Kasaba’ya giden yol Çamlık korusunun önünden geçer. Yolun iki tarafında
telaşsız adımlarla gezinen ikili üçlü gruplar vardır çoğu zaman. Birkaç
kilometre daha giderseniz, sağ tarafınızda, ortasında Kasaba’ya adını veren Osmanlı paşasının büstü bulunan küçük bir park
görürsünüz.
Yavaş hareketlerine imrenmeden edemeyeceğiniz erkekler –kadınlar
pek sık görülmez- oturmuş bir şeyler içerler burada, dünyada olup bitenleri
zerre kadar sallamadan tandır kebabın lezzetini, buğday başaklarının gürlüğünü,
tütün yapraklarının zenginliğini, belediye başkanının kaldırım ihalesinden kaç
para yediğini konuşurlar… Daha doğrusu bunları konuştukları izlenimini alırsınız
ve bu izlenimlerinizi sorgulamaya gerek görmezsiniz. Böyle bir dinginlik ve
sükûnette başka ne olabilir ki, diye geçmiş olabilir içinizden.
Kenan parkın giriş kapısı önüne çeker arabayı. Karşıdaki avukat
yazıhanesini hizalar. Böyle ufak tefek simetri takıntıları vardır. Biraz
ilerdeki bakkal dükkânına yürür. Alış-veriş eder, bisküvi cinsinden şeyler…
Oradan kırtasiyeciye, kağıttı, defterdi, kalem ucuydu, silgiydi, yazıcı
kartuşuydu, aklına düştüğü kadarıyla bir şeyler alır.
Birkaç dakika sonra dağ yoluna koyulmuştur. Önce kuzeye sonra batıya
yönelir yol. ‘Kunduz Dağı’ yazan tabelanın gösterdiği yöne sapınca kısa boylu
yorgun karaçamlarla tanışırsınız öncelikle, yolun iki yanına
dizilmişlerdir, ağır konuklarını
ağırlayan ülkenin öğrencileri gibi; ancak çamlar gönüllüdür.
Biraz yükselince
sarı çamlar görünmeye başlar. Bir saate yakın gitmiş olmalı, çamların ve kayın
ağaçlarının ortasından kıvrıla kıvrıla tırmanan dağ yolunda, Ovacık Yayla’sını
tepeden görünceye dek… Kesilmiş ağaç kütüklerinin istif edildiği, göz alabildiğine
uzanan uçsuz bucaksız bir çimenlik evrenin büyük bilinmezlerine nispet
yaparcasına uzanıyordur karşısında…
Bak bakalım anlayabiliyor musun? Çarpılır.
Muhteşem bir yeşil denizi ufuklara kadar uzanıyordur. Ovacık Yaylası’nın üç yanında,
umut, coşku ve sevgi duvarları gibi yükselen Kunduz Ormanı, kutsal bir çatı
gibi üstünü kaplayan sisle, Tanrı’yı özenle sarıp sarmalamış bir büyülü mabede
benziyordur. Çimenliğin ortasında, baygın akan Ovacık Deresi ile rastgele
yerleştirilmiş orta büyüklükte ve kıratta beş otel… Heyecandan kendinden
geçmiş, her türlü duyumsal uyarana kendilerini kapamış vect halindeki sufileri
çağrıştırıyordur oteller.
Kunduz Ormanları ıpıssızdır.
Bu ikinci gelişidir, birincide de ormanı çok sevmişti; ama şimdi sanki
hipnotize olmuş, alışık olmadığı bir duygunun derin titreşimleri tüm
hücrelerini yerinden etmiştir. Bu ihtişamı kaçırırım korkusuyla donup kalmak
ister. Belki de bu denli etkilenmesinin nedeni içinde bulunduğu ruh halidir.
Epeydir kendisiyle başı sıkıntıdadır; Kunduz’un yeşili, belki de önce azdırıp
sonra merhem olacaktır başındaki bu belaya…
Otellerin isimlerini okumaya çalışarak Dağ Otel’i bulmaya çalışır. Batıya
doğru üçüncü oteldi Semih’inki… Babası Kasaba eşrafındandır. Zamanında burayı
yazlık olarak yaptırmış, epey bir süre yalnızca yazın gelmişler, sonra da
yandaki arsayı da alarak yirmi yataklı bir otele çevirmişlerdi.
Arabayı park eder. Yavaşladığını, adımlarının küçüldüğünü hisseder. Ortama
ayak uyduruyor olmalıdır. Bilinçli olarak hep daha yavaş hareket etmek isterse
de bir türlü beceremezdi, kendini bir koşuşturma içinde sağa sola saldırırken
yakalardı. Sevinir, bir anlık da olsa, ılık bir yüksek moral aurası bütün
ruhunu sarmalamıştır. Sebebini çıkaramadığı bir sevinçle hazır hisseder her
şeye. Günlerdir ilk defa hissediyordur böylesine sahici bir coşkuyu. İçindeki
gücü herkes görsün ister, silik bir gülücüğü yapıştırmaya çalışır yüzüne. Ancak
içindeki pırıltı uzun sürmez, saman alevi gibi çabuk geçer.
“Buyur abi.” İnce uzun, kara kuru bir genç, tezgâhın ardında; sıcak, samimi bakışları var. “Kenan Bey?”
“Evet…” Ona doğru ilerler. “İsmet Bey yok mu?”
“Burada abi, birazdan gelir, trafoya bakmaya gitti.” Resepsiyondan dışarı
çıkar. “Sizi bekliyorduk, şey… benim adım Cemal, odanız hemen ikinci katta,
eşyalarınızı alayım. ”
Odası ormanın güney kanadına bakıyordur. Cemal’e bahşişini verir. Biraz
sohbet ederler. Patronun arkadaşı olduğunu biliyor ona göre davranıyordur.
Memnun olur Kenan, eşyalarını yerleştirir. Kitapları için istediği iki adet
kitaplığı ve büyükçe bir masayı da koydurmuştur odasına İsmet Bey. Kitapları
neredeyse doldurur kitaplığı.
Akşam olmak üzeredir, küçük bir tur için dışarı çıkar. Hava iyice
serinlemiştir. Kabanın altına kazak giysem iyi olurmuş, diye geçirir içinden ama
geri dönmez.
Akşam Ovacık’a kanlı trajedilerin sonunda sahneye inen tiyatro
perdesi gibi hüzünle iniyordur. Kunduz ormanları daha da kararmış, otellerden
dışarıya gönül sızısı gibi kızıl sarı bir aydınlık vurmuştur.
(Devam
Edecek) 3/38 -14
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder