11 Kasım 2017 Cumartesi

AŞK DAĞDAN İNMEZ (11)



-7-

Bu kez yalnız gelmiştir Kunduz’a. Yürüyüşe çıkmadığı saatlerde odasında yazıyordur. Amacı yayımlamaya değer birkaç öykü çıkarabilmek. İzzet’e müteşekkirdir, aralarındaki tüm sorunlara karşın bu isteğini anlayışla karşılıyordur.
Bir gün kahvaltıda Leman Hanım gelir yanına.
“Günaydın, Hacer Hanım, hoş geldiniz,  katılabilir miyim?”
“Buyurun… Günaydın…”
Leman Hanım istediği bir şey olup olmadığını sorar, mutsuz olduğu şeyler varsa öğrenmek ister.  Patron olarak görevlerini bitirdikten sonra kişisel meraklarına dalar.
“Canınız sıkılmıyor umarım burada, yalnız?.. Sessiz bizim Kunduz.”
“Biliyorum,  onun için geliyorum ben…”
“Bütün gün canınız sıkılırsa aşağı bana inebilirsiniz, diye hatırlatmak istedim.”
Hacer teşekkür eder, gündüzleri, ormana inmediği zamanlarda yazdığını anlatır. Bir süre roman, hikâye ve şiir üstüne sohbet ederler. Hacer, beklentilerinin tersine hoşnut kalmıştır Leman’dan, kocasının neden gelmediğini, niçin yalnız geldiğini, annesinin niçin yanında olmadığını ısrarla sormasına rağmen… Tek başına bir iş kadını, imrenmiş olabilir.
“Size birini sorabilir miyim, Dağ Otel’de çalışıyormuş, Hamza?” Anlatır Köy’de olanları, nasıl biridir, diye sorar. “Köpeğine bir tasma aldım, küçük bir şey, teşekkür edebilmek için, ama yanlış bir şeye yorsun da istemiyorum tabii…”
“Yok, yapmaz, öyle biri değildir, ben güvenirim ona.”
Kahvaltıdan sonra Dağ Otel’e uğrar, Hamza’yı sorar.
“Aşağıda, depoda…” derler.
Kocaman gövdesiyle merdivenlerden giriş kata çıkması batık bir teknenin su yüzüne çıkmasını anımsatır. “Abla hoş gelmişsin…” Uzanır elini sıkar. “Buyur, şöyle oturalım…”
 Ormana bakan masalardan birine oturur,  çay söylerler; Hacer, şimdi kahvaltıdan kalktım, diye içmek istemez ama Hamza ısrarlıdır.
“Sana teşekkür etmek istedim, küçük bir şey aldım Dut’a…” der ve elindeki paketi uzatır Hacer.
Açtığında gözleri ışıldar Hamza’nın, “Mahcup oldum abla!” Kocaman adamın gözünden inci tanesi gibi bir boncuk gözyaşı yanaklarına yollanır. Saklamak için başını çevirip sol elinin sırtıyla siler. “Dut’uma yakışır…”
“Çok mu seviyorsun?”
“Başka kimsem yok…”
Hacer bir şeyler söyleyecek olur, sesi çatallanır, susar, bir süre sonra sorar:
“Gözündeki akıntı ne oldu? Var mı hâlâ ?”
“Artmadı ama kesilmedi de.”
Veteriner sorar Hacer, yalnızca Kasaba’da olduğunu öğrenir.
“Bu defa biraz vaktim az, çabuk döneceğim, bir daha gelişimde gene geçmemişse, Kasaba’ya götürelim onu.”
“Zahmet oluyor abla, ben altta kalırım…”
“Kalmazsın, niye kalasın…” Hacer ayaklanır.  “Seni işinden etmeyim…”
Kalkarlar, Hamza kapıya kadar yolcu eder Hacer’i. Arkasından bakar, sevinçle yüklenmiştir, yalnızca uçabilen bir ruh hissediyordur.
-8-

Bir ay sonra tekrar aradığında Hamza yoktur. Hasta olduğunu ve hastanede yattığını söylerler. Kasaba’daki devlet hastanesinde yatıyordur, ciddi hastadır… Köpeğine kimin baktığını araştırır, mutfakta çalışan birinin adını verirler.
Emine Hanım, Hamza’nın komşusu… Kapısını çaldığında vakit öğleyi geçmiştir. Bahçede Dut’u görür. Biraz sever, konuşur onunla; gözündeki akıntı artarak sürüyordur. Tanıtır kendini, Dut’u veterinere götüreceğini söyler… Emine Hanım zorla oturtur, ayran ikram eder, bahçede sohbet ederler… Hamza sayesinde dostlar edinmiştir Köy’de.
Bir saat sonra veterinerdedir… Köpeği veterinerin bahçesine bırakıp hastaneye, Hamza’yı ziyarete gider. Kasaba’nın öbür yanındadır hastane. İki katlı ince uzun bir binanın ikinci katında, üç kişilik bir odada kalıyordur Hamza. Yataktan taşmış vücudunu zar zor toparlayıp yarı oturur duruma gelir. Başucunda duran sandalyeyi çekip oturur Hacer, getirdiklerini yatağın yanındaki komodinin üstüne bırakır. Nasılsın, diye soracak olur, vaz geçer, sözü geveleyip yutar, Dut’u veterinere getirdiğini, gözüne baktırdığını, önemli bir şey olmadığını anlatır.
“Hacer abla, ne diyeyim bilmiyorum… ” Hamza hastalanmak ayıpmış, utanması gereken bir ahlak düşüklüğüymüş gibi başını kaldırıp gözlerine bakamaz Hacer’in.
Ormandan, Dağ’dan söz ederler, bölgenin ağaçlarından, hayvanlarından… Hastalığından konuşmazlar. Hacer doktoruna gelirken uğradığını, yerinde olmadığını, bugün bulup mutlaka konuşacağını, ona bilgi vereceğini söyler. Çıktığında doktor odasındadır. Kendisini tanıtıp Hamza’nın yakını olduğunu anlatır, bilgi ister. Kansermiş, bilinen yöntemlerle tedavi edilecekmiş, henüz bir şey söylemek için erkenmiş, bekleyip göreceklermiş.
Öğrendiklerini en yumuşak kelimelerle Hamza’ya anlatır; her şeyi bildiğini, tam bir tevekkül içinde her şeyi Allah’a bırakmış olduğunu gözlemler… Yaşamın en acımasız rastlantısını bile sorgulamadan, neden ben diye isyan etmeden kabulleniyordur.  Bilgelik denen şey okumadan, öğrenmeden, öte bir yerdedir… .
Hastaneden çıkar, Dut’u alıp Kunduz’a yönelir. Dağ yolunda kafası boşalmıştır, ne söyleyecek sözü, ne de düşünecek fikri vardır. Emine Hanım’a Dut’u bırakır ve otele bile uğramadan doğruca Keltepe’ye çıkar. Hava kararmaya yüz tutuncaya dek kayınların tepesinden ufukları seyreder.  
Dağ, doğa ve ağaç yüksek sanattır, başı sıkıştıkça kendini ormana atıp ağaçları dinlemesinin nedeni budur.
(Devam edecek)

∘∘∘




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder