-4-
Ertesi günün Ağustos güneşi sanki Ovacık’a ilk kez doğuyordur. Hacer,
böylesine şavklısını, kara ormanların tepesinden kafasını böylesine çalımlı
çıkaranını, altın ışıklarını böylesine
afralı tafralı yayanını görmemiştir. Birden aynaya bakmak ister. Nedendir
anlayamaz... Aynada gördüğüne inanamaz aynı çalım, afra tafra, kurum…
İçinde kabaran coşkuyu saklamaya çalışarak, otelin gösterişsiz lobisine
iner. En alçak gönüllü haliyle,
“Nasılsın bakalım bu sabah?” diye selam verir resepsiyonda çalışan
gence.
Oğlan anlamaz, alışık olmadığı bu samimiyet karşısında ne karşılık
vereceğini bilemez.
“Sağol abla, Allah razı olsun…” der
demez pişman olur. Allah kahretsin! Kaç kez anlatmıştır Leman Abla müşterilerle
böyle konuşulmayacağını…
Atlar arabasına Emine Hanım’a… Alışverişe giderler. Emine Hanım için
Hacer’deki değişiklik otelin çalışanına olduğu gibi sürpriz değildir. Akşamki
yemek belli ki söz kesme yemeğidir. Sevinmiştir buna; olması gereken, Allah’ın
yakıştırdığı budur… Hacer hakkındaki düşünceleri Hamza’nın ölümünden sonra
tümüyle değişmiştir. Kenan Bey’i ve Hamza’yı uzak durun diye hep uyardığı Hacer
şimdi en iyi dostudur. Tüm alışverişleri birlikte yaparlar ancak kasap’a girmez
Hacer. Kuzu etlerinin parçalanmasını görmek istemez, akşam bunu nasıl
yiyeceğini de bilemez; tüm ısrarına
karşın, kuzu etsiz bu yemeğin lezzetli olmayacağına ikna etmiştir onu Emine
Hanım.
Kenan evde yoktur; belli ki otellerden birine kaçtı diye düşünür Hacer.
Güler, iç geçirir, yanında olmak ister. Sonra kızar: Budalalığı bırak, şimdi
patlıcan şerefiyesi yapmayı öğreneceksin… Geç vakte kadar uğraşırlar. Böyle
keyifli yemek pişirme, böyle eğlenceli mutfak işi yaşamamıştır. Yorgunluktan
bitkindir tatlı bir uyuşukluk içinde yatağa çöker. “Emine Hanım otur biraz
dinlenelim. Geçen günkü kurabiyeler var orada, otur nefes alalım.”
Tam masaya yönelecek olur, kapıda bir ses duyarlar. Oflaya poflaya gider
açar Emine Hanım.
“İşin bittiğini nasıl da anladınız?”
Mars dalar içeri. Emine Hanım zorla
zapt edip ayaklarını yıkar içeri girmeden.
“Tam bir şeyler atıştıralım… Biraz dinlenelim dedik…” der Hacer.
“Şansımız yerindedir, değil mi Mars?” Kenan şefkatle yanına oturur
Hacer’in. Mars yine Hacer’in yanına çöküp kafasını uzatır, kaşımasını
istiyordur.
Kenan seslenir. “Emine Hanım kurabiyelerin harika!”
“Afiyet olsun, cevizin büyüsüdür o, benim yaptığım bir şey değil…”
Hacer bu ortamda bulunmaktan hoşnut… “Cevizi tatlıda kullanmak tam bir
sanat burada…” der.
Mutfaktan gelen şerefiyenin baygın kokusu cevizin ve mısır ununun ağızda
bıraktığı doyumsuz tatlara karışıyordur.
Kapı vurulur. Emine Hanım’ın sabrı taşmıştır: “Bugün bayram mı var Hacer
Hanım?”
Osman ve annesi ellerinde bir paketle kapıdadır. “Kusura bakmayın, biz Emine Hanım’a uğradık
bulamayınca buraya geldik. Allah razı olsun hepinizden demeye gelmiştik…”
Elindeki paketi uzatır. “Bu da bizim oralarda yapılan küçük bir şey…”
Hacer gülerek uzanır. “Ne getirdiniz bakalım Osman?”
Osman daracık salonda kendine bir yer açıp bekler. “Bizim köyde yaptığımız
kesme kadayıf…”
Hacer keyiften uçuyorudur, “Harika! Tatlımız eksikti akşama, şans diye buna
derim...”
Gelenleri daracık salonda yer açıp oturturlar. Ortama ısınınca Osman
açılır. “Hacer abla geçenlerde verdiğin sözü unutma!”
“Neymiş bakalım sözümüz?”
“Demiştin ya… Keltepe’ye çıkarken beni de götürecektin.”
“Ha, öyle mi dedim? Olur canım, istediğin Keltepe olsun…”
Annesi mahzun bir tona bürünen boğuk sesiyle konuyu değiştirir. “Hamza’nın
mezarını da ziyaret edeceğiz. Biz artık kalkalım.”
Kalkarlar. Hacer tekrar teşekkür eder, zahmet etmişlerdir. Osman’a döner,
“Çıkacağız birlikte Keltepe’ye…”
Akşam karanlığı çöktüğünde cevap veremediği ne kadar soru varsa
üşüşmüştür kafasına Hacer’in. Ön
sıralarda yer kapabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardır. Ne sinsice
planlar, katakulliler, düzenler… Yağma yok, der Hacer, bu akşam yağma yok,
sizlere geçit vermeyeceğim…
Yemekten önce müzik koyar Kenan, ikisinin de sevdiği tarzda şeyler. Yemekte
ne içeceğini sorar Hacer, Kenan’a.
“Bir kadeh rakı, belki…” der Kenan.
“Ben içebilir miyim acaba, öyle canım çekiyor ki!” Hacer çok istediği halde
destek bekler.
Kenan, Hacer’i teşvik etmek için:“Şarap dersen sana katılırım...”
“Küçük bir kadeh içsem?”
“Zehir değil ki, yapmaz bir şey canım…”
Kenan yemeğinden ilk lokmayı ağzına atar. Patlıcan muhteşemdir… “İşte ben
buna medeniyet derim… Hayatı yaşanmaya
değer yapan şeylerin adıdır medeniyet.” İran’da aç kaldığı iş seyahatini
anlatır, dönüşte nasıl kebapçıya koştuğunu. O zaman da ‘medeniyetle buluşma’
demişti kebaba kavuşmasına…
Şarapları koyar Kenan, yeni başlangıçlara, daha iyi bir dünyaya diye kadeh
kaldırır. Hacer’inki içmek değil şarabı damağına koklatmaktır. İlk kez
tanıştığı, zamanı eriten, hoş duygulara karışmıştır.
“Benimle yaşama riskini alabilir misin Kenan?”
Kenan düşünmeden karşılık vermek zorunda olduğunu hisseder, ama yapamaz… Ne
demelidir? Hemen atılmalı mıdır evet diye? Hesaplı kitaplı davranıp akıllı
olmak denen faydacılığa mı sapmalıdır? Yoksa, duyguları ne derse o mudur
gerçek? Kısa bir aradan sonra yanıtlar. “Kunduza gelmeden kalabalıklar içinde
yapayalnızdım; şimdi tek başına yalnız hissetmediğim bir işim olsun istiyorum.
Sen buna neden engel olasın ki?”
Hacer susar; memnuniyetini saklama çabalarına karşın, duyguları solgun bir
ay ışığı gibi yüzüne vurmuştur.
“Şaşırdığım bir şey okumuştum. Köleler köleliği kaldırmak yerine köle
sahibi olmak istermiş… Ben de köleydim biliyor musun, seks kölesi. Hem
anne-babamın evinde, hem evlendikten sonra… İzzet iyi bir insandı ama
cinsellikten alacağı tatlar için beni kullanmıştı. Eski bir köle olan ben,
düşünemiyorum bunu… Derdim köle sahibi olmak değil, köleliğimi unutabilmek…”
Kenan konuyu değiştirmek ister. “Hikâyen yayınlandı, sonrasını hiç
anlatmadın… Hoş şeylerden ayrılmayalım derim bu akşam…”
Hacer duyarsız bakar, değişik bir konuya geçmekte zorlanmış gibidir, ama
sonunda yüzüne normal ifadesi geri döner. “Bir yayın evi aradı diğer
hikâyelerimi istedi, belki bir kitap yapabilirlermiş.”
Kenan’ın gözleri ışıldar. “Ne güzel bir haber, keşke bana da biri böyle
şeyler söylese. Neden şimdiye dek söz etmedin?”
“Aklımdaydı, sana sürpriz yapmak istemiştim aslında… Bu akşam başka
konulara daldım atlamışım, ” der Hacer.
Kenan şarabını bitirir, gider Osman’ın annesinin getirdiği tatlının
kutusunu açar.
“İşte,” der “o demin anlatmaya çalıştığım medeniyetin son harikalarından
biri daha…”
Hacer’in gözleri kapanıyordur. “Öyle yorgunum ve de bir uyku çöktü ki…”
“Kıvrıl istiyorsan şuraya…”
Divanı işaret eder Kenan. “Üstünde yorgan da hazır.”
Hacer’in istediği gözlerinden okunur. “Olur mu? Yani tuhaf falan olmaz mı?”
“Sen istediğine bak.”
Sofrayı hızla toplarlar. Hacer kalkar çabucak yüzünü yıkayıp Kenan’ı
bekler, çıksın yukarı da yatayım diye. Çıkarken iyi geceler der Kenan, yavaşça
eğilip dudaklarından öperken mırıldanır, “Çok güzelsin.”
Hacer batan gemiden tek başına çıktığı adada küçük mutluluğa uçacağı
prensini bulmuş yeni yetme bir genç kız gibi mutludur. “Beni istiyor musun?”
diye mırıldanır, duyulmasından utandığı için kendisinin bile zor işittiği bir
tonda.
Başıyla evet der Kenan.
“Ama olmuyor!..” Hacer’in gözleri kapanmak üzeredir.
“Bırak bunları, zaman…” Gerisini
getiremez Kenan. Merdivenleri yavaşça tırmanır, kapısını kapatırken Hacer’in
uyumlu uzun bacaklarını göğsüne çekip yorganın altına süzüldüğünü ve elbisesini
çıkarmaya başladığını görür.
(Devam edecek)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder