-2-
Sonraları Hacer’le birkaç kez yangın gözetleme tepelerine birlikte
giderler. Aralarında pek açıklayamadıkları tuhaf yakınlık filizleniyordur.
Sanki bazı şeylerin eğrisi doğrusuna denk gelmiş, dostlukları her iki tarafta
farklı yaraların sızısını alıyor olmuştur.
Kimse sormaz, kim, neyi, ne kadar anlatmak isterse o kadar anlatır.
Leman’ın sözünü ettiği garip tutumların izlerine rastlayamaz Kenan. Dikkatini
çeken, bazen Hacer’in, tartıştıkları konuların anımsatmış olabileceği şeyler
nedeniyle olacak, bir süreliğine başka dünyalara daldığıdır. Kenan’ın yanında
olduğunu hatırlayarak döndüğünde, normal diyaloga girmesi birkaç dakika
alıyordur. Bu tuhaf kopuşları sorgulamaz Kenan, dış dünyadan çıkıp gezindiği
durumları sezdiğini belli etmez. Hacer’in bundan mutlu olduğunu, sorulardan
hazzetmeyeceğini düşünür. Sanki aralarında gizli bir anlaşma vardır. Ortamdan
kaçış, kopuş, istenilen süreler bilinmez diyarlarda dolanış ve dönüş eşyanın
doğası gibi algılanmaktadır.
Apaçık ortada olan, kocasıyla paylaştığı fazla bir şeyi olmadığıdır. Şiir
ve hikâye tutkunu biridir. Üniversiteyi dışardan bitirmiştir. Çantasında şiir
kitapları eksik olmaz. Her an bir hikâye çiziktirmek peşindedir. Bazı
hikâyelerini yayınevlerine, çeşitli edebiyat sitelerine göndermeyi
düşlemektedir. Şimdiye dek hiç göndermediğini söylemiştir. Bir keresinde
romandı hikâyeydi tartışırken şöyle demişti:
“Çevremde ilgilendiğim bu konularda iki laf edebileceğim biri hiç olmadı.
İlk kez seninle… Benim için öylesine kökten ve temel bir şey ki… Nasıl anlatayım?
Çölde yolunu kaybedip yıllarca yeşil bir vaha bulamamak gibi bir karabasan!”
Kenan bundan cesaret almış, sormuştu. Birkaç yıldır geliyordu Kunduz’a,
Dağ’ı Kenan’dan daha iyi biliyordu, insanlarını da; neler vardı gerçekten
ilginç bulduğu? Hacer’i yüreklendirirse biraz olsun konuşup içini açar diye
umut ediyordu. Hiç tereddüt etmeden verdiği yanıt ilginçti.
“Benim için Kunduz, doğa ve ağaç demektir… Ben ağacın gerçekten ne olduğunu
öğrendim burada, toprağın, canlıların, kuşların… Bunları Allah’ın bir şarkısı
gibi dinlemeyi öğrenemezseniz sevemezsiniz… Mutlaka sevmem gerekir, diye
Beethoven senfonilerini dinleyip sonunda sevmeyi başarmak gibi, ağaçlara
bakarak, sürekli dinleyerek duyabilirsiniz Tanrı’nın şarkılarını. Bana bunları
Kunduz öğretti. Gerisi, başka yerlerden pek farklı değil…” Susmuş sonra aniden
önemli bir şeyi atlamış gibi eklemişti:
“Madem sordun, bir şeyi unutursam olmaz; Hamza, şu senin kaldığın Dağ
Otel’de çalışan adam. Bizlerden çok yaşlı, ellilerde olmalı, pehlivan olan,
görebildiğim kadarıyla gerçek bir bilge, öyle her yerde kolay rastlanmaz, ama
insanlar safın teki diye bakarsa ona şaşırmam… Ağır hasta. Her şeyi sıradan bir
yarın gibi bekliyor… Dost olduk…”
Bu konularda gezinirken kendinden geçiyordu Hacer. Onu Köy’de nasıl
tanıdığını anlatır.
Kocası öleli henüz üç ay bile olmadan Kunduz gezilerine yeniden başlamıştır
Hacer. Bu durum ailesi içinde, özellikle kocasının kardeşleri arasında, pek hoş
karşılanmıyor olmalıdır. Buna aldırmak
bir yana, sanki terslik olsun diye, inadına, gezilerini artıroyor gibidir.
Kocasından pek söz etmek istemediği de belirgindir.
Bir gün yine kitaplardan söz ederlerken aniden konuyu değiştirir.
“Eşimin kardeşleri beni dava ediyorlarmış, yeni öğrendim, mirastan düşürmek
için, kocamı isteyerek, planlayarak öldürmüşüm…”
Sözü yoktur Kenan’ın.
“Sana bir hikâyemi getirdim, okuyup bana görüşlerini samimi olarak bildirir
misin?” Bir daldan diğerine atlardı Hacer, böyle durumlarda onu izlemekte
zorlanıyordu. Kocasını öldürmekle
suçlanmasına aldırmıyor havası mı vermek niyetindeydi, anlayamamıştı.
“Tabii, merak ettim şimdi, hemen okumak istiyorum...”
Hacer düşünceleri arasında gezinir.
“Belki seni de sorgularlar, birlikte götürdük ya hastaneye İzzet’i… ama
sakın aldırma, sana pislik sıçramasına izin vermem, ben zaten fazladan
yaşıyorum…”
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder