-6-
Esinti
kesilmiş, bal gibi bir hava var Ovacık’ta. Hacer, ağlayarak, kusarak, koşarak,
Mars’ı severek, karanlığa seslenerek Kenan’a haykırarak anlattığı hikâyesinin
ardından durulur. Kunduz’un esintileri çekilirken onun artık zor katlandığı
acılarının zehrini de almıştır. Hacer yüzünü güneye ormana çevirmiş,
derinlerden yükselen inlemeleri ve uğultuları yüreğine işleyen bir uzun hava
gibi dinliyordur.
Kenan
yaklaşır, “Hadi, artık git oteline dinlen…”
Hacer
karanlıkta bakışlarını yakalamaya çalışır Kenan’ın, bir süre böyle kalır,
suskun, dingin:
“Hayır,
hayır bu akşam bitmeli, daha var, neler var bende, böyle bir karanlığı hem de
bunca ıssızını bir daha zor bulurum, söylemek istediğim her şeyi
söyleyebilmeliyim. Biraz daha katlan bana…”
Cevap vermez
Kenan, peki der gibi susmuş, içinden yükselen hangi duyguya söz geçireceğini
bilemez olmuştur. Çaresizlik, tüm duyguların üstünde, kınından sıyrılmış bir
kılıç gibi sallanıyordur. Lacivert gece kararmış, kömür siyahına dönmüştür.
“Kendimize
yetecek kıt kanaat bir gelirimiz vardı. Annem ve ben, birbirimizin gözüne
bakmadan, günlük hayatı sürdürmemiz için elzem sözcüklerden bir fazlasını
zinhar kullanmadan, yaşamaktan duyduğumuz utancı bile paylaşmadan, bir iki yıl
geçirdik. Okuldan ayrılmıştım. Yiyor, tuvalete gidiyor, uyuyorduk. Niçin
yaşadığımız hakkında ikimizin de bir fikri yoktu. Ben o zaman anladım içimizde
birinin sürekli bize ‘yaşa’ diye seslendiğini. İnsan bu dünyaya gelmeyi kendi
seçmediği gibi gitmeyi seçebilmesi de öyle kolay değil. Anlamsızca, amaçsızca,
ezik ve bitmiş ama gene de yaşamın tarafındaydık.”
Susar, sesi
çatallaşmıştır; çantasından çıkardığı küçük su şişesinden birkaç yudum içer,
genzinden tuhaf sesler çıkararak sesini kontrol eder. Oteline dönmesini nasıl
sağlayabilirim, diye düşünür Kenan. Rüzgâr yeniden sertleşmiş Orman Kafe
boşalmıştır. Mars bile huysuzlanmaya başlar. Hacer öylesine bir coşkuyla
kaldığı yerden sürdürür ki kesemez.
-7-
Babasının
ölümünden iki yıl sonra teyzesi birkaç gün kalmaya ablasının yanına gelmişti.
Evlerinde hava biraz olsun değişir diye sevindi Hacer. Kadıncağız, ablasına bu
durumda nasıl yardım edebileceği konusunda aklına düşen birkaç parça fikir
kırıntısını bizimle paylaşmak istiyordu. Kuyunun dibinde atılıp unutulmuş birine,
günün birinde yukardan bir el uzanmasıydı teyzesinin ziyareti. Annesi de
mutluydu elbette ancak göstermiyordu, daha doğrusu göstermekten, gülümsemekten utanç duyuyor olmalıydı.
Karşılıklı susup oturdukları günlerde kinlendiği oluyordu annesine, sonra
unutuyor yeni yaralar açmak istemiyordu. Başka kimi vardı? Aslında bu
görüşlerin eski Hacer’in mi, yoksa bunları anlatan şimdikinin mi olduğu pek
açık değildi.
Teyzesinin
önerilerinden birisi onlara yakın bir muhite taşınmalarıydı. Niçin olduğunu
bilmediği halde içinde bir takım umutlar yeşertmişti taşınmak. Teyzesi
ablasının böyle bir kararı düşünecek ve uygulayacak durumda olmadığını anladı.
Hacer’in istediğini gördüğünden bayrağı eline aldı. “Tamam, hadi bakalım karar
verildi. Anlaştık.” Ablası konuşmadı pencereden bulutlara baktı. “Anlaştık, anlaştık…” derken yüz çizgileri
iki yıldır ilk kez değişti Hacer’in, dudaklarının kenarında belli belirsiz
yaşam çizgileri oluştu. Teyzesi zamanla gülmeyi de becerecektir diye geçirdi
içinden. Epey ev aradılar, altı ay kadar; sonunda teyzesinin çabalarıyla
evlerini satıp onların mahallesine yakın bir eve taşındılar. Annesi pek
konuşmuyordu ama Hacer kahreden anılarından kurtulmaktan neredeyse göklere
uçuyor, ancak bu yüzüne minik gülücük çizgileri gibi yansıyordu. Teyzesi
durumun ayırdındaydı, mutluydu, doğru yapmışlardı.
Tüm
çabalarına karşın bundan fazla sürdüremez Hacer. Bitkinlik çökmüştür üstüne.
Park Kafe’ye yürüyüp biraz nefeslenirler. Kapanmak üzere olduğundan bir şeyler
içme şansları yoktur.
-8-
Kunduz Otel’in
kapısında ayrılır Hacer.
“İyi
geceler…” derken bakışlarını Kenan’dan
alıp yıldızsız derin karanlıklara dikmiştir. “Bu gece biraz olsun on bir
yaşındaki Hacer’i sezer gibi oldum. Bunun benim için ne demek olduğunu kimse
anlayamaz. Paylaşmak iyi gelmiş olmalı.” Eğilip Mars’ı öper burnunun üstünden.
Telaşlı adımlarla çifte kanatlı dış kapıdan otelin güvenli yarı aydınlığına
atar kendini.
Leman’ın
oteli dar, basık koridorları, oldukça alçak tavanı, sıkışık odalarıyla ilk
görüşte epeyce iticidir; ama bir iki gün içinde güvendiğiniz ve sevdiğiniz
dostlarınızın evindeymiş gibi hissedersiniz. Öbür otellerden farkı kadın eli
değmiş olması. Hacer ilk kez girişteki daracık basamakları koşarak çıkar, hızla
tıklatır odanın kapısını. Annesi açar kapıyı, her zamanki gibi donuk bakışları
yere dönüktür.
Her yanı
ağrıyordur ama uykusu yoktur. Anlatmayı sürdürecek, yazacaktır. Gripten yüksek
ateşle titrediği, yorganın altında büzüştüğü zamanlarda aldığı mazoşist keyfe
benzetir bu durumunu. “Sen yat anne!” Doğrudan masasına yürür. “Yazmak
istiyorum bir süre...” Bilgisayarını açar. Bu gece tükenmeden, her şeyi
paylaşabilmeliyim. İçimde ne varsa çıkmalı, atmalıyım avuyu!
Üstünde
kabanıyla oturduğunu fark eder, çıkarır atar, geceliğini giyer, banyoya geçip
yüzünü yıkar, aynada gördüğü yüze utanmadan bakabiliyordur, belki de yirmi
yıldır ilk kez… Neredeyse koşarak gider su ısıtıcısının yanına kendine büyük su
bardaklarından birinde sallama çay yapar. İki eliyle kavrar sıcak bardağı,
masaya taşır, ellerinin yanmasına aldırmaz. Oturur, bilgisayarda yeni doğmuş
bir bebek gibi umutlu boş bir sayfa açar, ağız dolusu bir yudum alır sıcak
çaydan, yanan damaklarında ilk kez hissettiği egzotik hazlarla yazmaya koyulur.
Kenan’a geceyi onu dinleyerek geçirdiği için nasıl teşekkür edeceğini
bilemediğini ilettikten sonra taşınmalarından sonraki günlerini anlatır…
Yattığında
sabah olmak üzeredir, ama bir türlü uyuyamaz; bıçak sırtı bir sınavdan çıkar
çıkmaz uyumaya çalışıyor gibidir. Bitkindir. Bir müddet sonra nazarlık gözü
gibi koca çakıllı yeşil mavi bir denizin serin sularına kendini bırakırcasına
uykuya gömülür.
(Devam
edecek
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder