1______________________________________
Giriş
Entellektüel
ve ahlaki eğitimimiz çürük... Söylenen ve yapılan şeyleri eleştirel olarak
değerlendirmek yerine,“söylemin parlaklığına olan hayranlığımız”öne
çıkmaktadır... Bu yüzden tüm eğitimimiz
yoldan çıkmıştır... Kendimizi oyuncuları olarak gördüğümüz tarih
sahnesinin şaşaasının romantizmi ile saptırılmıştır. Bizler gözümüz seyircide
davranmak üzere eğitildik...
|
Popper,
Karl Raimund, The Open Society and its Enemies (Açık Toplum ve
Düşmanları) C-2 ,S.275
|
Yola Çıkarken
Tartışmalar
Charles Percy Snow’un (ö:1980) 1959 yılında İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nde verdiği
konferansla başlamıştı: “İki Kültür ve
Bilimsel Devrim”. Edebiyat ve bilim çevrelerinde kolay sonuçlanacağa
benzemeyen bir polemik ateşlenmişti.
Konuşmacı
eski bir bilim adamıdır. “Edebiyat” ve “bilim” kültürleri arasındaki
iletişimsizliğin, anlayışsızlığın nedenlerine değinmekte, vahim bulduğu
sonuçlarına işaret etmektedir. Snow, kimya dalında doktora yapmıştır. Kısa hikayesi
şöyledir:
Bir çalışma
arkadaşıyla birlikte yürüttüğü araştırmasının sonunda, A-vitamininin yapay
olarak üretilebileceğini ünlü Nature dergisinde duyururlar. İnsanlığın en eski
ve prestijli bilim kurumu Kraliyet derneğinin (Royal Society of London) başkanı
bulguları çok önemli bulduğunu açıklar[1].
Ne yazık ki sonuç
beklendiği gibi çıkmaz. Snow ve arkadaşı hesaplamalarında bir yanlışlığı fark
eder ve kamuoyuna açıklarlar.
Snow
bu sıkıntıdan çok etkilenir. Sonunda bilimsel araştırmadan tamamen soğur... İşi
edebiyata döküp roman yazmaya başlar. Gerçek ününü romanlarıyla yapar.
°°°
“Bilim
kültürü”nden ne anlamalıyız?
“Bilim”, olguları
açıklamak, olgularla ilgili çelişik bulduğumuz konuları, sorunları, anlamaya
çalışmaktır.
Bilgi üretmenin
tek güvenilir yoludur. Fiziksel ve biyolojik varlıkların davranışlarını
açıklamaya çalışır. Evreni, kendimizi ve bilgimizi anlayabilme çabalarına
kısaca “bilim “ diyoruz.
Bu anlamda bilimi
antikçağdan (m.ö. 7yy- m.s. 3.yy) başlatırız. Thales (ö: m.ö..645), Socrates
(ö:m.ö. 399), Platon (ö:m.ö.347), Aristoteles (ö:m.ö.323) devridir
antikçağ... Bin yıllık bir dönem olarak belleğimizde kolayca saklayabiliriz.
Bilimin ikinci
göz alıcı dönemi İtalyan Rönesansı ile başlayıp günümüze kadar gelen beş yüz
yıllık dönemdir.
Antikçağ
ile Rönesans arasında kalan, gene bin
yıl diyebileceğimiz zaman
dilimine (yaklaşık 5.yy ile 15.yy arası) de “ara zaman”, “orta zaman” anlamında
“ortaçağ” denmiştir. Aydınlık iki bölge arasında kalmış karanlık döneme işaret
eder.
°°°
Snow’un “İki Kültür”de gönderme yaptığı “bilimsel
kültürün” başlangıcı 17. yüzyıl. Bacon
(ö:1626), Kepler (ö:1631), Galileo (ö:1642), Descartes (ö:1650), Newton
(ö:1687), Locke’ın (ö:1704) yetiştiği
dahiler yüzyılıdır.
Bu yüzyılın
düşünce tarihindeki önemi yepyeni bir bilgi anlayışını ortaya çıkarmış
olmasıdır: “Doğru, insan aklı için apaçık
ortadadır ”. Herkesin, çok özel
hatta Tanrısal niteliklere ihtiyaç duymaksızın, önyargılarına
kapılmadığı sürece doğruya ulaşabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. “Akıl”,
tüm insanların, ırkları, sınıfları, renkleri ne olursa olsun rahatlıkla
kullanabildiği bir araç gibi görülmektedir.
Bunun anlamı
şudur : Ruhban sınıf ve Tanrı’nın temsilcisi olduğunu iddia eden aristokrat
yönetici sınıf büyük gücünü kaybetmektedir... Ellerinden, yaşamı yorumlayıp doğru bilgilere ulşama özel hakkı
alınmaktadır!..
Anlayacağınız,
sade vatandaşın da aklıyla düşünerek doğruları bulabileceği söylenmektedir...
Bu anlayış
değişikliği gerçek bir devrimdir...
°°°
Dahiler
yüzyılının bilimsel devrimini, “sanayi
devrimi” (1750-1850) izlemiştir. Buhar makinesinin ateşlediği (1784) seri
üretim süreci açılmıştır. Uygulamalı
bilimler baş rolü oynamaktadır... 1850’ye kadar telgraf haberleşme aracı olarak
bulunmuş, üretimin tüm dallarına buhar makinesi iyice girmiştir.
Snow’un sözünü
ettiği bilim kültürünün tomurcukları, 17. yüzyılın temel bilimlerinin ve 18.
yüzyılın sanayi devriminde gelişen uygulamalı bilimlerin anlayış ve
düşüncesinde oluşmuştur.
Edebiyat kültürü
ona göre, bireysel deneyimlerimizdeki trajik ve çözümsüz kaygılarla (insanın
yalnızlığı ve ölümün gerçekliği) gereğinden fazla ilgilenmektedir... Bunu
yaparken toplumsal deneyimin önlenebilir sevimsiz yanları üstüne düşünmeyi geçiştirmektedir...
Oysa bilim,
çevremizi anlamaya, görebildiği problemlere cevap bulup onları çözebilmeye
odaklanmaktadır.
°°°
Snow’un
başlattığı polemik çok karmaşık bir sorunsalı tam göbeğinden vurmuştur: Temel ve uygulamalı bilimlere tamamen
yabancı edebiyat aydınları, dumanı tüten günlük sorunlara ne derecede katkıda
bulunabilirler?
Bu
sorunun tartışılmaya değer olduğu açıktır.
°°°
Francis Bacon(ö:-1626)
ve Descartes’dan bu yana, aklın otorite olarak dünyevi sorunlarla başa
çıkılmasında dinin yerini almaya başlamasıyla şunlar oldu: Aklı kullandığını
iddia eden her akım değişik yöntemlerle kendi kesin değişmez doğrusunu
ispatlamaya çalıştı. Bir kez kanıtlamanın yapıldığına inanıldığında yapılacak
iş, doğru bilgiyi baş köşeye yerleştirip uygulamaya geçmek. Artık uğruna her
fedakarlık yapılıp savaşmaya değer doğru
bulunmuştur. Apaçık gözüken bu kesinliklere karşı çıkanlar, ya
değişik çıkarları olduğundan toplumu engelleyen hainler, ya cehaletinden
gelişmelere engel olan dünyadan habersizler, ya da “ulusun tarihsel gelişim
ruhunun” hedefe ulaşmasını önlemeye
çabalayan kötü niyetliler gibi görülebilmişlerdir...
Şimdi
Aslında ben,
gündelik hayatta, şirketlerde, çarşıda pazarda varolmaya çalışan tek tek
insanların, yaşadıkları “bilgi(!) salvosu” altında aradıkları işe yarar bilgiyi
nasıl bulabilir, onu merak ediyorum.
Doğa bilimleri
var: Fizik, kimya, biyoloji…
Sosyal bilimler
var: Sosyoloji, ekonomi, politika…
Beşeri bilimler (humanities)
var: Diller, edebiyat, tarih, felsefe, din, görsel sanatlar, performans
sanatları…
Üniversitelerdeki
hocalar, piyasadaki uzmanlar her birinden bol bol “bilimsel bilgi” saçıyor!
Hangisinin işe yaradığına sen karar vereceksin; kime güveneceğine veya kimseye
güvenmemen gerektiğine….
°°°
Sonraki bölümlerde
okuyacaklarınızın yazılmasının üzerinden on yıldan fazla zaman geçti.
21.yüzyılın ilk on yılı.
Popper Açık Toplum’unu 1939-1943
yılları arasında yazdı; II. Dünya Savaşı yılları… Ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştı, 1937 yılında Yeni
Zelanda üniversitelerinden birinde ders veriyordu.
1946’da İngiltere’ye geldi.
Üç yıl sonra London School of Economics’de mantık ve bilimsel metod profesörü
oldu. 1969 yılında emekli olana dek bu görevde kaldı.
Bilgi kuramını doğa bilimlerinden
yola çıkarak yarattı: Sorunları ancak mantıkla çözebilirdin. Tüm duygulardan
ayıklanmış tertemiz bir mantıkla. Dikkat etmek zorundasın yalnızca gözlem ve
deneye denk düşüyor diye sıradan yolara sapabilirsin. Buna kanma.
Mantıklı davranış,
kararlarımızı bilgimizin en iyisine dayandırmak ve bir taraftan da bilgimizin
yerini alabilecek olan daha iyi bilgiyi aramayı sürdürmek. Bu tutumun
geleneklerimize ne denli aykırı olduğunu hemen hissetmişsinizdir. Bilgi deyince
aklımıza kesinlik gelir; niçin daha iyisini ayayalım ki?
Popper’ın yerle bir ettiği
işte bu kesinlik…
°°°
Politikada, sosyal
bilimlerde ve işsel (ticari) bilimlerde bunu uygulamak zor. Çünkü doğru
olduğundan asla emin olamayacağın iddialarla başlamak zorundasın. Geçmişin
deneyiminden geçmiş, gözlemlere uygun yollar bunlar. Ama bu reçetelerin hiçbir
başarı garantisi yok.
Olabildiğince eleştirel ve
yavaş gitmekten başka mantıklı yol bulamazsınız.
Hızlandıkça oyun kumara
yaklaşır. Otoriter ve totaliter oyunlar bu nedenle sürekli kaybettiğinin iki
mislini bastığın bir rulet oyununa benzer.
Hile yapmıyorsanız
şirketler de bir noktadan sonra bu çılgın oyuna döner. Gerçek dikkat vermek
zorundasınız!
Popper otoriter sistemlere
karşı demokrasiyi bu zeminde başarıyla savundu.
O bir soğuk savaş
filozofu...
Platon’a, Hegel’e ve Marx’a
acımasızca saldırdı. Hem de II. Savaş sonunda, Hitleri deviren Sovyetler
Birliği’nin prestiji tepelerdeyken…1991’de ise, Sovyetler’in çökmesiyle tüm
rüzgarlar Açık Toplum ve Düşmanları’nın yelkenlerini doldurmaya programlanmış
gibiydi.
°°°
Batı’nın liberalizminin
yılmaz savunucusu oldu. Demokratik özgür Batı’nın her sorunun üstesinden
geleceğine inandı. İnsanlığın en üstün kurumu bilimdi; doğa bilimleri herşeyin
üstesinden geleceği konusunda kuşkusu yoktu. Sorunlar ne denli karmaşık ve
yakıcı olursa olsun bilim hep birkaç adım öndeydi.
Karamsar sorular soran
gazetecileri küçümser, bilimin gücünden haberdar olmadıkları için böyle
konuştuklarını ima ederdi. Bilimin gücünü değerlendirememeleri karşısında
şaşkınlığını gizleyemezdi. Ancak teknolojiyi kullanan kâr peşindeki –otokratik-
şirketlere ve onlarla uyum içinde kaldıkça seçim kazanabilen hükümetlere hiç değinmedi.
Düşüncelerine uygun
yaşamazdı. Eleştiriye hoşgörüyü bilginin olmazsa olmaz zemini görse de, kimseyi
dinlemez, eleştiren dostlarına ateş püskürür, hatta sinirden kıpkırmızı olup
titrediği olurdu. Profesör olduğu London School of Economics’deki adı
“totaliter liberal” idi.
°°°
Evrim kuramını bilimsel bir
teori olarak görmedi. Yanlışlanabilir iddialar üretememiştir, dedi. Yalnızca
saygın bir metafizik sav… Oysa geleceğe dönük değil, geçmişe yönelik ciddi
iddialar üretecek ve başarıyla test edilecek, kestirilen ara türler bulunacak
fosillerle destreklenecekti.
Yaşasaydı insan kaynaklı iklim değişikliğine ilişkin sorulara şöyle
demeyi sürdürür müydü, merak ediyorum:
“Bilim mutlaka bir çare
üretecektir.”
Yoksa, dehasıyla soğuk
savaş perdesini yırtar, neoliberal yeni kapitalizm benim savunduğum demokratik
liberalizm değil, der miydi?
Yirminci yüzyılın dört
büyük dahi filozofundan biri kabul ediliyor:
Wittgenstein (ö:1951),
Russell (ö:1970), Heidegger (ö:1976), Popper (ö: 1994)
°°°
[1] Snow,
Charles P., İki Kültür, Türkçesi
Tuncay Birkan, Ankara: Tübitak, 1999(1993), 208 pp, 18,5 cm;
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder