29 Kasım 2017 Çarşamba

AŞK DAĞDAN İNMEZ (22)






-6-

Esinti kesilmiş, bal gibi bir hava var Ovacık’ta. Hacer, ağlayarak, kusarak, koşarak, Mars’ı severek, karanlığa seslenerek Kenan’a haykırarak anlattığı hikâyesinin ardından durulur. Kunduz’un esintileri çekilirken onun artık zor katlandığı acılarının zehrini de almıştır. Hacer yüzünü güneye ormana çevirmiş, derinlerden yükselen inlemeleri ve uğultuları yüreğine işleyen bir uzun hava gibi dinliyordur.
Kenan yaklaşır, “Hadi, artık git oteline dinlen…”
Hacer karanlıkta bakışlarını yakalamaya çalışır Kenan’ın, bir süre böyle kalır, suskun, dingin:
“Hayır, hayır bu akşam bitmeli, daha var, neler var bende, böyle bir karanlığı hem de bunca ıssızını bir daha zor bulurum, söylemek istediğim her şeyi söyleyebilmeliyim. Biraz daha katlan bana…”
Cevap vermez Kenan, peki der gibi susmuş, içinden yükselen hangi duyguya söz geçireceğini bilemez olmuştur. Çaresizlik, tüm duyguların üstünde, kınından sıyrılmış bir kılıç gibi sallanıyordur. Lacivert gece kararmış, kömür siyahına dönmüştür.
“Kendimize yetecek kıt kanaat bir gelirimiz vardı. Annem ve ben, birbirimizin gözüne bakmadan, günlük hayatı sürdürmemiz için elzem sözcüklerden bir fazlasını zinhar kullanmadan, yaşamaktan duyduğumuz utancı bile paylaşmadan, bir iki yıl geçirdik. Okuldan ayrılmıştım. Yiyor, tuvalete gidiyor, uyuyorduk. Niçin yaşadığımız hakkında ikimizin de bir fikri yoktu. Ben o zaman anladım içimizde birinin sürekli bize ‘yaşa’ diye seslendiğini. İnsan bu dünyaya gelmeyi kendi seçmediği gibi gitmeyi seçebilmesi de öyle kolay değil. Anlamsızca, amaçsızca, ezik ve bitmiş ama gene de yaşamın tarafındaydık.”
Susar, sesi çatallaşmıştır; çantasından çıkardığı küçük su şişesinden birkaç yudum içer, genzinden tuhaf sesler çıkararak sesini kontrol eder. Oteline dönmesini nasıl sağlayabilirim, diye düşünür Kenan. Rüzgâr yeniden sertleşmiş Orman Kafe boşalmıştır. Mars bile huysuzlanmaya başlar. Hacer öylesine bir coşkuyla kaldığı yerden sürdürür ki kesemez.

-7-

Babasının ölümünden iki yıl sonra teyzesi birkaç gün kalmaya ablasının yanına gelmişti. Evlerinde hava biraz olsun değişir diye sevindi Hacer. Kadıncağız, ablasına bu durumda nasıl yardım edebileceği konusunda aklına düşen birkaç parça fikir kırıntısını bizimle paylaşmak istiyordu. Kuyunun dibinde atılıp unutulmuş birine, günün birinde yukardan bir el uzanmasıydı teyzesinin ziyareti. Annesi de mutluydu elbette ancak göstermiyordu, daha doğrusu göstermekten, gülümsemekten utanç duyuyor olmalıydı. Karşılıklı susup oturdukları günlerde kinlendiği oluyordu annesine, sonra unutuyor yeni yaralar açmak istemiyordu. Başka kimi vardı? Aslında bu görüşlerin eski Hacer’in mi, yoksa bunları anlatan şimdikinin mi olduğu pek açık değildi.
Teyzesinin önerilerinden birisi onlara yakın bir muhite taşınmalarıydı. Niçin olduğunu bilmediği halde içinde bir takım umutlar yeşertmişti taşınmak. Teyzesi ablasının böyle bir kararı düşünecek ve uygulayacak durumda olmadığını anladı. Hacer’in istediğini gördüğünden bayrağı eline aldı. “Tamam, hadi bakalım karar verildi. Anlaştık.” Ablası konuşmadı pencereden bulutlara baktı.  “Anlaştık, anlaştık…” derken yüz çizgileri iki yıldır ilk kez değişti Hacer’in, dudaklarının kenarında belli belirsiz yaşam çizgileri oluştu. Teyzesi zamanla gülmeyi de becerecektir diye geçirdi içinden. Epey ev aradılar, altı ay kadar; sonunda teyzesinin çabalarıyla evlerini satıp onların mahallesine yakın bir eve taşındılar. Annesi pek konuşmuyordu ama Hacer kahreden anılarından kurtulmaktan neredeyse göklere uçuyor, ancak bu yüzüne minik gülücük çizgileri gibi yansıyordu. Teyzesi durumun ayırdındaydı, mutluydu, doğru yapmışlardı.
Tüm çabalarına karşın bundan fazla sürdüremez Hacer. Bitkinlik çökmüştür üstüne. Park Kafe’ye yürüyüp biraz nefeslenirler. Kapanmak üzere olduğundan bir şeyler içme şansları yoktur.


-8-

Kunduz Otel’in kapısında ayrılır Hacer.
“İyi geceler…”  derken bakışlarını Kenan’dan alıp yıldızsız derin karanlıklara dikmiştir. “Bu gece biraz olsun on bir yaşındaki Hacer’i sezer gibi oldum. Bunun benim için ne demek olduğunu kimse anlayamaz. Paylaşmak iyi gelmiş olmalı.” Eğilip Mars’ı öper burnunun üstünden. Telaşlı adımlarla çifte kanatlı dış kapıdan otelin güvenli yarı aydınlığına atar kendini.
Leman’ın oteli dar, basık koridorları, oldukça alçak tavanı, sıkışık odalarıyla ilk görüşte epeyce iticidir; ama bir iki gün içinde güvendiğiniz ve sevdiğiniz dostlarınızın evindeymiş gibi hissedersiniz. Öbür otellerden farkı kadın eli değmiş olması. Hacer ilk kez girişteki daracık basamakları koşarak çıkar, hızla tıklatır odanın kapısını. Annesi açar kapıyı, her zamanki gibi donuk bakışları yere dönüktür.   
Her yanı ağrıyordur ama uykusu yoktur. Anlatmayı sürdürecek, yazacaktır. Gripten yüksek ateşle titrediği, yorganın altında büzüştüğü zamanlarda aldığı mazoşist keyfe benzetir bu durumunu. “Sen yat anne!” Doğrudan masasına yürür. “Yazmak istiyorum bir süre...” Bilgisayarını açar. Bu gece tükenmeden, her şeyi paylaşabilmeliyim. İçimde ne varsa çıkmalı, atmalıyım avuyu!
Üstünde kabanıyla oturduğunu fark eder, çıkarır atar, geceliğini giyer, banyoya geçip yüzünü yıkar, aynada gördüğü yüze utanmadan bakabiliyordur, belki de yirmi yıldır ilk kez… Neredeyse koşarak gider su ısıtıcısının yanına kendine büyük su bardaklarından birinde sallama çay yapar. İki eliyle kavrar sıcak bardağı, masaya taşır, ellerinin yanmasına aldırmaz. Oturur, bilgisayarda yeni doğmuş bir bebek gibi umutlu boş bir sayfa açar, ağız dolusu bir yudum alır sıcak çaydan, yanan damaklarında ilk kez hissettiği egzotik hazlarla yazmaya koyulur. Kenan’a geceyi onu dinleyerek geçirdiği için nasıl teşekkür edeceğini bilemediğini ilettikten sonra taşınmalarından sonraki günlerini anlatır…
Yattığında sabah olmak üzeredir, ama bir türlü uyuyamaz; bıçak sırtı bir sınavdan çıkar çıkmaz uyumaya çalışıyor gibidir. Bitkindir. Bir müddet sonra nazarlık gözü gibi koca çakıllı yeşil mavi bir denizin serin sularına kendini bırakırcasına uykuya gömülür.
(Devam edecek

∘∘∘


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder