13 Kasım 2017 Pazartesi

AŞK DAĞDAN İNMEZ (13)




-2-

Sonraları Hacer’le birkaç kez yangın gözetleme tepelerine birlikte giderler. Aralarında pek açıklayamadıkları tuhaf yakınlık filizleniyordur. Sanki bazı şeylerin eğrisi doğrusuna denk gelmiş, dostlukları her iki tarafta farklı yaraların sızısını alıyor olmuştur.  Kimse sormaz, kim, neyi, ne kadar anlatmak isterse o kadar anlatır. Leman’ın sözünü ettiği garip tutumların izlerine rastlayamaz Kenan. Dikkatini çeken, bazen Hacer’in, tartıştıkları konuların anımsatmış olabileceği şeyler nedeniyle olacak, bir süreliğine başka dünyalara daldığıdır. Kenan’ın yanında olduğunu hatırlayarak döndüğünde, normal diyaloga girmesi birkaç dakika alıyordur. Bu tuhaf kopuşları sorgulamaz Kenan, dış dünyadan çıkıp gezindiği durumları sezdiğini belli etmez. Hacer’in bundan mutlu olduğunu, sorulardan hazzetmeyeceğini düşünür. Sanki aralarında gizli bir anlaşma vardır. Ortamdan kaçış, kopuş, istenilen süreler bilinmez diyarlarda dolanış ve dönüş eşyanın doğası gibi algılanmaktadır. 
Apaçık ortada olan, kocasıyla paylaştığı fazla bir şeyi olmadığıdır. Şiir ve hikâye tutkunu biridir. Üniversiteyi dışardan bitirmiştir. Çantasında şiir kitapları eksik olmaz. Her an bir hikâye çiziktirmek peşindedir. Bazı hikâyelerini yayınevlerine, çeşitli edebiyat sitelerine göndermeyi düşlemektedir. Şimdiye dek hiç göndermediğini söylemiştir. Bir keresinde romandı hikâyeydi tartışırken şöyle demişti:
“Çevremde ilgilendiğim bu konularda iki laf edebileceğim biri hiç olmadı. İlk kez seninle… Benim için öylesine kökten ve temel bir şey ki… Nasıl anlatayım? Çölde yolunu kaybedip yıllarca yeşil bir vaha bulamamak gibi bir karabasan!”
Kenan bundan cesaret almış, sormuştu. Birkaç yıldır geliyordu Kunduz’a, Dağ’ı Kenan’dan daha iyi biliyordu, insanlarını da; neler vardı gerçekten ilginç bulduğu? Hacer’i yüreklendirirse biraz olsun konuşup içini açar diye umut ediyordu. Hiç tereddüt etmeden verdiği yanıt ilginçti.
“Benim için Kunduz, doğa ve ağaç demektir… Ben ağacın gerçekten ne olduğunu öğrendim burada, toprağın, canlıların, kuşların… Bunları Allah’ın bir şarkısı gibi dinlemeyi öğrenemezseniz sevemezsiniz… Mutlaka sevmem gerekir, diye Beethoven senfonilerini dinleyip sonunda sevmeyi başarmak gibi, ağaçlara bakarak, sürekli dinleyerek duyabilirsiniz Tanrı’nın şarkılarını. Bana bunları Kunduz öğretti. Gerisi, başka yerlerden pek farklı değil…” Susmuş sonra aniden önemli bir şeyi atlamış gibi eklemişti:
“Madem sordun, bir şeyi unutursam olmaz; Hamza, şu senin kaldığın Dağ Otel’de çalışan adam. Bizlerden çok yaşlı, ellilerde olmalı, pehlivan olan, görebildiğim kadarıyla gerçek bir bilge, öyle her yerde kolay rastlanmaz, ama insanlar safın teki diye bakarsa ona şaşırmam… Ağır hasta. Her şeyi sıradan bir yarın gibi bekliyor… Dost olduk…”
Bu konularda gezinirken kendinden geçiyordu Hacer. Onu Köy’de nasıl tanıdığını anlatır.
Kocası öleli henüz üç ay bile olmadan Kunduz gezilerine yeniden başlamıştır Hacer. Bu durum ailesi içinde, özellikle kocasının kardeşleri arasında, pek hoş karşılanmıyor  olmalıdır. Buna aldırmak bir yana, sanki terslik olsun diye, inadına, gezilerini artıroyor gibidir. Kocasından pek söz etmek istemediği de belirgindir.
Bir gün yine kitaplardan söz ederlerken aniden konuyu değiştirir.
“Eşimin kardeşleri beni dava ediyorlarmış, yeni öğrendim, mirastan düşürmek için, kocamı isteyerek, planlayarak öldürmüşüm…”
Sözü yoktur Kenan’ın.
“Sana bir hikâyemi getirdim, okuyup bana görüşlerini samimi olarak bildirir misin?” Bir daldan diğerine atlardı Hacer, böyle durumlarda onu izlemekte zorlanıyordu.  Kocasını öldürmekle suçlanmasına aldırmıyor havası mı vermek niyetindeydi, anlayamamıştı.
“Tabii, merak ettim şimdi, hemen okumak istiyorum...”
Hacer düşünceleri arasında gezinir.
“Belki seni de sorgularlar, birlikte götürdük ya hastaneye İzzet’i… ama sakın aldırma, sana pislik sıçramasına izin vermem, ben zaten fazladan yaşıyorum…”
(Devam edecek)

∘∘∘


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder