkar, masanın çevresinde kararsız adımlarla dolaşır.
“Anlamaya çalış, biraz olsun ciddi düşün söylediklerimi. Bunu yapabilmenin
senin için ne denli zor olduğunu biliyorum. Şimdiye dek bu konuda beni pek
ciddiye almadım. Belki de iş olsun diye konuştuğumu sandım, ne bileyim… Başka
bir çıkış bulabilirim düşüncesiyle son ana dek bekledim. Olmadı…”
Uzunca bir sessizlik.
Şeyda rengi
atmıştır. Ağzından tek bir sözcük, kısacık olsun, bir ara söz çıkmamıştır. Yüzü gerilmiştir, bakışlarındaki öfkenin
şiddeti her an patlamaya hazır olduğunu gösteriyordur. Bir iki laf söylese
boşalacak rahatlayacaktır. Kenan’ın sözünü bitirmesini bekliyor gibi görünür,
aslında konuyu neresinden tutacağına karar vermeye çalışıyordur.
Derin derin
göğüs geçirir ve susar Kenan. Tekrar biraz su içer, ardından şarap kadehini
alır sonuna kadar bir solukta içer. “Hadi ne diyorsan söyle!” diyen gözleri
Şeyda’nın saçlarında asılı kalır; göz göze gelmekten kaçındığı açıktır.
Karısının başı yere eğilmiş hareketsiz kalmıştır. Ardından gözleriyle tavanı
çepeçevre taramış belli noktalarda anlaşılmaz molalar vermiştir. Böyle geçen
birkaç dakikalık zehirli yılan gibi bir sessizliğin ardından masadan kalkar
Şeyda, holde kaybolur. Ayak seslerinden odalara girip çıktığı anlaşılıyordur.
Oturduğu sandalyede heykel benzeri donmuştur Kenan. “Zaman kazanmak için
yapıyor,” diye geçirir içinden. Bir şeyler söyleyebilmiş olmanın tuhaf
dinginliği ile -nedenini bilemediği bir huzur içinde- bütün dünyası dalgalanıyordur.
-8-
Döndüğünde
rahatlamıştır. Yeni makyaj yapmış, yüzünü aydınlık bir hava kaplamıştır.
Muhasebeciyle konuşur gibi tepeden bakar Kenan’a, sanki duyguları vücut diline
abartılı biçimde yansısın ve artık onu görmek istemediği düşüncesi sırıtsın istiyordur.
“Anlattıklarını
gündelik basit dile çevireceğim. Kısa, mümkünse tek kelimelik yanıtlar verirsen
sevinirim,” der; sözcükler gerilmiş dudaklarından tek tek, öldürmek niyetiyle
atılan kurşunlar gibi çıkıyordur. Kalkar, kendine bir bardak su alır.
“Başka biri
mi var?”
Annesine,
babam evde mi, diye soran okul çocuğu basitliğinde konuşuyordur. Tebessüm
etmeye uğraşır Kenan.
“Evet mi,
hayır mı? Sözü ağzında dolandırma!”
“Evet olsa
boşanmamız gerektiğini söyleyerek bağlardım sözlerimi.”
“Ne yani, tasını
tarağını toplayıp gideceksin Kasaba’ya, işini bırakıyorsun, ne kadar kalacağını
bilmiyorsun, ne yapmak istediğini bilmiyorsun...” Ayağa kalkar, ileri geri
gidip gelir salonda. “Gel birlikte gidelim de demiyorsun, başka ne
anlayabilirim?”
Kenan daha da
ciddi görünmeye çalışır.
“Boşanmak
istediğimi söylemedim, ilişkimizin gül bahçesi olduğunu da söylemedim. Hayattan
beklentilerimiz ayrı kanatlara savurdu bizi. Son aylarda aynı evde ayrı
yaşıyoruz; Kasaba’da nasıl birlikte olabileceğiz?” Ayağa kalkar.
“Benim
derdim başka kadın değil, başka bir hayat… ”
Şeyda cevap
vermez. Susarlar. İkisi de bir süre düşünür. Sanki birisi gelsin, şu işi bir
yerlere bağlasın istiyorlardır. Kenan nerede durduğunu karısına iyice
anlatabilmenin derdindedir.
“Beni
cinayet işlemiş, polisten kaçmak zorunda olan birisi gibi düşünebilirsin.
Yakalanırsam hayatım bitecek, ömrümü içerde tüketmeye mahkûm olacağım! Tükendiğimi hissediyorum bu lanet gündelik
yaşamda, anlıyor musun? Biraz daha kalırsam hiç çıkamayacakmışım gibi geliyor.
Hepsi bu…”
Şeyda’nın
yüzü daha çok düşer. Müstehzi bir gülüşün derin çizgileri belirir yüzünde,
dudaklarının ucundan çenesine ve gözlerine yayılır. Zoraki bir rahatlama parlayıp söner, arkası
gelmez. Durumun gözüken yüzünden bir şey çıkaramıyor, aşağılanmış hissediyor,
duyguları okunsun istemiyordur. Sesine sakin bir ton vermeye çalışır.
“Ne
yapacaksın, köye, kasabaya mı yerleşeceksin? Oralarda nasıl sona erecek
tükenişin? Bu denli budalaca iş yapmayacak kadar aklının başında olduğunu
sanıyorum. Buna inanmamı mı bekliyorsun?”
Kenan
tartışmanın böyle bir çıkmaza saplanabileceğini hesaplamamıştır. Karısının “Git
bakalım, ne halin varsa gör aklın başına gelsin...” tavrı içinde daha bilge
takılacağını ummuştur. Bir taraftan da hoşuna gitmiyor değildir. Sandığından
daha önemlidir belli ki karısı için. Sesine kadife bir ton verir ortam
yumuşasın ister.
“Şimdiye dek herkes gibi düşünüyor hesaplı
kitaplı gidiyorum sanıyordum, ama işte bu noktaya geldim…”
İç geçirir.
Uzanıp karısının sağ elini iki eli arasına alır. Gözlerinde derin bir hüznün
ölgünlüğü vardır. Bunlar gerçek duyguları mıdır yoksa rol mü yapıyordur emin
olamaz. “Normalin içinde kaldıkça tüm seçenekleri göremiyorum belki de. Biraz
anormale, akıntıya atmak istiyorum kendimi. Uydurma, düzmece hissediyorum
burada. Hakiki olabilme ümidim yeniden yeşersin derdindeyim...”
Tedirgin
edici bir sessizliğe teslim olur ikisi de.
Saçmalıyorsun oğlum, diye geçirir içinden
Kenan. Bütün bunlar ona deli saçması gibi geliyor. Şimdiye dek bu konuları ona
açmamış olmasının nedeni bu değil mi?
Yanılıyordur. Şeyda kocasını anlamaya
çalışmadığı için pişmanlık içindedir. Durumun bu noktaya gelmesindeki payını
görüyor, bu denli budalalığı nasıl yaptığına inanamıyordur. Şu anda yapılacak bir şey yoktur. Konuyu
kapamak ister.
“Ne dememi
istiyorsun insanlara?”
Kenan her
noktayı defalarca tartmış, her seçeneği değerlendirmiş sanmasına karşın bu
soruya hazır olmadığını şaşırarak görür. Bundan sonrasını karısının dikte
edeceğini düşünmüş olmalıdır. Ortamı yumuşatmak niyetiyle konuşur:
“Nasıl
istersen… Ne yapacağımı henüz bilmiyorum, ne yapmayacağım konusunda kararlıyım.
Eğer boşanmak istersen, karşı koymam…”
Duvardaki dağcı tablosuna bakarak
konuştuğundan karısının gözlerindeki ateşi göremez. Şeyda birden ayağa fırlar.
“Şimdi derhal evi terk et!” Gözleri dönmüştür. “Gündüz gelip eşyalarını
alabilirsin. Elini çabuk tut, çünkü her an kapının kilidini değiştirebilirim.”
Kenan
tamamlanmayı bekleyen bir heykel gibi yarım oturduğu koltuğa sığışmıştır. Bir
şey düşünemez. Yapabileceği tek şey yerinden kalkmak olduğundan doğrulur.
Çantasını ve ceketini alıp sessizce kapıdan koridora süzülür. Sahanlığa
çıktığında içindeki boşluğun büyümekte olduğunu hisseder.
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder