-5-
İzzet’le ilk kez Kunduz’a gelmesi epey eskilere dayanır, tam beş yıl
önceye… İlk geldiklerinde kafasına yazılmıştır Dağ, yaşamına anlam katan
alanların en başına… Sabahların, yaşamı tutkusuz zifiri karanlık gecelerin
elinden umutla, şefkatle incitmeden
devralmaya özen gösterdiği yorgun günlerdir… Kocasının, gücünü ve sabrını
sonuna dek zorlayarak, yapabildiğince onu anlamaya çalıştığı zamanlar…
Birlikte Keltepe’ye ilk çıktıkları günü bugün gibi hatırlar; yirmi beş
yaşındaydı, yaşadığım tüm yılların yerine burada yaşayacağım altı ayı tercih
ederdim, diye düşünmüştü. Tabii ki kocasından gizli düşüncelerdi bunlar, bir
insan teki olarak kendi başına yaşadığı zehirli düşünceler… Kunduz öncesi
bunları yalnızca kafasındaki hikâye kahramanlarıyla paylaşırdı; şimdi yeni
dostlar, paylaşım alanları edinmiştir: Doğa, orman, ağaç, diğer canlılar…
İlginçtir, Dağ’la tanışmasından neredeyse bir yıl sonra, geçmişin on yıldan
daha uzak bir yerinde içine düştüğü o çıkışsız lâbirentte bir daha kaybolacaktır.
Hayat sanki verdiklerini aldıklarıyla kuyumcu terazisinde tartarak dengelemiş, bir
yanda orman ve doğayla dayanma gücünü beslerken diğer yanda sırtındaki yükleri
altında ezileceği kertelere çıkarmayı ihmal etmemiştir. Kazanılan bir gücün ne
denli işe yaradığının gecikmeden sınanması illa ki gerekiyormuş gibi… Yine de
yazıklanmaz, Dağ her zaman belleğinin başköşesinde, öykülerinin hemen yanı
başında, hülyalı anılarının depolandığı ayrıcalıklı yerini korumuştur.
Yalnız gelişi, Kunduz Dağı’yla tanışmasından iki ay sonradır. Yaz, temmuz veya ağustos. Kunduz Otel’de yer
ayırtmıştır kocası, sahibi kadın diye burayı güvenilir bulmuştur.
Annesiyle birlikte küçük arabasına atlarlar, bir saat sonra Kasaba’da
parkın kirli yeşil boyalı demir kapısının önündedirler. Annesinin keyfi yoktur,
her sözünü geveleyip durduğu ‘kadın
başımıza ne işimiz var bu yollarda’ lâfıyla bağlıyordur.
“Yiyecek bir şeyler alayım, sen…”
“Yok canım, ne işim var! Alış verişmiş…” Asık suratını parktan yana
çevirir. Bir süre sonra elinde küçük bir torbayla gelir Hacer, civardaki tüm
esnafın dükkânlarının önüne çıkıp onu seyrettiğini fark etmiştir. Makyajsızdır
ve düşünebileceği en tutucu giysiler içindedir, buna karşın uzun boyu ve kayısı
rengi teni yeterli ilgiyi uyandırmaya yetiyordur. Güler geçer, ancak annesinin
bunu kızgınlığını körüklemekte kullanacağından emindir. Üzerinde dolaşan
yapışkan bakışlara gülerek atlar arabaya.
“İstemiyorsan bundan sonra getirmem seni…”
“Bir de yalnız geleceksin, öyle mi?”
Hacer’in yüzünde peydahlanan hınzır
gülücük gözünden kaçmaz annesinin.
Kunduz Otel’in kapısına geldiklerinde Kasaba’daki annesinden iz kalmamıştır.
Kunduz gezegeninin etkisi der Hacer buna, onun için Dağ başka bir gezegendir… Sizi
çok etkileyen bir sanat eseri düşünün, resim olur, mimari bir yapı olur, heykel
olur, bir müzik parçası olur, onun uyandırdığı duygularla sürekli yaşamaktır
Kunduz’da olmak.
-6-
Odalarına yerleşirler. Sıcak bir yaz
öğleden sonrası ılık hoş bir akşama teslim olmuştur. Yemekten önce dolaşmak ister
Hacer. Annesi dinlenmek istiyordur.
“Anneciğim istersen gel, gelmiyorsan…”
“Tamam. Ne halin varsa…”
Eşofmanını, yürüyüş ayakkabılarını giyer; çantasının içine küçük defterini
ve kalemini atar, kapıya yönelir.
“Yemekte görüşürüz.”
Otelin önünde gezinir bir süre, yeşil dalgalı bir denizin içinde yürüyor
gibidir; ağaçların arkasına sarkmak üzere olan güneşin eğik hüzünlü ışınları
hareli bir kadife kumaşa benzetmiştir çimenleri.
Köy’e küçük bir gezinti… Neden olmasın? Kuzeydoğuya ayrılan Köy yoluna
girer. Tek tük yürüyenler vardır. Epey hızlı yürümesine karşın yarım saatte
ancak gelebilmiştir. Girişte, yolun kenarındaki kahvede, ağaçların altında bir
masaya oturur. Yarısından fazlası doludur masaların.
“Buyur
abla!” Küçücük bir oğlan çocuğu dikkatle süzüyordur Hacer’i. Kahve söyler,
yanında su geleceğinden emin olmak için hatırlatır. Oturanları kaçamak
bakışlarla tarar, insanlara belli etmemeye çalışarak. Her masadan en az birinin
yüzü ona dönüktür, sohbet konularının sürpriz konuğu olduğundan emindir. En
arkada, yapılı, geniş omuzları masayı kaplayan biri eğilmiş, köpeğinin
boynundaki iple –tasmaya benzetemez- oynuyordur. Yakın masalardan birinde beyaz
sakallı, yaşlıca iki kişi, diğerinde otuzlarını aşmamış üç bıçkın delikanlı
gözüne çarpar. Genç olanlarının tahta sandalyelerde göğüslerini öne atarak
geriye kaykılmalarından babalanacak fırsat kolladıklarını çıkarmıştır. Geldiği yol az ilerde bir kavşakta mola
verdikten sonra iki yanında eşlik eden evler bitinceye dek ilerliyor, ufku
kaplayan lacivert yeşil bir orman halesi içinde eriyordur.
(Devam
edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder