-3-
Emine Hanım’ın yaptığı dolma ile
kendi hazırladığı salatayı yiyor, elindeki şarap kadehinin son yudumlarını
sindire sindire tatmaya çalışıyordur. Arada bir, akşam yemeğinde bir kadeh
şarabın günü kapatırken ona eşlik etmesini sever.
Hacer’in öyküsünü okumuş, sevmiştir, ondan heveslenmiş olacak garip bir
yazma tutkusu ateşlenmiştir içinde, kaçırmak istemez. Kafasına koymuştur. Bir
ay içinde en az beş bin kelimelik bir yazısını ciddi bir dergiye yollayacaktır.
Her gün kaç saat okursa o kadar da yazmaya karar verir. Bilgisayarı hazırlar,
başlamak üzeredir, telefon çalar:
“Mühendis çocuk, artık aramaz oldun, hazırlan geliyorum, ayrıca sana iyi
bir haberim var, yemeğini yedin mi?”
“Evet, yedim…”
“O zaman bir iki sütlü tatlı alıp geliyorum. Umarım çayın vardır, yoksa onu
da mı getireyim?”
Leman’ı kıramaz, borçlu hissediyordur ona. “Yok, tamam, atla gel...”
Leman, sahneye ilk çıktığında alkışı hak etmek için dikkat çekmeye çalışan
tiyatro oyuncusu gibi telaşla, evin çevresindeki köpeklerden yakınarak girer
eve, elindekileri bırakacak yer arar.
“Hoş geldin!” Öper yanaklarından Kenan, alır getirdiklerini, mutfağa koyar.
Ayaklarına dolanan Mars’ı sever, sohbet eder onunla. Üçü birlikte yukarı
çıkarlar. Odanın çalışmaya hazırlandığı bellidir.
“Çalışkan çocuğu baştan mı çıkardım?”
“Seninle o kadar hukukumuz yok mu Leman, ne olacak? Başlayacaktım, yarına
erteliyorum. Oldu mu?”
Sitemli gülücüğü renklenir Leman’ın, derinleşmiş ve canlanmıştır. Kenan’ın
yanında önemli olduğunu hissetmek mutlu etmiştir onu.
“Dur, geliyorum, sen işine bakadur, hemen şimdi…” Hızlı adımlarla daracık
merdivenleri iner.
Kenan endişelenir. “Aman,
merdivenler dik, yavaş! Deli kız!” Kitapları düzenler masada yer açmak için.
İki tatlı kâsesini taşıdığı tepsi elinde gelir Leman.
“Otelde aşçıya özel yaptırdım, az şekerli, yok gibi şekeri, ama yine de
tatlıya benziyor…”
Tatlılarını yerler, beğenir Kenan. “Aşçı övgüyü hak etmiş.”
Tabakları ve çanakları toplamak için
kalkar Leman, iyice keyiflendiği zamanlar olduğu gibi kısa, keskin, kesik kesik
ve coşkulu, sanki bir modern bale koreografisine uyuyormuşçasına hareket etmeye
başlamıştır. Kenan’ın tabağını almaya eğilince aniden durur, tabağı masadan
kaldırmadan başını sola çevirerek Kenan’la göz göze gelir. Gözlerindeki yaramaz
çocuk ışıltısı çekilmiş, yerini yumuşak, şefkatli ama tutkuyla isteyen buğulu
bakışlar almıştır. Bir an öylece kalırlar, zaman donmuştur. Kenan tüm gücünü
toplayarak oturduğu yerde yüzünü geriye ve sola atar, “Bak Leman…” diye ayağa
kalkar. Arkasını getiremez. Hâlâ tabak elinde, eğilmiş durumda bekleyen Leman
kısacık bir duraksamadan sonra tabağı sertçe masanın ilerisine fırlatarak
merdivenlere yönelir, öfkeli, sert, kararlı ama ağır adımlarla. Her basamağın
hakkını verircesine mutfağa iner.
Kenan gönlünü almak için seslenir:
“Çocuk olma Leman, lütfen…” Gitmesini istemez.
Mutfaktan dolap kapaklarının ve çekmecelerin açılıp kapanma sesleri gelir.
Birkaç dakika sonra Leman elinde bir şarap şişesi, iki kadeh, aynı sert tempoda
yukarı çıkar.
“Otur buraya Kenan!”
İşkencecilerin, zevk için öldürenleri seyrederek eğlenenlerin oyunu, boğa
güreşinde kırmızı pelerin görmüş yaralı boğaya dönmüştür. Elindekileri masaya
çiviliyormuş gibi vurarak yerleştirir, sanki öfkesini masadan çıkarıyordur.
“Beni dinle, ben tamam diyene dek!
Sormadan konuşma! ” İki kadehi de taşırarak doldurur, birinden büyükçe bir
yudum alır diğerini Kenan’a özensizce iter, kadehten masaya biraz daha şarap
dökülür, kitapların bir kısmı lekelenir.
Kenan’ın sesi çıkmaz, yavaşça yanaşmış ve eski yerine oturmuştur.
“Şimdi söyle bakalım, benden niye kaçıp duruyorsun? Çok mu iticiyim ben,
dokunamadığın kadar, soğuk, çirkin, böyle dersen anlarım… Bana olur, bilirim,
yaklaşamam, uzak durmak isterim, olmaz, bitmiştir, öldürsen değişemem…” Birkaç
büyük yudum daha alır şarabından, yüzünü ekşiterek kadehi masaya koyar. “Söyle!
Açıkça, beni asla istemediğini, bana dokunamayacağını, aklının başka yerde
olduğunu, söyle neyin varsa, içini dök… hadi bekliyorum… şimdi… Ama lütfen kem
küm etme, geveleme, açıkça, dürüstçe…” Bakışları pencerede rüzgâra uyarak
salınan çamlara saplanmıştır.
Kenan elindeki kadehi bırakarak ayağa kalkar.
“Pekâlâ Leman, dinle, öyle müşterilerini dinler gibi, zaten ezbere bildiğin
şeyleri anlatacaklarından emin olduğun müşterilerini dinler gibi değil... Sen
harika bir insan ve çok güzel bir kadınsın… Seninle yatmaya hayır diyebilecek
biri, budalanın tekidir… Senden kaçmamın nedeni korkmam, anladın mı? Senden,
çekiciliğinden korkmam! Şu anda bir sana tutulmam eksik… Başım belada Leman,
beni anlamaya çalışmıyorsun bile… Ama sen anlamak için çaba harcayanlardan
değilsin, onu biliyorum, sen yalnızca yaparsın ve sonuca bakarsın, iyi
olmamışsa düzelterek yeniden yaparsın... Lütfen, gözünü seveyim belki ilk defa
bir şeyi, beni, anlamaya çalış, burada senin dostluğuna nasıl ihtiyacım var,
görmüyor musun? Ya seni de kaybedersem ne yaparım, korkum bu, daha başka nasıl
söyleyebilirim, bilemiyorum…”
Masaya yanaşır, kadehten aldığı küçük bir yudumla ağzını ıslatır Kenan.
“Başım kendimle belada, kendimle… Kafamın içinde kendime yönelik bir tehdit
var, onu söküp atmaya çalışıyorum, -yeni ‘ötekileştirme’ deyişi var ya- işte
ben kendi kendimi ötekileştiriyorum… Aslında her insanın biraz olsun kendiyle
başı beladadır, ancak çoğu sıkıntıyı karşıdaki birine yükler, işi çözdüğünü
düşünür, hiçbir şey çözülmez. Ben biliyorum problemin ‘ben’ olduğunu. Arkamda karım var, bak bıraktım geldim,
herkes soruyor, başka birisi mi var diye, anlatamıyorum kendimle sıkıştığımı;
arkamda işim var, diplomam var, hepsini bıraktım, neden biliyor musun? Kendime
ihanet ediyormuşum hissi beni boğuyor.”
Gidip kadehini doldurur. Ağız dolusu şarabı bir süre tutar dilinin
üzerinde, yavaş yavaş içine iyi işlesin diye bekleyerek yutar.
“Senin ballandırarak şehvetle anlattığın iş pazarı beni itiyor. Seni
suçladığımı sanma, ben yaşamın mucizelerini başka yerlerde aramam gerektiğini
seziyorum, belki de hiçbir yere ait olmayan, ilgisiz, gerçekten anlamsız
biriyim... Ne için yapılmışsam onunla uğraşmak istiyorum; bu okumak ve yazmak
olabilir, ancak lanet olsun, başka bir yeteneğim yok… Beğensen de beğenmesen de
bu böyle… İçimdeki yaşama gücü ve kuvvetiyle gündelik hayat denen arenadaki
kuvvetleri nasıl birleştirip ortak çalıştıkları bir alan, –kendi gözümde- adam
yerine konduğum bir yaşama alanı bulabileceğim? Teslim olmamak için
becerebilmem gerekiyor.
“Ya seni de kaybedersem, senin dostluğunu da; tümüyle yönsüz kalmaz mıyım?
Farkında bile değilsin, çoğu kez imreniyorum sana. Hayatla bir oluvermişsin,
yaşamı önüne çıktığı gibi göğüsleyip yaşıyorsun, kendinle barışıksın, arada bir
hayata kızıyorsun; ya ben? Kendimle barışık olmaktan geçtim, kendime selam bile
veremez durumdayım, anlıyor musun? Hayatı anlamaya çalışıyorum ama onunla ayrı
tellerden çaldığımı biliyorum. Tenler birleşince kafalarda başka beklentiler
doğuyor, korkuyorum onlardan… Yatacağım Dolarla büyülenmiş Leman’da, sohbet
ettiğim Leman’da bulduğum uyumu bulamazsam ne olacak?”
Ter içinde çöker sandalyesine Kenan, kadehinde kalanları bir yudumda
bitirir. Şişeye elini atar, bitmiştir. Leman yavaşça kalkar, kendi kadehinde
kalanları onunkine boşaltır ve önüne sürer. Durulmuştur. Ormanın uğultusunu
dinleyerek Kenan’ın içkisini yudumlamasını seyrediyordur. Kendisinden bu denli
değişik birini istemesini tuhaf bulur, ancak nedenler, niçinler onun işi
değildir, istiyorsa istiyordur… Yavaşça kalkar, masayı çepeçevre dolanıp
Kenan’ın sandalyesinin arkasına geçer. Sandalyenin sırtına iki elinin avuç
içleriyle bastırarak Kenan’a tepeden bakar. Dışarda sesler duyan Mars masanın altından
yıldırım gibi fırlayarak merdivenlere atar kendini. Rüzgârda savrulan ağaçların
ilahi fısıltıları andıran sesinden başka bir şey duyulmaz olur. Leman eğilerek
Kenan’ın sağ kulak memesine dokunur dudaklarıyla, yanağını yanağına değdirir
usulca, nefes alıp vermesini duyuyordur. Kenan’ın soluma ritmiyle, derinlerden,
gecenin içinden gelen rüzgâr fısıltıları uyumlu iki farklı melodiye dönüşür.
Beynindeki bu müziğe teslim olur Leman. Ellerini üstten Kenan’ın gömleğinin
içine sokar, memelerinin üzerinde gezdirir… Büyülenmiş gibidirler, sandalyeden
nasıl kalkıp biraz ilerdeki yatağa geçerler anımsamazlar. Rüzgârın melodisi ile
nefes alıp vermelerindeki ritmin armonisi sabaha dek bozulmaz.
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder