Keltepe ve Sarıçiçek yangın bekçilerinin yaz boyu bekledikleri yangın
gözetleme tepeleridir. Kenan ne zaman moralinin zayıfladığını hissetse soluğu
bu tepelerin birinde alır. Aslına bakarsanız onu Kunduz’a yönelten en önemli
nedendir bu tepeler. Yüksekleri düşündüğü anda yenilenmiş hisseder, coşku
dolar. Genellikle çay, bazen de bir duble rakı, bir kadeh şarap içmeye gelir
tepelere; tek başına olunca sanki daha yüksek dozla besleniyordur ağaçların
yalnızlığından.
Bu defa buraya geleceğini öğrenince İsmet de katılmak istemiştir. Yangın
bekçisi Yahya’yla epey yarenlik ederler. Keltepe’de uzun süreli oturmanın nasıl
bir şey olduğunu öğrenmek ister, bazen imrendiği olur ona. İsmet yüzündeki
derin çizgileriyle hep güler, sorulmadan pek konuşmaz, insanda ‘acaba ben mi
gücendirdim’ duygusu uyandırır. Kalkmak üzere toparlanırlarken, Leman Hanım’ın
bu akşam yemeğe davet ettiğini söyler. Memnun olur Kenan, birlikte gitmeyi
kararlaştırırlar.
Dönüşte Mars’ı alıp ayaklarını yıkamak için otelin girişindeki musluğa
yaklaşır Kenan. Mars suyu sevmez, her defasında zorla pek istemeden razı olur
suyla buluşmaya. Bu kez musluğu açmak için tasmayı yere koyduğu anda kurtulur,
fırlar kaçar. Birkaç defa bağırır ardından ancak umursamaz.
“Abi sen yorulma, bana bırak.”
İri yarı, yapılı, geniş omuzlu, uzunca boylu biri koşar Mars’a. Uzaktan
konuşur onunla, bir şeyler söyler, duyulmaz söyledikleri. Kısa bir tereddütten
sonra Mars adama doğru yürümeye başlar. İkna etmiştir onu. Şaşırır Kenan alışık
olmadığı birine böylesine sıcak davrandığını görmemiştir.
“Sağ ol, nasıl becerdin bunu?”
“Yok abi, ben her gün konuşuyorum onunla, buranın elemanıyım, adım Hamza,
Semih abi işe aldı beni…” Hamza’nın kocaman ellerinde kaybolmuştur Mars. “Benim de köpeğim var… Köpeklerle iyi
anlaşırım; acaba dünyaya ilk gelişimde köpek miydim, diye düşündüğüm olur bazen…”
Kenan sesindeki sıcak ve içten tondan etkilenmiştir Hamza’nın. Ağır, sakin
davranışların bilgelikten çok gerektiğinden yavaş işleyen zekâya yorulduğu
günümüzde işi kolay değildir. Gündelik yaşam –hatalı da olsa- hızlı
düşünenlerin dışındakilere pek hak tanımaz.
İyi insan olabilmek için çok akıllı olmak gerekmiyordur, aldırmaz…
“Bana haber verin, ayaklarını ben yıkarım her zaman,” diyerek suyun yanına
çeker ve ayaklarını temizler Mars’ın. Kenan bir türlü beceremediği bir şey
görmüştür Hamza’da, kendi kendisiyle dost olabildiğinin ışığı sezilmektedir
gözlerinde. İmrenir. Memnun olduğunu söyler onu tanıdığına.
-5-
Leman misafirlerini otelin lokantasının ormana bakan geniş kanapelerinin
birinde sohbet ederken bulur. Kunduz Oteli yarım ay şeklinde dizilmiş otellerin
batıya doğru en sonuncusudur. Ovacık deresi, otellerin dizildiği yayı
karşılayıp daireye tamamlayan bir çember
parçası gibidir. Görenler binaların yerleştirilmesindeki bu alışılmadık
inceliğe imrenir; ancak bu sonuç tümüyle rastlantısaldır. Derenin karşısında
Kunduz Ormanı bir kartalın açılmış kanatlarının heybetiyle yükselir. Ormana en
yakın otel olduğundan, insan ormanın içinde oturuyor izlenimi alır Kunduz
Otel’de.
“Hoş geldiniz, daha önce istedim ama olmadı.” Leman beyaz tenli, uzun ince
ve duru yüzlüdür. Kısa, keskin ve ritmik adımlarıyla tuhaf bir çekiciliği
vardır. Yanında her şeyden kuşkulandığı izlenimi veren bir delikanlıyla
gelmiştir.
“Çok naziksiniz, benim öncelikle masaya ve kitaplıklara teşekkür etmem
gerekir…” diye karşılar Kenan, çekici biriyle karşılaşmanın şaşkınlığını
gizlemeyen bir bakış yöneltir Leman’a.
Camın kenarındaki masaya yerleştiklerinde karanlık neredeyse çökmüştür.
Çorba, salata, bölgeye özgü orman kebabı ve kırmızı şarap isterler.
“İsmet Bey nasıl bu yıl işler?” diye
sorar Leman.
“Fena görünmüyor.”
“Hep iyi diyoruz ama…” Yanındaki yeğenine döner Leman.
“Sezon iyi geçerse yurt dışına tatile gidiyoruz…”
“Abla senden korkulur vallahi, bak hemen işi şarta bağlayıverdin!” Suratı
asılır yeğenin. “Babam da senin gibi, bir öyle bir böyle…”
“Kızma canım Dolarsız bir şey oluyor mu ki? Her şey paraya bağlı, hoşuna
gitmese de…” Leman bilge bir işkadını rolüne hızlı geçiş yapmıştır.
Yemeklerin lezzeti için ne söylense eksik kalır. Kimileri, insanlar dağda
çok acıktığından her şeyi olduğundan lezzetli buluyor, der.
İsmet’le delikanlı karşılıklı oturur. Daha çorbalarını içerken hırçın bir
futbol tartışmasının içindedirler. Kenan suskun kalmıştır, dinler. Bir ara
bunaldığından yüz çizgilerinin derinleştiğini hisseder, gülümsemeye çalışır, ne
kadar başardığından emin değildir. Leman
yeğenini dinlerken bir yandan da Kenan’ı süzüyordur. Meraklı bakışları öylesine
belirgindir ki, kendini seyredebilse yüzü kızarırdı. Parmağında yüzük vardır,
evli olmalıdır; ancak bu mevsimde, daha yaza girmeden uzunca bir süre burada ne
işi olabilir? Otel odasının çalışma odasına dönüştürülmüş olmasından sürenin
uzunluğunu çıkarıyordur. Kendi parmağında da yüzük vardır; görünüşe aldanmamalıdır!
Kısa bir suskunluktan sonra başını aniden kaldırır.
“Semih ne alemde? Görünmüyor…”
Doğrudan gözlerine bakar misafirinin; aslında sorunun ‘buraya niçin
geldin?’ olduğunu anlamıştır Kenan,
yasak savma kabilinden geçiştirir.
“Benimki biraz zamansız oldu, öyle gerekti…”
Leman kendini anlatmaktan hoşnuttur. Şehir’de özel tasarım ev eşyası satıyordur.
İç mimar bir arkadaşı ile birlikte evi, kaba inşaat sonunda alıp dayayıp
döşeyip teslim ediyorlardır. Arkadaşıyla ortak kurdukları bir de mobilya
şirketleri vardır, hepsinden duyduğu gurur gözlerinin parıltısından okunur.
Keyfi yerinde, kendine güveni tamdır. Leman kaptırmış anlatırken İsmet’in
telefonu çalar. Gitmesi gerekiyordur.
“İzninizle…” Giderken takılır delikanlıya. “Umarım hafta sonu çok üzülmezsin...”
Futbol muhabbeti bitince delikanlının masaya ilgisi sönmüştür. Televizyonda
seyretmek istediği bir filmi bahane edip ayrılır. Leman bir süre daha söz eder işinden, misafirinin
sıkılmadığını gördüğünden anlattıkça anlatıyordur. Birden susar.
“Biraz da siz anlatın canım, hep beni konuşturmayın.”
Sınavda hiç beklemediği yerden soru çıkmış öğrenci gibi tedirgin olur Kenan.
“Ben mi? Biraz ara verdim…”
Bu arada garson zarifçe yaklaşıp başka bir isteklerinin olup olmadığını
sorar. Kahvelerini kanepede içmek
istediklerini söylerler. Leman masadan kanepeye geçerken “ara vermenin” ne anlama geldiğini düşünür.
“Anlaşılan, siz kazanacağınızı kazandınız…”
Sessiz kalır bir süre Kenan, bakışlarını karşıdaki çamların kıpırdayan
siluetlerine dikmiş görünerek zaman kazanmaya çalışıyordur. Kısa kesip konuyu
kapatmak niyetindedir.
“Yanlış anladınız… işimi bıraktım, ama keyif çatacağım bir emeklilik
peşinde sanmayın.”
Şaşırır, ama belli etmek istemez Leman. Hayat amatörü lise öğrencilerine
yakışıyordur bu yanıt. Beni aptal bir satıcı gibi mi görüyor nedir? Merakla
yürümek istediği yolda henüz adım atamamış olmak bunaltmıştır Leman’ı.
“Siz burada boş duracak birine pek benzemiyorsunuz.”
“Hayır, tabii ki…”
“Peki…”
“Ne yapmayı mı düşünüyorum?
Leman kabalık etmek zorunda kalmadığı için rahatlamıştır. Zeki biridir bu
Kenan, ağzından almıştır soruyu.
“Komik bulacaksınız eminim… Ne yapmak istediğimi anlayabilmek için geldim…”
Asitli bir sessizlik… Biraz daha samimi olsalar, “saçmalama” derdi Leman,
henüz erken bulur bu denli açık yürekliliği. Uygun bir şeyler düşünmek için
vakit kazanmak ister. Bazı şeyler aydınlanıyordur... Anlayabildiği kadarıyla, bir
nedenle başı beladadır… Sıkıntı için başkasına ihtiyacı yok bu adamın!
Kenan biraz ipucu vermek gereğini duyar.
“Ne yapmak istemediğimi biliyorum… O bile bir şey…”
Leman kafasında konuyu kapatmıştır. Bir gün kitaplarını görmek için onu
ziyaret etmek istediğini söyler. Cep telefonlarını karşılıklı kaydederler.
(Devam edecek)
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder