4 Aralık 2017 Pazartesi

AŞK DAĞDAN İNMEZ (25)




-4-

Proje ekibi zamanında toplandı, bilgileri paylaştırdık ilgili bölümlere. Üç gün çalıştılar. Kimseye gereksinim duymadan ihaleye girebilecek durumdaydık. Bunun dışındaki idari ve hukuksal zorunlulukları halletmek çocuk oyuncağıydı.
Patron’dan randevu aldım, olanları ayrıntılarıyla bilsin istiyordum. Tek bir soru sormadan yarım saate yakın dinledi. Sonra ayağa kalktı, büyükçe bir apartman dairesi kadar geniş olan odasını bir süre turladı, kafasını yerden kaldırmadan. Sonra bana bulutlu gözlerle baktı, “Keşke,” dedi “bana önceden bildirseydin…” Biraz daha düşündü, karşı duvarlarda gözlerini gezdirerek, önünde kanlar içinde yatan avının çevresinde dolanıp duran aslanlara benziyordu. Vazgeçmeyeceği kesindi, sorun neresinden parçalamaya başlayacağıydı.   “Ama olan olmuş ne yapalım, gerçekçi olmak zorundayız. Bekleyelim bakalım, nasıl bir fiyat verecekler, ona göre bir yön belirleriz…”
Ben bu gündelik hayatın ‘gerçekçi’ yaklaşımlarına hayrandım!
Bir hafta sonra haber çıktı firmadan, fiyatta önemli bir değişiklik yapmamışlardı. Birlikte yürümemizin piyasa mantığı yoktu. Nereden baksan yine aynı fahiş fiyatları çakmışlardı. Asıl maç şimdi başlıyordu. Patron herkesi topladı: Ben, mekanik ve elektrik bölümün başı,  işi yürütecek projenin müstakbel müdürü, Şirket’in genel müdürü.
Elimde kalem, önümdeki sayfaya anlamsız işaretlerle çiziktirip duruyorum. Vicdanımda küçük de olsa bir çizik yok değil. Bak küçücük çiziklerden söz ediyorum, alışıyorum defolu vicdan taşımaya galiba. Benim için de “hayatın gerçekleri” arasına giriyor olmalı, çifte inançlarla, uyumsuz düşüncelerle aynı yatağı paylaşmak… Aslında masada gururla oturduğumu bile söyleyebilirim. Ne de olsa bu masada bir iş olasılığından söz edebiliyorsak benim beceri gücüm sayesinde; biliyorums pek bir entelektüel başarı sayılmaz, ama yine de hemen pes etmeyeceğim, direniyorum. İşlerin değeri sonuçlarla ölçülmüyor mu, sonuç dediğimiz nedir? Kâr, doğru değil mi? Kim karşı çıkabilir? Kanunlar karşısında şuçumuz? Var sayılmaz, üstelik biraz eğip bükersem işi “ülkem için faydalı bir şey yaptım”a bile götürüp bağlayabilirim. Kabul ediyorum bu olayda iri ufak bir vicdan hesaplaşması var…  ona da alışıyorum, her geçen gün biraz daha yükü hafifliyor… Dudak bükmeyin, sizin sokağınızın dili daha mı püriten, her gün işlediklerinizi Kur’an’la mı ayet ayet kontrol ediyor ve tutmayanları ertesi gün geri çekiyorsunuz? Seküler ahlakçılar, Kant’ın ahlak metafiziğiyle mi yatıp kalkıyorsunuz sizler? Ben de sizin gibi yapıyorum işte; bir biçimde kendimi gündelik yaşantımda beni pek üzmeyecek şeylere inandırıyorum… Hayır buna “kandırma” demiyorum ben… İşte burada yapmaya çalıştığım gibi bir şey yaptıklarım.
Patron –Şirket’in üç ortağından bu işle ilgili olanı- önce her bölüm sorumlusundan görüş istedi, elimizde yeterli bilgi olduğuna emin olmak istiyordu. Teknik bölümler olumlu görüş bildirdi, işletme sırasında bazı eksiklerimiz olabilirdi, onları da Avrupa’nın çeşitli kuruluşlarından bulmamız mümkündü. Patron teşekkür ederek onları gönderdi. Proje müdürüne döndü, kaşlarını yukarı kaldırarak sıranın ona geldiğini işaret etti. O da benimle ayrıntıları görüşmüştü, bazı güçlükler vardı ama altından kalkılamayacak şeyler değildi.  Genel Müdür de benzer yaklaşımlarla tek başımıza yürüyebileceğimiz görüşündeydi; yabancılara istedikleri o büyük paraların ödenmesinin mantığı yoktu.
“Pekâlâ…” Bir yudum su içip genzini temizledi Patron. “Böyle yürüyoruz, pazarlığı kesiyoruz yabancılarla. Şirket bu riskleri alarak buralara geldi. Bilmenizi isterim, bu iş şimdiye dek aldığımız, sorumluluğunu tek başımıza üstlendiğimiz en büyük iş, hepinizin bunun bilincinde olmanızı isterim.”
Odaya temkinli bir kendine güven iklimi yayılmıştı. Patron’un övgü dolu bakışları bana döndü.
“Biliyoruz,  Proje ekibinin üstün çabaları sayesinde bu noktadayız, uygulama grubunun bunu gözden kaçırmaması ve anlayışlı davranmasını özellikle istiyorum…” Son cümleyle birlikte bakışları işi yürütecek olan yeni Proje müdürünü işaret etti.
Teşekkür ettim. Duygularımı birkaç dakikada paylaşmak istediğimi söyledim. Biraz şaşırmış olduğunu gizleyemeyen gözlerini irice açarak başıyla onayladı. Genel Müdür sekreterinden çay göndermesini istedi. Garson gelinceye dek şirket kültürünün belkemiği, futbol maçları konuşuldu, hafta sonundaki büyüklerin karşılaşmaları.
Çayımdan ilk yudumu aldım.
 “Bu işe çok zaman ve çaba harcadık. İki yıl var, yazıyoruz çiziyoruz, sonunda iş çıkmaza giriverince ne yapacağımızı bilemedik, bir anda tüm emeklerimiz uçup gidecekti… Neredeyse bir refleksti son kararımız; ne yazık ki oynadığımız oyunun ölçütü kâr, ona da yalnızca hukuki, kanuni ve ahlaki yollardan gidilmiyor… Çaresiz, ezik, sıkışmış hissettiğimden, kapana kısıldığımdan canımızı kurtarmak isteğiyle… Bunları söylerken, çok pişman oldum, yapmamalıydım falan dediğimi sanmayın, öyle düşünsem yapmazdık, bizi kimse zorlamadı… Ancak...”
Garson bardakları almaya içeri girmiş, toplamaya başlamıştı. Genel Müdür sekretere kızdığını mırıldanarak gösterdi, “Sekreterlerimiz işini yapsa böyle kesilmez… Toplantılar… Oğlum, acele et biraz.” Patronun suratı asılmıştı, benim işi neye bağlayacağımı bekliyor olmalıydı.
“…ancak sonuç almak için böyle manevraların işe yarayabileceği bu tür işlerde rol almamaya karar verdim. Bu son olsun istiyorum. Görevi bırakacağım… Bunları sizlerle neden paylaşmak istedim, pek açık seçik üzerinde düşünmeye vaktim olmadı, yalnızca arzumun şiddetini iyi biliyorum, bunu yapmaya beni iten. Belki bu duygularımı Şirket’in duymaya hakkı olduğunu, ilerdeki stratejilerini şekillendirecek unsurlardan biri olabileceğini düşünmem; belki de, acaba yanlış mı yapıyorum duygusuyla birilerinin beni eleştirmesini bekliyor olmam… Evet, sanırım bu kadar söyleyeceklerim, teşekkür ederim…”
Pişmiş aşa şu katmak diye buna denirdi. Hava birden bire ılıman, güneşliden limoniye dönüvermişti. Bir süre kimseden ses çıkmadı, patronu bekliyor olmalıydılar. Yavaşça ayağa kalktı Patron.
 “Herkes söyleyeceğini söyledi, artık dağılabiliriz…” Konuyu burada tartışmak istememişti.

(Devam edecek)

∘∘∘

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder