-7-
Bu kez yalnız gelmiştir Kunduz’a. Yürüyüşe çıkmadığı
saatlerde odasında yazıyordur. Amacı yayımlamaya değer birkaç öykü
çıkarabilmek. İzzet’e müteşekkirdir, aralarındaki tüm sorunlara karşın bu
isteğini anlayışla karşılıyordur.
Bir gün kahvaltıda Leman Hanım gelir yanına.
“Günaydın, Hacer Hanım, hoş geldiniz, katılabilir miyim?”
“Buyurun… Günaydın…”
Leman Hanım istediği bir şey olup olmadığını sorar,
mutsuz olduğu şeyler varsa öğrenmek ister.
Patron olarak görevlerini bitirdikten sonra kişisel meraklarına dalar.
“Canınız sıkılmıyor umarım burada, yalnız?.. Sessiz
bizim Kunduz.”
“Biliyorum,
onun için geliyorum ben…”
“Bütün gün canınız sıkılırsa aşağı bana inebilirsiniz,
diye hatırlatmak istedim.”
Hacer teşekkür eder, gündüzleri, ormana inmediği
zamanlarda yazdığını anlatır. Bir süre roman, hikâye ve şiir üstüne sohbet
ederler. Hacer, beklentilerinin tersine hoşnut kalmıştır Leman’dan, kocasının
neden gelmediğini, niçin yalnız geldiğini, annesinin niçin yanında olmadığını
ısrarla sormasına rağmen… Tek başına bir iş kadını, imrenmiş olabilir.
“Size birini sorabilir miyim, Dağ Otel’de
çalışıyormuş, Hamza?” Anlatır Köy’de olanları, nasıl biridir, diye sorar.
“Köpeğine bir tasma aldım, küçük bir şey, teşekkür edebilmek için, ama yanlış bir
şeye yorsun da istemiyorum tabii…”
“Yok, yapmaz, öyle biri değildir, ben güvenirim ona.”
Kahvaltıdan sonra Dağ Otel’e uğrar, Hamza’yı sorar.
“Aşağıda, depoda…” derler.
Kocaman gövdesiyle merdivenlerden giriş kata çıkması
batık bir teknenin su yüzüne çıkmasını anımsatır. “Abla hoş gelmişsin…” Uzanır
elini sıkar. “Buyur, şöyle oturalım…”
Ormana bakan
masalardan birine oturur, çay söylerler;
Hacer, şimdi kahvaltıdan kalktım, diye içmek istemez ama Hamza ısrarlıdır.
“Sana teşekkür etmek istedim, küçük bir şey aldım
Dut’a…” der ve elindeki paketi uzatır Hacer.
Açtığında gözleri ışıldar Hamza’nın, “Mahcup oldum
abla!” Kocaman adamın gözünden inci tanesi gibi bir boncuk gözyaşı yanaklarına
yollanır. Saklamak için başını çevirip sol elinin sırtıyla siler. “Dut’uma
yakışır…”
“Çok mu seviyorsun?”
“Başka kimsem yok…”
Hacer bir şeyler söyleyecek olur, sesi çatallanır,
susar, bir süre sonra sorar:
“Gözündeki akıntı ne oldu? Var mı hâlâ ?”
“Artmadı ama kesilmedi de.”
Veteriner sorar Hacer, yalnızca Kasaba’da olduğunu
öğrenir.
“Bu defa biraz vaktim az, çabuk döneceğim, bir daha
gelişimde gene geçmemişse, Kasaba’ya götürelim onu.”
“Zahmet oluyor abla, ben altta kalırım…”
“Kalmazsın, niye kalasın…” Hacer ayaklanır. “Seni işinden etmeyim…”
Kalkarlar, Hamza kapıya kadar yolcu eder Hacer’i.
Arkasından bakar, sevinçle yüklenmiştir, yalnızca uçabilen bir ruh
hissediyordur.
-8-
Bir ay sonra tekrar aradığında Hamza yoktur. Hasta
olduğunu ve hastanede yattığını söylerler. Kasaba’daki devlet hastanesinde
yatıyordur, ciddi hastadır… Köpeğine kimin baktığını araştırır, mutfakta
çalışan birinin adını verirler.
Emine Hanım, Hamza’nın komşusu… Kapısını çaldığında
vakit öğleyi geçmiştir. Bahçede Dut’u görür. Biraz sever, konuşur onunla;
gözündeki akıntı artarak sürüyordur. Tanıtır kendini, Dut’u veterinere
götüreceğini söyler… Emine Hanım zorla oturtur, ayran ikram eder, bahçede
sohbet ederler… Hamza sayesinde dostlar edinmiştir Köy’de.
Bir saat sonra veterinerdedir… Köpeği veterinerin
bahçesine bırakıp hastaneye, Hamza’yı ziyarete gider. Kasaba’nın öbür
yanındadır hastane. İki katlı ince uzun bir binanın ikinci katında, üç kişilik
bir odada kalıyordur Hamza. Yataktan taşmış vücudunu zar zor toparlayıp yarı
oturur duruma gelir. Başucunda duran sandalyeyi çekip oturur Hacer, getirdiklerini
yatağın yanındaki komodinin üstüne bırakır. Nasılsın, diye soracak olur, vaz
geçer, sözü geveleyip yutar, Dut’u veterinere getirdiğini, gözüne baktırdığını,
önemli bir şey olmadığını anlatır.
“Hacer abla, ne diyeyim bilmiyorum… ” Hamza
hastalanmak ayıpmış, utanması gereken bir ahlak düşüklüğüymüş gibi başını
kaldırıp gözlerine bakamaz Hacer’in.
Ormandan, Dağ’dan söz ederler, bölgenin ağaçlarından,
hayvanlarından… Hastalığından konuşmazlar. Hacer doktoruna gelirken uğradığını,
yerinde olmadığını, bugün bulup mutlaka konuşacağını, ona bilgi vereceğini
söyler. Çıktığında doktor odasındadır. Kendisini tanıtıp Hamza’nın yakını
olduğunu anlatır, bilgi ister. Kansermiş, bilinen yöntemlerle tedavi
edilecekmiş, henüz bir şey söylemek için erkenmiş, bekleyip göreceklermiş.
Öğrendiklerini en yumuşak kelimelerle Hamza’ya anlatır;
her şeyi bildiğini, tam bir tevekkül içinde her şeyi Allah’a bırakmış olduğunu
gözlemler… Yaşamın en acımasız rastlantısını bile sorgulamadan, neden ben diye
isyan etmeden kabulleniyordur. Bilgelik
denen şey okumadan, öğrenmeden, öte bir yerdedir… .
Hastaneden çıkar, Dut’u alıp Kunduz’a yönelir. Dağ
yolunda kafası boşalmıştır, ne söyleyecek sözü, ne de düşünecek fikri vardır.
Emine Hanım’a Dut’u bırakır ve otele bile uğramadan doğruca Keltepe’ye çıkar.
Hava kararmaya yüz tutuncaya dek kayınların tepesinden ufukları seyreder.
Dağ, doğa ve ağaç yüksek sanattır, başı sıkıştıkça
kendini ormana atıp ağaçları dinlemesinin nedeni budur.
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder