1 Kasım 2017 Çarşamba

AŞK DAĞDAN İNMEZ (2)




Kasaba’ya giden yol Çamlık korusunun önünden geçer. Yolun iki tarafında telaşsız adımlarla gezinen ikili üçlü gruplar vardır çoğu zaman. Birkaç kilometre daha giderseniz, sağ tarafınızda, ortasında Kasaba’ya adını veren  Osmanlı paşasının büstü bulunan küçük bir park görürsünüz. 
Yavaş hareketlerine imrenmeden edemeyeceğiniz erkekler –kadınlar pek sık görülmez- oturmuş bir şeyler içerler burada, dünyada olup bitenleri zerre kadar sallamadan tandır kebabın lezzetini, buğday başaklarının gürlüğünü, tütün yapraklarının zenginliğini, belediye başkanının kaldırım ihalesinden kaç para yediğini konuşurlar… Daha doğrusu bunları konuştukları izlenimini alırsınız ve bu izlenimlerinizi sorgulamaya gerek görmezsiniz. Böyle bir dinginlik ve sükûnette başka ne olabilir ki, diye geçmiş olabilir içinizden.
Kenan parkın giriş kapısı önüne çeker arabayı. Karşıdaki avukat yazıhanesini hizalar. Böyle ufak tefek simetri takıntıları vardır. Biraz ilerdeki bakkal dükkânına yürür. Alış-veriş eder, bisküvi cinsinden şeyler… Oradan kırtasiyeciye, kağıttı, defterdi, kalem ucuydu, silgiydi, yazıcı kartuşuydu, aklına düştüğü kadarıyla bir şeyler alır. 
Birkaç dakika sonra dağ yoluna koyulmuştur. Önce kuzeye sonra batıya yönelir yol. ‘Kunduz Dağı’ yazan tabelanın gösterdiği yöne sapınca kısa boylu yorgun karaçamlarla tanışırsınız öncelikle, yolun iki yanına dizilmişlerdir,  ağır konuklarını ağırlayan ülkenin öğrencileri gibi; ancak çamlar gönüllüdür. 
Biraz yükselince sarı çamlar görünmeye başlar. Bir saate yakın gitmiş olmalı, çamların ve kayın ağaçlarının ortasından kıvrıla kıvrıla tırmanan dağ yolunda, Ovacık Yayla’sını tepeden görünceye dek… Kesilmiş ağaç kütüklerinin istif edildiği, göz alabildiğine uzanan uçsuz bucaksız bir çimenlik evrenin büyük bilinmezlerine nispet yaparcasına uzanıyordur karşısında… 
Bak bakalım anlayabiliyor musun? Çarpılır. Muhteşem bir yeşil denizi ufuklara kadar uzanıyordur. Ovacık Yaylası’nın üç yanında, umut, coşku ve sevgi duvarları gibi yükselen Kunduz Ormanı, kutsal bir çatı gibi üstünü kaplayan sisle, Tanrı’yı özenle sarıp sarmalamış bir büyülü mabede benziyordur. Çimenliğin ortasında, baygın akan Ovacık Deresi ile rastgele yerleştirilmiş orta büyüklükte ve kıratta beş otel… Heyecandan kendinden geçmiş, her türlü duyumsal uyarana kendilerini kapamış vect halindeki sufileri çağrıştırıyordur oteller.
Kunduz Ormanları ıpıssızdır.
Bu ikinci gelişidir, birincide de ormanı çok sevmişti; ama şimdi sanki hipnotize olmuş, alışık olmadığı bir duygunun derin titreşimleri tüm hücrelerini yerinden etmiştir. Bu ihtişamı kaçırırım korkusuyla donup kalmak ister. Belki de bu denli etkilenmesinin nedeni içinde bulunduğu ruh halidir. Epeydir kendisiyle başı sıkıntıdadır; Kunduz’un yeşili, belki de önce azdırıp sonra merhem olacaktır başındaki bu belaya… 
Otellerin isimlerini okumaya çalışarak Dağ Otel’i bulmaya çalışır. Batıya doğru üçüncü oteldi Semih’inki… Babası Kasaba eşrafındandır. Zamanında burayı yazlık olarak yaptırmış, epey bir süre yalnızca yazın gelmişler, sonra da yandaki arsayı da alarak yirmi yataklı bir otele çevirmişlerdi.     
Arabayı park eder. Yavaşladığını, adımlarının küçüldüğünü hisseder. Ortama ayak uyduruyor olmalıdır. Bilinçli olarak hep daha yavaş hareket etmek isterse de bir türlü beceremezdi, kendini bir koşuşturma içinde sağa sola saldırırken yakalardı. Sevinir, bir anlık da olsa, ılık bir yüksek moral aurası bütün ruhunu sarmalamıştır. Sebebini çıkaramadığı bir sevinçle hazır hisseder her şeye. Günlerdir ilk defa hissediyordur böylesine sahici bir coşkuyu. İçindeki gücü herkes görsün ister, silik bir gülücüğü yapıştırmaya çalışır yüzüne. Ancak içindeki pırıltı uzun sürmez, saman alevi gibi çabuk geçer.
“Buyur abi.” İnce uzun, kara kuru bir genç, tezgâhın ardında;  sıcak, samimi bakışları var. “Kenan Bey?”
“Evet…” Ona doğru ilerler. “İsmet Bey yok mu?”
“Burada abi, birazdan gelir, trafoya bakmaya gitti.” Resepsiyondan dışarı çıkar. “Sizi bekliyorduk, şey… benim adım Cemal, odanız hemen ikinci katta, eşyalarınızı alayım. ”
Odası ormanın güney kanadına bakıyordur. Cemal’e bahşişini verir. Biraz sohbet ederler. Patronun arkadaşı olduğunu biliyor ona göre davranıyordur.
Memnun olur Kenan, eşyalarını yerleştirir. Kitapları için istediği iki adet kitaplığı ve büyükçe bir masayı da koydurmuştur odasına İsmet Bey. Kitapları neredeyse doldurur kitaplığı.
Akşam olmak üzeredir, küçük bir tur için dışarı çıkar. Hava iyice serinlemiştir. Kabanın altına kazak giysem iyi olurmuş, diye geçirir içinden ama geri dönmez. 
Akşam Ovacık’a kanlı trajedilerin sonunda sahneye inen tiyatro perdesi gibi hüzünle iniyordur. Kunduz ormanları daha da kararmış, otellerden dışarıya gönül sızısı gibi kızıl sarı bir aydınlık vurmuştur.

(Devam Edecek) 3/38 -14

∘∘∘




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder