7 Kasım 2017 Salı

AŞK DAĞDAN İNMEZ (8)







-3-

Bir süre sessizce yol alırlar, dağ yolunda olabildiğince hızlı gidiyorlardır. Henüz ne olup bittiğini soramamıştır Kenan. Kadına bakar; beyaz tenli, sempatik … Hatta çok hoş, çekici… İnsanın derinlemesine içine bakan kahverengi gözleri var.
“Tanışmaya vakit olmadı, Kenan…” Elini havaya kaldırır, elini sıkıyormuş gibi… “Ne durumda kocanız… değişiklik falan? ”
“Rahat nefes alıyor, ama hala baygın… Kanıyor da galiba, burundan bir akıntı…  Bilemiyorum ki…” Kafasını kaldırır, ön koltuğa bakar.  “Ben de Hacer…”
“Nasıl oldu?”
“Kafenin epey üzerinde, daracık bir patika yol var…”
Kenan dehşetle ürperir: “O yol çok yukarda, Allah korusun…”
“Ben severim… Kimse çıkmaz oraya, hep ıssız olur… Ayağı kaymış olmalı…” Tonlamasız, heyecansız, duygusuz, daha önemli başka şeyler düşünüyormuş gibi konuşur. Sessizlik. Yalnızca lastiklerin asfaltla hızla kucaklaşmasının çıkardığı, çamların arasından bulutlara yükselen gizemli tıslama sesi duyulur.  Arkadaki yaralının kaderi bu ıslak güvenilmez sese bağlıymış gibi gelir Kenan’a, üzülür onun adına. Adamdaki de şans…
Bir ara arkada sızlanır Hacer karnını tutarak. “Biraz durabilir miyiz, midem…” Arabanın durmasıyla kendini çamların altına atıp kusmaya başlar. Kenan eğilmiş alnını tutuyor, şaşkın bakışlarla izliyordur. Kısa bir süre sonra kafasını kaldırır ayağa kalkar biraz yürür ağaçların altında. Kenan’ın bagajdan getirdiği suyla yüzünü yıkar.
“Tamam…”  Alışılmış günlük ritüelin bir parçasını tamamlamış gibi doğal davranır.   “Artık gidebiliriz, olur bana böyle, midem hassas…”
Kasaba’ya gidinceye dek aynı şey iki kez daha tekrarlanır. Dururlar, kusar Hacer, biraz hava alır, yüzünü yıkar, ardından arabaya döner. Kenan artık sorgulamaz ne olup bittiğini. Kasaba’da parkın önünde duraklar, hastanenin yerini sorar birine. Doğru gidince birkaç kilometre ilerdeymiş.
Arka koltuğa kafasını uzatarak sorar:
“Adı neydi kocanızın?”
“İzzet.”
Acile alırlar. Hacer olanları anlatır doktora. Beklerler bir süre, yan yana. İlk defa rahatça görebilir Kenan Hacer’i. İnsanın bakmadan geçemeyeceği bir kadın…
Doktorlar durumun ciddi olduğunu, acil önlemleri alacaklarını, ardından hastanın daha donanımlı Şehir hastanesine kaldırılması gerektiğini söyler. Kenan’a bakar Hacer, ne dersin, diye; cevabını beklemeden, tamam, der.
Akşama ambulansı ayarlar, birlikte Kunduz’a geri dönerler. Hacer eşyalarını alıp annesiyle birlikte Kasaba’ya dönecektir.  Yolda hiç konuşmaz, kilitlenmiş gözlerini ön camdan bir türlü ayırmamıştır. Kunduz’a vardıklarında Kenan’ın gözlerine bakmamaya özen gösterir, uykudan yeni uyanmış gibidir.
“Nasıl teşekkür etmeliyim, bilmiyorum Kenan Bey…” Ojeleri dökülmüş tırnakları ve özensiz kıyafetinden kendisiyle pek barışık olmadığı izlenimi veriyordur.
“Boş verin… Kim olsa aynı şeyi yapardı, umarım çabuk iyileşir…”
“Hoşça kalın.”
Kunduz Otel’e doğru hızlı adımlarla uzaklaşır. Kenan arabayı otelin önüne çeker.  Mars onu görmüş, zıplamaya başlamıştır.


-4-

Temmuz ayının ortalarına gelindiğinde Kenan iki ayı aşkın bir süredir Dağ’dadır, artık bölgenin yerlisi gibi görülmektedir. Otellerin sahiplerini, işleticilerini tanır, köy esnafıyla sıcak ilişkiler kurmuştur. Arada bir uzun yürüyüşle Köy’e giderler Mars’la.
Leman’la dostluğu epey ilerlemiştir. Haber yolladığı olur:
“Sabah beklesinler, yürüyüşe ben de katılacağım…” veya “Akşam yarım saat geç çıkarlarsa ben de katılabilirim…” Tümüne olumlu cevap vermeye özen gösterir Kenan. Onun deli dolu sohbeti egzotik tatlar bırakmakta, günlerine çeşni katmaktadır.
Bir akşam onu yemeğe davet eder, Kunduz’a geldiği ilk günlerde otelinde verdiği yemeğe karşılık olarak. İsmet masayı donatır, Kunduz otelden geri kalmak istemez. Birer duble rakı söylerler. Bu kez baş başadırlar, İsmet katılamaz, Yeğeni de Kunduz’da değildir. Kenan Leman’ın bunu farklı yorumlayabileceğinden kuşkulanır, ancak yapılacak bir şey yoktur. Konuşmalar dönüp dolaşıp para meselesine düğümlenir, Leman’la bu kaçınılmazdır… Nereye kadar, nasıl yürüyecektir Kenan? Buna yanıt arıyordur hep.
Yemeğin ortalarına doğru ikinci rakısını doldurur Leman, içkinin rehavetiyle göz kapakları düşmüş, kısık gözleriyle dünyaya daha hoşgörülü bakar olmuştur. “Biliyor musun,  senin yerinde olsam gözlerime uyku girmez, hep ne iş yapar da para kazanırım diye düşünürdüm...”
“Benim düşünmediğimi nereden biliyorsun?”
“Ben anlarım, para düşünen adamın sohbetinde azıcık onun, o lanetli pulların yeri olur! Yoksa sen de başkaları gibi kadın gördüklerini adamdan saymıyor musun? Ben Türk Lirasına bile güvenmem, varsa yoksa Dolar aklımı zapt etmiştir... Söyler misin, sen benden fazla ne biliyorsun, neye güveniyorsun da böyle rahatsın? Beni de rahatlat, hesabımdaki Dolarlar azalmaya başladı mı beni hafakanlar basıveriyor, içime sıkıntı çöküyor…”
(Devam edecek)

∘∘∘


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder