Aslında
o mutluluk sınırı…
Ortada
bir çit bir yanı uğurlu, diğer yanı tekinsiz… Aklın çizdiği kader çizgisi, neresinde
duracağın sana kalmış…
“Mutluluk
sınırı” demek istersin ancak dilin varmaz; çünkü insan türü, on iki bin yıldır
çitin uğursuz yanından hayatın kolay yeşerdiği mutlu yanına geçmeyi beceremedi…
Mağaralardan
çıkıp yerleşik tarım yapmaya başladıkların bu yana…
Onca
peygamber, onca filozof para etmedi; bugün onca saygın üniversite öğrencilere
uğursuz tarafta nasıl ayakta kalacağını öğretme telaşı içinde…
Beceremiyorlar,
imkânsızı yakalamayı nasıl öğretecekler aslında kendileri de bilmiyor; bir
şeyler yapmış olmak için geveleyip duruyorlar…
∘∘∘
Çıkmaz
nerede?
Ayakta
kalacaksın ki yaşamayı sürdürebilesin…
Sağ
kalmak yaşamanın olmazsa olmazı; ancak güvenli ortam yalnızca yaşamaya başlamanı
sağlıyor… Henüz ilk adımı atmışsın, asıl iş şimdi gelecek; ama sen iş bitti
vehmediyorsun…
Bu
kolaycılığın çukurunda boğulduğunu anlıyorsun anlamayı günün birinde; ama çok
geç…
Kazanmayı
becerdiğin yer hayat çitinin zorunlu yanı, bir yere dek olmazsa olmaz, ancak
hayatını doldurmak için boş, verimsiz, aşksız, renksiz, eksik…
Seziyorsun,
adlandıramıyorsun…
∘∘∘
Sınırın
öbür yanına geçmek, uğursuz yanında kazanmaktan daha zor…
Yeniden
doğuracaksın kendini… Hamurundaki olumsallıklar senin değil; toplumun
tasarımısın, kestiremediğin zamanlarda her şeyin bir yük gibi omzuna binmesi
bundan…
Dilini,
benliğini, toplumunu, sen yeniden kendine göre kendi olumsallıklarına kendin yol
vererek yapmış olsan başka bir dünyada nefes alacaksın…
Aynı
dünya dönecek dönmesine ama “dertler daha önemsiz, felaketler daha zararsız,
hayatın kısalığı daha boş” olacak…
Benliğindeki
yoğun sevinç önünü açacak…
∘∘∘
Önce
bak, sınırın neresindesin? Uğursuz yanından başladın herkes gibi…
Hâlâ
orada mısın? Öyleyse tasarımın sen değilsin…
Kendi
tasarımını kendin yapmalısın…
Ama ilk
iş sınırı aşmak, uğursuz sınırı…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder