-5-
Yüzünde
sıcak ve güven veren bir gülücükle karşılar Semih. Kısa boylu tıknaz, yapılı vücudu ve tombul yanaklarıyla
insanlara “sizleri her an kucaklayabilirim” izlenimi veriyordur.
“Buyur
patron…”
‘Patron’
diyorlar birbirlerine epey bir zamandır. Evin kapısında bir süre duralar Kenan,
bakışları Semih’in yayvan ve sakin yüzüne takılıp kalmıştır. Buraya gelmenin o
kadar da iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlar. Üniversitede aynı
yatakhanede kalmışlardır senelerce. Ceplerindekileri üst üste koyup nasıl yapıp
da bir akşam yemeği denkleştireceklerini düşündükleri çok olmuştur. Bu
ziyaretin pek hayra alamet olmadığını hisseder Semih. Aralarında sınıf
arkadaşlığının ötesinde bir bağ vardır. Ne zaman başları sıkışsa birbirlerini
ararlar; bu kez işin rengi daha değişiktir.
Kapıda
kucaklaşırlar.
Kenan
girişteki geniş koltuğa bırakır kendini. Çay gelir. Evde kimseler yoktur. Kız
arkadaşını evden yollamıştır Semih. Servisi kendi yapar. Kısa bir hoşbeşin
ardından konuya girer Kenan. Danışmadan çok haber verme tonunda konuşuyordur.
Bu söylem tuhaf gelir Semih’e, sorgulamaz, yalnızca dinler.
“Senden bir
ricam olacak…”
“Estağfurullah
patron.”
“Senin otel
var ya Kasaba’da, neydi müdürünün adı… ”
“İsmet.”
“Evet,
hatırladım… Beyefendi biriydi, aklımda öyle kalmış. Burada tanışmıştık…”
“Öyle…”
Sıkıldığını,
bu konuyu çabucak geçmek istediğini belli eder Kenan. “Orada bana bir oda
ayarlar mısın, bir süre orada kalmak istiyorum.”
Semih her
zaman yüzünü örten ışıklı gülücüğünü saklar, pek anlamamıştır. “Ayıp ettin, ne
zaman istersen…”
“Zamanını
daha sonra bildiririm.” Kenan üstünden yükü atmış rahatlamıştır. Kalkar bir iki
turlar odanın içinde, camdan dışarıyı süzer. İsteğini iletmiştir, artık bu
konuyu kapamalıdır.
Semih, “Dur
birer çay daha içelim,” diye mutfağa yönelir. Kenan’ın bugün dinlemek için
değil anlatmak için geldiğini anlamıştır.
Son
çaylarını iş dedikodusu yaparak içerler. Semih işinden söz eder. Bilgisayar ve
yazılım danışmanlığı yapıyordur. Patronların ne denli uçuk canlılar olduğunu
göz alıcı örneklerle hep anlatır, isim vermeden...
Geç vakit
öpüşerek ayrılırlar.
Semih
nedenini düşünmek istemediği bir coşku tomurcuğunun, ruhunun en gizli kapaklı
derinliklerinde peydahlandığını hisseder, hafifçe yüzü kızarmıştır. Kenan bu
ayrıntıyı yakalayacak durumda değildir.
-6-
Şeyda işinde
mutludur; ekonomi okumuş, çalıştığı şirkette onu finansmancı yapmışlardır.
Büyükçe, iyi kâr eden bir şirkettedir işi, yaşam onun için yeterince
sürükleyicidir. Daha iyi bir evde oturmak, daha büyük bir arabaya binebilmek
heyecan vericidir… Kişiliğinden aldığı doyumla kendine güveniyor, bankacılarla
yaşadığı küçük –bazen büyük- itişmelerle eğleniyordur.
Umut’un
ölümünün ardından kocasıyla farklı şeritlere savrulduklarını görüyor ama
kafasına takmıyordur. “Merhaba”, “hoşça kal”, “nasılsın?”gibi birkaç kelimelik
diyalogların dışına çıkmadan haftalar geçirdikleri oluyordur. Bunların normal olduğunu düşünüyor işi zamana
bırakıyordur. Kaçırdığı nokta, ortak yaşamlarındaki bu heyecan pörsümesinin
başlangıcının daha gerilere gittiğidir.
Gündelik hayatında doğru dediği davranış kalıplarını hızla bulur, bir daha
da geriye dönüp bakmaz. Yaptığı şeylerden pişmanlık duyduğu pek nadirdir. Kader
çocuğunu elinden aldıysa başka çocuk yapmanın tartışılacak neyi olabilir? Hemen
yeni bir bebekleri olmalıdır, ama Kenan istemiyorum diyor, kestirip atıyordur.
Daha fazla tüketerek daha güçlü olacağını sanmak beden hazzını
bayraklaştıran çıkmaz bir sokaktır ona göre. Kendimi bulmadan artık bebek
istemiyorum diyor, tartışmalarının bir yere gitmediğini gördüğü zamanlar başını
önüne eğiyor, yanlış girdiği sokağı fark edip sessizce geri dönüyormuş gibi
süzülüp çıkıp çıkıyordur.
“Sen,” der Şeyda’ya, “‘parasız hiçbir şey olmaz!’ sözünü ‘Parayla her şey
olur’ diye anlıyorsun… Bedensel haz
zihinsel doyumla yan yana yürümeli, yaşamın yüklerine katlanabilmek ancak böyle
mümkün…”
Şeyda kocasını iyi niyetle dinlemeye çalışıyor, dediklerinin üstüne
düşünüyor, ancak önüne çıkan ilk pratik sorunla hepsini unutup işine dalıp
kayboluyordur… Herkesin kabullenmiş
göründüğü sağduyu çizgisini Kenan’ın elinin tersiyle ittiğini düşünür. Sonunda
her şeyi getirip Umut’un ölümüne bağlar. Bu travmayı atlatırsak her şey
düzelecek... Tek ihtiyacımız biraz daha zaman...
-7-
Kapıdan içeri girerken kocasının telefonunu
düşünür:
“Bu akşam
biraz konuşalım olur mu? Umarım seyretmek istediğin bir program yoktur,”
demiştir Kenan telefonda.
Normal bir
günde olsa git işine, der ciddiye almazdı.
Kenan’ın sesinde bir tuhaflık,
alışık olmadığı bir durgunluk sezmiştir. Sanki dost değildir, gözlerini
kaçırarak boşluğa konuştuğunu hisseder gibi olmuştur; duyabilirsen duy, anlayabilirsen
anla diyen mesafeli bir duruş içindedir.
“Nasıl
istersen,” diye soğukça bir karşılık vermiştir Şeyda.
Böylesine
diplomatik bir yanıtı nasıl verdiğini kendisi de anlayamaz. Beklenmedik
zamanlar umulmadık ritimlerle geliyordur. Biraz sonra Kenan gelir. Hemen yemeğe
geçerler. Şarap açarlar. İkinci kadehten sonra Kenan normal gözükmeye büyük
çaba harcayarak söze girer:
“Beni
kesmeden dinlemeye ve anlamaya çalış lütfen, hak vermesen de anlamaya...”
Ayrıntılarıyla
anlatır: Okuldan sonra birlikte yola çıktıklarını, ancak geldikleri noktada
makas değiştirmekten başka çıkış görmediğini, bu kararında Şeyda’nın zamanın ruhuna pek bir uygun çizgisinin
etkisi olabileceğini, ancak şu anda bekar da olsa aynı kararı alacağını… Neyin
normal, neyin anormal olduğunu aramanın mantıklı olmadığını, illa ki aranacaksa
normal olanın o, anormal olanın kendisi olduğunu…
Bildik yaşam
düzeninin doğurduğu ters rüzgârlar bazılarını nefessiz bırakıp çevreye
savuruyordur. Gündelik hayatı gerçek diye kabullenince mesele kalmıyordur; ama
ya kalabalıkların gerçek diye kabullendiği gündelik düzen kendi gerçekliğimize
ters düşüyorsa? Teslim mi olacaktık? Yok olmak değil midir bu? Mesele burada
düğümleniyordur.
(Devam
edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder