18 Kasım 2017 Cumartesi

AŞK DAĞDAN İNMEZ (18)




-5-

Yüzünde sıcak ve güven veren bir gülücükle karşılar Semih. Kısa boylu tıknaz,  yapılı vücudu ve tombul yanaklarıyla insanlara “sizleri her an kucaklayabilirim” izlenimi veriyordur.
“Buyur patron…”
‘Patron’ diyorlar birbirlerine epey bir zamandır. Evin kapısında bir süre duralar Kenan, bakışları Semih’in yayvan ve sakin yüzüne takılıp kalmıştır. Buraya gelmenin o kadar da iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlar. Üniversitede aynı yatakhanede kalmışlardır senelerce. Ceplerindekileri üst üste koyup nasıl yapıp da bir akşam yemeği denkleştireceklerini düşündükleri çok olmuştur. Bu ziyaretin pek hayra alamet olmadığını hisseder Semih. Aralarında sınıf arkadaşlığının ötesinde bir bağ vardır. Ne zaman başları sıkışsa birbirlerini ararlar; bu kez işin rengi daha değişiktir.
Kapıda kucaklaşırlar. 
Kenan girişteki geniş koltuğa bırakır kendini. Çay gelir. Evde kimseler yoktur. Kız arkadaşını evden yollamıştır Semih. Servisi kendi yapar. Kısa bir hoşbeşin ardından konuya girer Kenan. Danışmadan çok haber verme tonunda konuşuyordur. Bu söylem tuhaf gelir Semih’e, sorgulamaz, yalnızca dinler. 
“Senden bir ricam olacak…”
“Estağfurullah patron.”
“Senin otel var ya Kasaba’da, neydi müdürünün adı… ”
“İsmet.”
“Evet, hatırladım… Beyefendi biriydi, aklımda öyle kalmış. Burada tanışmıştık…”
“Öyle…”
Sıkıldığını, bu konuyu çabucak geçmek istediğini belli eder Kenan. “Orada bana bir oda ayarlar mısın, bir süre orada kalmak istiyorum.”
Semih her zaman yüzünü örten ışıklı gülücüğünü saklar, pek anlamamıştır. “Ayıp ettin, ne zaman istersen…”
“Zamanını daha sonra bildiririm.” Kenan üstünden yükü atmış rahatlamıştır. Kalkar bir iki turlar odanın içinde, camdan dışarıyı süzer. İsteğini iletmiştir, artık bu konuyu kapamalıdır.
Semih, “Dur birer çay daha içelim,” diye mutfağa yönelir. Kenan’ın bugün dinlemek için değil anlatmak için geldiğini anlamıştır. 
Son çaylarını iş dedikodusu yaparak içerler. Semih işinden söz eder. Bilgisayar ve yazılım danışmanlığı yapıyordur. Patronların ne denli uçuk canlılar olduğunu göz alıcı örneklerle hep anlatır, isim vermeden...
Geç vakit öpüşerek ayrılırlar.
Semih nedenini düşünmek istemediği bir coşku tomurcuğunun, ruhunun en gizli kapaklı derinliklerinde peydahlandığını hisseder, hafifçe yüzü kızarmıştır. Kenan bu ayrıntıyı yakalayacak durumda değildir.


-6-

Şeyda işinde mutludur; ekonomi okumuş, çalıştığı şirkette onu finansmancı yapmışlardır. Büyükçe, iyi kâr eden bir şirkettedir işi, yaşam onun için yeterince sürükleyicidir. Daha iyi bir evde oturmak, daha büyük bir arabaya binebilmek heyecan vericidir… Kişiliğinden aldığı doyumla kendine güveniyor, bankacılarla yaşadığı küçük –bazen büyük- itişmelerle eğleniyordur.
Umut’un ölümünün ardından kocasıyla farklı şeritlere savrulduklarını görüyor ama kafasına takmıyordur. “Merhaba”, “hoşça kal”, “nasılsın?”gibi birkaç kelimelik diyalogların dışına çıkmadan haftalar geçirdikleri oluyordur.  Bunların normal olduğunu düşünüyor işi zamana bırakıyordur. Kaçırdığı nokta, ortak yaşamlarındaki bu heyecan pörsümesinin başlangıcının daha gerilere gittiğidir.
Gündelik hayatında doğru dediği davranış kalıplarını hızla bulur, bir daha da geriye dönüp bakmaz. Yaptığı şeylerden pişmanlık duyduğu pek nadirdir. Kader çocuğunu elinden aldıysa başka çocuk yapmanın tartışılacak neyi olabilir? Hemen yeni bir bebekleri olmalıdır, ama Kenan istemiyorum diyor, kestirip atıyordur.
Daha fazla tüketerek daha güçlü olacağını sanmak beden hazzını bayraklaştıran çıkmaz bir sokaktır ona göre. Kendimi bulmadan artık bebek istemiyorum diyor, tartışmalarının bir yere gitmediğini gördüğü zamanlar başını önüne eğiyor, yanlış girdiği sokağı fark edip sessizce geri dönüyormuş gibi süzülüp çıkıp çıkıyordur. 
“Sen,” der Şeyda’ya, “‘parasız hiçbir şey olmaz!’ sözünü ‘Parayla her şey olur diye anlıyorsun… Bedensel haz zihinsel doyumla yan yana yürümeli, yaşamın yüklerine katlanabilmek ancak böyle mümkün…”
Şeyda kocasını iyi niyetle dinlemeye çalışıyor, dediklerinin üstüne düşünüyor, ancak önüne çıkan ilk pratik sorunla hepsini unutup işine dalıp kayboluyordur…  Herkesin kabullenmiş göründüğü sağduyu çizgisini Kenan’ın elinin tersiyle ittiğini düşünür. Sonunda her şeyi getirip Umut’un ölümüne bağlar. Bu travmayı atlatırsak her şey düzelecek... Tek ihtiyacımız biraz daha zaman... 


-7-

 Kapıdan içeri girerken kocasının telefonunu düşünür:
“Bu akşam biraz konuşalım olur mu? Umarım seyretmek istediğin bir program yoktur,” demiştir Kenan telefonda.
Normal bir günde olsa git işine, der ciddiye almazdı.  Kenan’ın sesinde  bir tuhaflık, alışık olmadığı bir durgunluk sezmiştir. Sanki dost değildir, gözlerini kaçırarak boşluğa konuştuğunu hisseder gibi olmuştur; duyabilirsen duy, anlayabilirsen anla diyen mesafeli bir duruş içindedir.
“Nasıl istersen,” diye soğukça bir karşılık vermiştir Şeyda.
Böylesine diplomatik bir yanıtı nasıl verdiğini kendisi de anlayamaz. Beklenmedik zamanlar umulmadık ritimlerle geliyordur. Biraz sonra Kenan gelir. Hemen yemeğe geçerler. Şarap açarlar. İkinci kadehten sonra Kenan normal gözükmeye büyük çaba harcayarak söze girer:
“Beni kesmeden dinlemeye ve anlamaya çalış lütfen, hak vermesen de anlamaya...”
Ayrıntılarıyla anlatır: Okuldan sonra birlikte yola çıktıklarını, ancak geldikleri noktada makas değiştirmekten başka çıkış görmediğini, bu kararında Şeyda’nın  zamanın ruhuna pek bir uygun çizgisinin etkisi olabileceğini, ancak şu anda bekar da olsa aynı kararı alacağını… Neyin normal, neyin anormal olduğunu aramanın mantıklı olmadığını, illa ki aranacaksa normal olanın o, anormal olanın kendisi olduğunu…
Bildik yaşam düzeninin doğurduğu ters rüzgârlar bazılarını nefessiz bırakıp çevreye savuruyordur. Gündelik hayatı gerçek diye kabullenince mesele kalmıyordur; ama ya kalabalıkların gerçek diye kabullendiği gündelik düzen kendi gerçekliğimize ters düşüyorsa? Teslim mi olacaktık? Yok olmak değil midir bu? Mesele burada düğümleniyordur.

(Devam edecek)
∘∘∘




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder