_4_
Sanki düğün olmuştur
Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş
Çekmiş, çektirmiş
Oyun hüzün olmuştur.
Behçet NECATİGİL (ö. 1979)
Şeyda kocasının evden ayrıldığı ilk günlerde kimseyle konuşmaz... Ne ailesiyle,
ne arkadaşlarıyla paylaşabileceği -aklına yatan- bir hikâyesi vardır. Kenan’ın uğruna seni terk ettiği sevgilisi mi
vardı, diye sormazlar mı? Yoksa niye çıktı gitti evinden? Sıkışırsa, “Ne sevgilisi vardı, ne de bir
sorunumuz!” mu diyecektir?
İnsanların inanmayan, kocaman açılmış gözlerini görür gibi olur.
Diyelim ki bir sevgilisi vardı, hiç mi anlamazdı, hissetmezdi, bir kadın
olarak başka biriyle ilişkisi olan kocasının davranışlarından, bakışlarından,
konuşmalarından hiç mi pirelenmezdi? Kendi hikâyelerini bir başka çift için
anlatsalar, tereddüt etmeden, “Adam başkasını bulmuş,” der geçerdi; ancak Kenan
cins adamın biriydi, söyledikleri gerçek olabilirdi.
Mahallelerde, çocukların kurulmuş oyununu durup dururken bozmaktan hoşlanan
ve bundan tuhaf keyifler alan şirret yaramazlar gibi sohbete zehir salar, her
söylenene sataşmadan edemez, her şeye bir kulp takardı. Bazen kocasının
söylediklerini havalı bulurdu. Çoklukla eleştirilerin başkalarına yöneldiğini
varsayıp üstüne alınmazdı. Kimi zaman da
alınıp gücenir, surat asar otururdu. Kocasının züppelik sınırlarını zorladığını
düşünür, hatasını anlamasını beklerdi. Evliliklerinin ilk yıllarında sonu
gelmeyen tartışmalara saplanır kalırlardı böyle durumlarda, onu ikna etmeye
çalışırdı Kenan; sonraları bu değişmiş, karşılıklı salvolardan sonra dağılır
olmuşlardı.
Aklına ilk gelen isim elbette ki Semih’tir. Kocasının ne yaptığından onun
mutlaka bilgisi vardır. Okuldan tanırdı onu, ancak onunla konuşmaya henüz
istekli değildir.
Ertesi gün öğle yemeğinde Melek’e meseleyi açar. Senelerdir birlikte
çalışıyorlardır, akıllı ve dürüst bir kızdır, biraz fazla konuşur ama umurunda
değildir. Şaşırır Melek, Kenan’ın böyle bir şey yapacağı aklının ucundan
geçmezmiş, hele hele başka biriyle karısını aldatıyor olmasını hiç
konduramazmış ona. Gelip geçici bir bunalım olabilirmiş bu; onu uzaktan
izletmenin bir yolunu mutlaka bulmalıymış Şeyda. Kararını o zaman daha kolay
verebilirmiş. Asıl sorun, elbette ki bu durumda hâlâ kocasını isteyip
istemediğiymiş.
Kafası daha da karışır. Kenan’ın doğru söyleyip söylemediğini merak etmeye
başlar. Belki öğrenebilir bunu; ancak, bir şey değişir mi? Biriyle paylaşmak çözüm getirmese de
rahatlatıyor. Öfkesi biraz olsun yatışmıştır.
-2-
Otele doğru yürürken hâlâ inanamıyordur Şeyda ile görüşeceğine… İki gün
önce telefon etmiş, ortak arkadaşları bir avukatla konuştuğunu, boşanmak için
mahkemeye başvuracağını, bazı konuları
konuşmaları gerektiğini, bu nedenle Kunduz’a geleceğini bildirmişti. Telefon
ekranında karısının adını gördüğünde gözlerine inanamamıştı, bunca zaman sonra
-dört aydan fazla olmuştu- bir yanlışlık vardır diye düşünmüş, yanlışlıkla
aradıysa kapatmaya vakti olsun diye beklemişti.
Otelin önüne arabayı park ederken ilk sınavına giren öğrenci gibidir.
Kendini bu denli az tanımasına hayret eder; evliliğini dondurmuş olduğunu,
aylardır hiç düşünmediğini aklından geçirir. Çözemeyince dondurmak aklın bir
savunma mekanizması olmalıdır... Arka koltuktan Mars’ı çıkarır, götürür otelin
önündeki ağaca bağlar. Başını okşar, güzel güzel beklemesini, birazdan
geleceğini, çimenli yola dolaşmaya gideceklerini söyler ona. ‘Güzel güzel’
sözü, Mars’a sevmediği şeyleri söylerken işe yaradığına inandığı psikolojik bir yatıştırıcıdır.
Şeyda hem ormanı hem de otelin merdivenlerinin önündeki taşlık yolu ve
küçük çam ağaçlarını gören bir masaya oturmuştur.
“Hoş geldin, Şeyda…”
“Benden kolay kurtulamazsın…” Şaka gibi söyler, ancak yüzündeki acıklı
gülümseme onu yalanlıyordur. Sözünün yersizliğini anlamış olacak ki düzeltir.
“Prosedürün tamamlanması gerekiyor…” Mimikleri doğal ve içtendir, yüzünde
zoraki gülücüklerin acıklı çizgileri yerine dünyaya bilgece bakan, sıcak,
sarmalayan, umut yayan hatlar gelmiştir.
Lokantaya geçer, dışarda pek rüzgâr almayan bir masaya otururlar. Çorba
söyler, ardından bölge yemeklerinden tadarız, diye anlaşırlar... Hüzünlü ve
şaşkın bakışlarla süzer Kenan Şeyda’yı. Güzelliğinden bir şey kaybetmeyecek
kolay kolay…
“Hep güzeldin, yine öylesin.”
“Nereden çıktı şimdi… Buraya gelmen… yani beklediklerini bulabildin mi?”
Ne diyeceğini bilemez Kenan. Hep aynı yerdedirler… Ona anlatamamıştı uzun
yıllar düşüncelerini, duygularını; sormamıştı ki Şeyda. Hiçbir şey öğrenmediyse
bu kıçı kırık hayatında, sormayan birine dert anlatmaya çalışmanın
beyhudeliğini öğrenmişti. Keşke insanın bakış açısı, yazarların karakterlerini
çiziktiriverdiği ucuz romanlardaki gibi kolayca değişseydi. Neyi nasıl göreceği
insanın kişiliği demekti.
Hayat pek nitelikli olmasa bile bir romandı… Basit, yüzeysel, sığ ve yavan
bir hikâyeye dönüştürüyordu onu güvenlik arayan insan, cansızlaştırıyordu.
Sağduyu bunların üzerinde temelleniyordu.
“Beklediğini buldun mu kıvamındaki sorulara ne diyebilirim? Hiç sormadın,
ben anlattığımda da dinlemedin. İstedim anlatmayı. Böyle şeyler insanın eve
gelirken yağmura nasıl tutulduğunu anlattığı gibi ulu orta anlatılmıyor…” diye
içini döker Kenan.
“Beni bilirsin, fazla derin düşünmem…”
“Seni suçlamıyorum, anlıyorum, biz
değişik geliştik… Yok canım, aslında laf bunlar, biz başından beri farklı
insanlardık… Ben senin çekimine kapılıp değişik gösterdim kendimi. On yıl kadar
da dayandım, ama işte o kadar…”
Kenan, defalarca oynadığı oyunu tekrarlayan bir aktör rahatlığında
anlatır: Ana sahne sokaklar, şirketler, çeşitli ticari kurumlardır… Buralardaki
oyun kurgusu “ gurur ve çıkar” üstüne bina edilir.
Kâr ve güç; ve de statü, pozisyon…
Araçları da deneyim ve sağduyu, yani geçmişte çalıştığı, işe yaradığı düşünülen
araçlar. Yeni bir şey denemek için onun eskiden işe yaradığını göstermek
zorundasın. Mantığı da, dün işe yarayanın bugün de çalışacağıdır… Buralarda
düşünme ve anlamaya çalışma pek rağbette değildir; uygulamadır öne çıkan. Buna
sokağın raconu der, Kenan, sokağın dili birbirini boğazlayarak sağ kalmaya
çalışan canlıların güdülerini kullanır. Oyuncular herkesde olan, standart
–default, fabrika ayarlarındaki gibi- donanımlarla çalışıyordur. Uyum sağlamak
özel bir çaba istemez, herkesin genlerinde ne varsa onu gönlünce ortaya dökmesi
yeterlidir. Bu nedenle büyümede ve mal üretmede iyi sonuçlar alıp oldukça başarılı
olabilir gündelik denen gerçek yaşam.
Bunun bedeline iyi bakmak gerekir.
Kenan mecbur kaldığı için katlanabilmiştir bu dile… Bazıları böyle bir
mecburiyeti hissetmeyebilir, onlara bir diyeceği yoktur…
İki yol görmüştür önünde, ya
benimsemediğin halde bu durumu ekmek parası deyip sineye çekecek, yakınmayı
sürdürerek çekilmez biri olacak –bunun örnekleri epey yaygındır- ya da kendine
özel, üzerinde yalnızca senin yürüyebileceğin bir patika açacak…
Kenan ikinci yolu seçmiştir.
(Devam
edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder