-4-
Proje ekibi zamanında toplandı, bilgileri paylaştırdık
ilgili bölümlere. Üç gün çalıştılar. Kimseye gereksinim duymadan ihaleye
girebilecek durumdaydık. Bunun dışındaki idari ve hukuksal zorunlulukları
halletmek çocuk oyuncağıydı.
Patron’dan randevu aldım, olanları ayrıntılarıyla
bilsin istiyordum. Tek bir soru sormadan yarım saate yakın dinledi. Sonra ayağa
kalktı, büyükçe bir apartman dairesi kadar geniş olan odasını bir süre turladı,
kafasını yerden kaldırmadan. Sonra bana bulutlu gözlerle baktı, “Keşke,” dedi
“bana önceden bildirseydin…” Biraz daha düşündü, karşı duvarlarda gözlerini
gezdirerek, önünde kanlar içinde yatan avının çevresinde dolanıp duran
aslanlara benziyordu. Vazgeçmeyeceği kesindi, sorun neresinden parçalamaya
başlayacağıydı. “Ama olan olmuş ne
yapalım, gerçekçi olmak zorundayız. Bekleyelim bakalım, nasıl bir fiyat
verecekler, ona göre bir yön belirleriz…”
Ben bu gündelik hayatın ‘gerçekçi’ yaklaşımlarına
hayrandım!
Bir hafta sonra haber çıktı firmadan, fiyatta önemli
bir değişiklik yapmamışlardı. Birlikte yürümemizin piyasa mantığı yoktu.
Nereden baksan yine aynı fahiş fiyatları çakmışlardı. Asıl maç şimdi
başlıyordu. Patron herkesi topladı: Ben, mekanik ve elektrik bölümün başı, işi yürütecek projenin müstakbel müdürü,
Şirket’in genel müdürü.
Elimde kalem, önümdeki sayfaya anlamsız işaretlerle
çiziktirip duruyorum. Vicdanımda küçük de olsa bir çizik yok değil. Bak küçücük
çiziklerden söz ediyorum, alışıyorum defolu vicdan taşımaya galiba. Benim için
de “hayatın gerçekleri” arasına giriyor olmalı, çifte inançlarla, uyumsuz
düşüncelerle aynı yatağı paylaşmak… Aslında masada gururla oturduğumu bile
söyleyebilirim. Ne de olsa bu masada bir iş olasılığından söz edebiliyorsak
benim beceri gücüm sayesinde; biliyorums pek bir entelektüel başarı sayılmaz,
ama yine de hemen pes etmeyeceğim, direniyorum. İşlerin değeri sonuçlarla
ölçülmüyor mu, sonuç dediğimiz nedir? Kâr, doğru değil mi? Kim karşı çıkabilir?
Kanunlar karşısında şuçumuz? Var sayılmaz, üstelik biraz eğip bükersem işi
“ülkem için faydalı bir şey yaptım”a bile götürüp bağlayabilirim. Kabul
ediyorum bu olayda iri ufak bir vicdan hesaplaşması var… ona da alışıyorum, her geçen gün biraz daha
yükü hafifliyor… Dudak bükmeyin, sizin sokağınızın dili daha mı püriten, her
gün işlediklerinizi Kur’an’la mı ayet ayet kontrol ediyor ve tutmayanları
ertesi gün geri çekiyorsunuz? Seküler ahlakçılar, Kant’ın ahlak metafiziğiyle
mi yatıp kalkıyorsunuz sizler? Ben de sizin gibi yapıyorum işte; bir biçimde
kendimi gündelik yaşantımda beni pek üzmeyecek şeylere inandırıyorum… Hayır
buna “kandırma” demiyorum ben… İşte burada yapmaya çalıştığım gibi bir şey
yaptıklarım.
Patron –Şirket’in üç ortağından bu işle ilgili olanı-
önce her bölüm sorumlusundan görüş istedi, elimizde yeterli bilgi olduğuna emin
olmak istiyordu. Teknik bölümler olumlu görüş bildirdi, işletme sırasında bazı
eksiklerimiz olabilirdi, onları da Avrupa’nın çeşitli kuruluşlarından bulmamız
mümkündü. Patron teşekkür ederek onları gönderdi. Proje müdürüne döndü,
kaşlarını yukarı kaldırarak sıranın ona geldiğini işaret etti. O da benimle
ayrıntıları görüşmüştü, bazı güçlükler vardı ama altından kalkılamayacak şeyler
değildi. Genel Müdür de benzer
yaklaşımlarla tek başımıza yürüyebileceğimiz görüşündeydi; yabancılara
istedikleri o büyük paraların ödenmesinin mantığı yoktu.
“Pekâlâ…” Bir yudum su içip genzini temizledi Patron.
“Böyle yürüyoruz, pazarlığı kesiyoruz yabancılarla. Şirket bu riskleri alarak
buralara geldi. Bilmenizi isterim, bu iş şimdiye dek aldığımız, sorumluluğunu
tek başımıza üstlendiğimiz en büyük iş, hepinizin bunun bilincinde olmanızı
isterim.”
Odaya temkinli bir kendine güven iklimi yayılmıştı.
Patron’un övgü dolu bakışları bana döndü.
“Biliyoruz,
Proje ekibinin üstün çabaları sayesinde bu noktadayız, uygulama grubunun
bunu gözden kaçırmaması ve anlayışlı davranmasını özellikle istiyorum…” Son
cümleyle birlikte bakışları işi yürütecek olan yeni Proje müdürünü işaret etti.
Teşekkür ettim. Duygularımı birkaç dakikada paylaşmak
istediğimi söyledim. Biraz şaşırmış olduğunu gizleyemeyen gözlerini irice
açarak başıyla onayladı. Genel Müdür sekreterinden çay göndermesini istedi.
Garson gelinceye dek şirket kültürünün belkemiği, futbol maçları konuşuldu,
hafta sonundaki büyüklerin karşılaşmaları.
Çayımdan ilk yudumu aldım.
“Bu işe çok
zaman ve çaba harcadık. İki yıl var, yazıyoruz çiziyoruz, sonunda iş çıkmaza
giriverince ne yapacağımızı bilemedik, bir anda tüm emeklerimiz uçup gidecekti…
Neredeyse bir refleksti son kararımız; ne yazık ki oynadığımız oyunun ölçütü
kâr, ona da yalnızca hukuki, kanuni ve ahlaki yollardan gidilmiyor… Çaresiz,
ezik, sıkışmış hissettiğimden, kapana kısıldığımdan canımızı kurtarmak
isteğiyle… Bunları söylerken, çok pişman oldum, yapmamalıydım falan dediğimi
sanmayın, öyle düşünsem yapmazdık, bizi kimse zorlamadı… Ancak...”
Garson bardakları almaya içeri girmiş, toplamaya
başlamıştı. Genel Müdür sekretere kızdığını mırıldanarak gösterdi,
“Sekreterlerimiz işini yapsa böyle kesilmez… Toplantılar… Oğlum, acele et
biraz.” Patronun suratı asılmıştı, benim işi neye bağlayacağımı bekliyor
olmalıydı.
“…ancak sonuç almak için böyle manevraların işe
yarayabileceği bu tür işlerde rol almamaya karar verdim. Bu son olsun
istiyorum. Görevi bırakacağım… Bunları sizlerle neden paylaşmak istedim, pek
açık seçik üzerinde düşünmeye vaktim olmadı, yalnızca arzumun şiddetini iyi
biliyorum, bunu yapmaya beni iten. Belki bu duygularımı Şirket’in duymaya hakkı
olduğunu, ilerdeki stratejilerini şekillendirecek unsurlardan biri
olabileceğini düşünmem; belki de, acaba yanlış mı yapıyorum duygusuyla
birilerinin beni eleştirmesini bekliyor olmam… Evet, sanırım bu kadar
söyleyeceklerim, teşekkür ederim…”
Pişmiş aşa şu katmak diye buna denirdi. Hava birden
bire ılıman, güneşliden limoniye dönüvermişti. Bir süre kimseden ses çıkmadı,
patronu bekliyor olmalıydılar. Yavaşça ayağa kalktı Patron.
“Herkes
söyleyeceğini söyledi, artık dağılabiliriz…” Konuyu burada tartışmak
istememişti.
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder