16 Kasım 2017 Perşembe

AŞK DAĞDAN İNMEZ (15)




_4_





















Sanki düğün olmuştur
Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş
Çekmiş, çektirmiş
Oyun hüzün olmuştur.
Behçet NECATİGİL (ö. 1979)


Şeyda kocasının evden ayrıldığı ilk günlerde kimseyle konuşmaz... Ne ailesiyle, ne arkadaşlarıyla paylaşabileceği -aklına yatan- bir hikâyesi vardır.  Kenan’ın uğruna seni terk ettiği sevgilisi mi vardı, diye sormazlar mı? Yoksa niye çıktı gitti evinden?  Sıkışırsa, “Ne sevgilisi vardı, ne de bir sorunumuz!” mu diyecektir?
İnsanların inanmayan, kocaman açılmış gözlerini görür gibi olur.
Diyelim ki bir sevgilisi vardı, hiç mi anlamazdı, hissetmezdi, bir kadın olarak başka biriyle ilişkisi olan kocasının davranışlarından, bakışlarından, konuşmalarından hiç mi pirelenmezdi? Kendi hikâyelerini bir başka çift için anlatsalar, tereddüt etmeden, “Adam başkasını bulmuş,” der geçerdi; ancak Kenan cins adamın biriydi, söyledikleri gerçek olabilirdi.
Mahallelerde, çocukların kurulmuş oyununu durup dururken bozmaktan hoşlanan ve bundan tuhaf keyifler alan şirret yaramazlar gibi sohbete zehir salar, her söylenene sataşmadan edemez, her şeye bir kulp takardı. Bazen kocasının söylediklerini havalı bulurdu. Çoklukla eleştirilerin başkalarına yöneldiğini varsayıp üstüne alınmazdı.  Kimi zaman da alınıp gücenir, surat asar otururdu. Kocasının züppelik sınırlarını zorladığını düşünür, hatasını anlamasını beklerdi. Evliliklerinin ilk yıllarında sonu gelmeyen tartışmalara saplanır kalırlardı böyle durumlarda, onu ikna etmeye çalışırdı Kenan; sonraları bu değişmiş, karşılıklı salvolardan sonra dağılır olmuşlardı.
Aklına ilk gelen isim elbette ki Semih’tir. Kocasının ne yaptığından onun mutlaka bilgisi vardır. Okuldan tanırdı onu, ancak onunla konuşmaya henüz istekli değildir.  
Ertesi gün öğle yemeğinde Melek’e meseleyi açar. Senelerdir birlikte çalışıyorlardır, akıllı ve dürüst bir kızdır, biraz fazla konuşur ama umurunda değildir. Şaşırır Melek, Kenan’ın böyle bir şey yapacağı aklının ucundan geçmezmiş, hele hele başka biriyle karısını aldatıyor olmasını hiç konduramazmış ona. Gelip geçici bir bunalım olabilirmiş bu; onu uzaktan izletmenin bir yolunu mutlaka bulmalıymış Şeyda. Kararını o zaman daha kolay verebilirmiş. Asıl sorun, elbette ki bu durumda hâlâ kocasını isteyip istemediğiymiş.
Kafası daha da karışır. Kenan’ın doğru söyleyip söylemediğini merak etmeye başlar. Belki öğrenebilir bunu; ancak, bir şey değişir mi?  Biriyle paylaşmak çözüm getirmese de rahatlatıyor. Öfkesi biraz olsun yatışmıştır.


-2-

Otele doğru yürürken hâlâ inanamıyordur Şeyda ile görüşeceğine… İki gün önce telefon etmiş, ortak arkadaşları bir avukatla konuştuğunu, boşanmak için mahkemeye başvuracağını,  bazı konuları konuşmaları gerektiğini, bu nedenle Kunduz’a geleceğini bildirmişti. Telefon ekranında karısının adını gördüğünde gözlerine inanamamıştı, bunca zaman sonra -dört aydan fazla olmuştu- bir yanlışlık vardır diye düşünmüş, yanlışlıkla aradıysa kapatmaya vakti olsun diye beklemişti. 
Otelin önüne arabayı park ederken ilk sınavına giren öğrenci gibidir. Kendini bu denli az tanımasına hayret eder; evliliğini dondurmuş olduğunu, aylardır hiç düşünmediğini aklından geçirir. Çözemeyince dondurmak aklın bir savunma mekanizması olmalıdır... Arka koltuktan Mars’ı çıkarır, götürür otelin önündeki ağaca bağlar. Başını okşar, güzel güzel beklemesini, birazdan geleceğini, çimenli yola dolaşmaya gideceklerini söyler ona. ‘Güzel güzel’ sözü, Mars’a sevmediği şeyleri söylerken işe yaradığına inandığı  psikolojik bir yatıştırıcıdır.  
Şeyda hem ormanı hem de otelin merdivenlerinin önündeki taşlık yolu ve küçük çam ağaçlarını gören bir masaya oturmuştur.
“Hoş geldin, Şeyda…”
“Benden kolay kurtulamazsın…” Şaka gibi söyler, ancak yüzündeki acıklı gülümseme onu yalanlıyordur. Sözünün yersizliğini anlamış olacak ki düzeltir. “Prosedürün tamamlanması gerekiyor…” Mimikleri doğal ve içtendir, yüzünde zoraki gülücüklerin acıklı çizgileri yerine dünyaya bilgece bakan, sıcak, sarmalayan, umut yayan hatlar gelmiştir.
Lokantaya geçer, dışarda pek rüzgâr almayan bir masaya otururlar. Çorba söyler, ardından bölge yemeklerinden tadarız, diye anlaşırlar... Hüzünlü ve şaşkın bakışlarla süzer Kenan Şeyda’yı. Güzelliğinden bir şey kaybetmeyecek kolay kolay…
“Hep güzeldin, yine öylesin.”
“Nereden çıktı şimdi… Buraya gelmen… yani beklediklerini bulabildin mi?”
Ne diyeceğini bilemez Kenan. Hep aynı yerdedirler… Ona anlatamamıştı uzun yıllar düşüncelerini, duygularını; sormamıştı ki Şeyda. Hiçbir şey öğrenmediyse bu kıçı kırık hayatında, sormayan birine dert anlatmaya çalışmanın beyhudeliğini öğrenmişti. Keşke insanın bakış açısı, yazarların karakterlerini çiziktiriverdiği ucuz romanlardaki gibi kolayca değişseydi. Neyi nasıl göreceği insanın kişiliği demekti.
Hayat pek nitelikli olmasa bile bir romandı… Basit, yüzeysel, sığ ve yavan bir hikâyeye dönüştürüyordu onu güvenlik arayan insan, cansızlaştırıyordu. Sağduyu bunların üzerinde temelleniyordu.
“Beklediğini buldun mu kıvamındaki sorulara ne diyebilirim? Hiç sormadın, ben anlattığımda da dinlemedin. İstedim anlatmayı. Böyle şeyler insanın eve gelirken yağmura nasıl tutulduğunu anlattığı gibi ulu orta anlatılmıyor…” diye içini döker Kenan.
“Beni bilirsin, fazla derin düşünmem…”
“Seni suçlamıyorum, anlıyorum, biz değişik geliştik… Yok canım, aslında laf bunlar, biz başından beri farklı insanlardık… Ben senin çekimine kapılıp değişik gösterdim kendimi. On yıl kadar da dayandım, ama işte o kadar…”
 Kenan, defalarca oynadığı oyunu tekrarlayan bir aktör rahatlığında anlatır: Ana sahne sokaklar, şirketler, çeşitli ticari kurumlardır… Buralardaki oyun kurgusu “ gurur ve çıkar” üstüne bina edilir. 
 Kâr ve güç; ve de statü, pozisyon… Araçları da deneyim ve sağduyu, yani geçmişte çalıştığı, işe yaradığı düşünülen araçlar. Yeni bir şey denemek için onun eskiden işe yaradığını göstermek zorundasın. Mantığı da, dün işe yarayanın bugün de çalışacağıdır… Buralarda düşünme ve anlamaya çalışma pek rağbette değildir; uygulamadır öne çıkan. Buna sokağın raconu der, Kenan, sokağın dili birbirini boğazlayarak sağ kalmaya çalışan canlıların güdülerini kullanır. Oyuncular herkesde olan, standart –default, fabrika ayarlarındaki gibi- donanımlarla çalışıyordur. Uyum sağlamak özel bir çaba istemez, herkesin genlerinde ne varsa onu gönlünce ortaya dökmesi yeterlidir. Bu nedenle büyümede ve mal üretmede iyi sonuçlar alıp oldukça başarılı olabilir gündelik denen gerçek yaşam.  Bunun bedeline iyi bakmak gerekir.
Kenan mecbur kaldığı için katlanabilmiştir bu dile… Bazıları böyle bir mecburiyeti hissetmeyebilir, onlara bir diyeceği yoktur…  
İki yol görmüştür önünde,  ya benimsemediğin halde bu durumu ekmek parası deyip sineye çekecek, yakınmayı sürdürerek çekilmez biri olacak –bunun örnekleri epey yaygındır- ya da kendine özel, üzerinde yalnızca senin yürüyebileceğin bir patika açacak…
Kenan ikinci yolu seçmiştir.
(Devam edecek)


∘∘∘

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder