23 Aralık 2017 Cumartesi

AŞK DAĞDAN İNMEZ (38)







_16_













Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak yerinde
Kahve otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kağıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca

Behçet NECATİGİL (ö. 1979)


Geç vakit gelir Kasaba’ya. On beşinci yüzyılın sonlarına doğru geleneksel Selçuklu kervansarayı modeline uygun olarak yapılmış ve birkaç yıl önce restore edilmiş belediye misafirhanesinde geçirir geceyi. Beş yüz yılı aşkın geçmişi olan bu Osmanlı-Selçuklu mekânı Kenan’ı eski yaşanmışlıkları hayal etmeye zorlar. Kafasını yastığa koyduğunda eskiyi düşünmeden edemez. Seyahatin yorgunluğunu alır, görüştüğü kişilerin ruhunda açtığı endişe veren yaraların ateşini söndürür bunca uzak geçmişe dönmesi… Gündelik dertlerini önemsizleştirir. Kim bilir ne gördü bu duvarlar diye düşünür, benimki ne ki! Tarihin küfü diye çoğunun çiziktirdiği eski hayatlar bir bakıma takatini biler, yeniler ruhunu; kendini ve sıkıntılarını fazla önemsediğini suratına vurur. 
Sabah kalkan ilk minibüsle çıkar Dağ’a. Kunduz’un yeşil iklimi içinde biriktiğini hissettiği duygusal atıkları temizlemeye hazırdır. Doğanın en kutsal imbiğidir ormanlar…
Dağ Otel’in önünde iner, Köy’e yürür. Hoş geldin abi diyenlerle selamlaşarak yürümek eve dönüş hissi verir Kenan’a.  Eve yaklaştıkça Mars’ı ne denli özlediğini anlar. Bekleyen bir ailesi olmadığı halde, bir köpeğin eve dönüşü nasıl böylesine anlamlı kılabildiğini anlamaya çalışır. Emine Hanım’ın kapısını çalar, Mars’ın çılgın gibi havladığını duyar dışardan. Kapı sığabileceği kadar aralandığı anda aralıktan süzülerek atlar üstüne. 
“Mars’la dolaşalım biraz, sen ne zaman istersen yemek yaparsın.”
“Olur, aklımda yapacaklarım… Hazırlandım geleceğini duyunca…”
Kenan evin kapısını açarken iliştirilmiş notu görür. Bir önceki gün yazılmıştır: “Geldim oteldeyim. Sen de hoş geldin. Hacer.”


-2-

Eve dönmek güzeldir; böyle hissetmek Kenan’ı çok rahatlatır.   Dağ’da attığı her adımın duygusal dünyasında acımasızca sınandığının farkındadır. Mesele nasıl hissettiği ile ilişkilidir. “Dünyanın Merkezine Yolculuk”a çıkmış ateşli bir yolcu gibi mi? Yoksa, tekinsiz düşüncelerin anaforunda dönüp duran bir kazazede gibi mi? Bunlardan ilkine yakın olduğunu duyumsadığında kaderindeki bulutların dağıldığını görüyordur.  Sonuna kadar dayanmalı, her şeyi denemeli, tüm kapılarını zorlamalı ve toplumun tepkisini yumuşatmaya çalışmalıdır.
Gitgide maddi imkânları daralıyordur. Harcamalarını biraz daha kısarsa, ikinci sonbaharını karşılamaya hazırlandığı Kunduz yaşantısını, iki yıl daha uzatmak mümkün olacaktır. Sonrası? İşte duygusal test burada yatıyordur. Her şey olabilir. Kendini son anda yakaladığı bir ağaç dalına tutunmuş, altındaki uçuruma dehşetle bakarken bulabilir. Duygusal takatinin, uçuruma hızla yaklaşan bir arabanın içinde sağlıklı düşünmesine yetip yetmeyeceği, kaderinde belirleyici olacaktır.
Mars’ın huysuzlanmasıyla fazla beklemeden yola koyulurlar. Hacer’le otelin önünde buluşurlar; kahverengi gözleri ışıltılıdır. Merdivenlerden iner inmez Kenan’dan önce Mars’a döner.
“Beni özlemişe benzemiyorsun!” Eğilir, kafasını iki elinin arasına alıp sıkıştırır, kurtulmaya çalışır Mars.
Kenan ondaki hava değişikliğini sezer.  “Sende ne var?”
Hacer Mars’ı bırakıp doğrulur. “Doğru beni hiç neşeli, umutlu görmedin…”
Öpüşürler. 
“Ne yaptın Büyükşehir’de?” diye sorar Hacer.
“Uzun… Konuşuruz.”
“Bir akşam yemeği ben hazırlayayım, konuşalım… Belki bir kadeh içki bile içebilirim…”
Kulaklarına inanamaz Kenan, içkiden yıllardır fellik fellik kaçan Hacer.
Gülerek, “Olur, ama bu akşam değil. Hem Emine Hanım yemek yapacak bugün, ben de yeni geldim, kendime gelmem gerek, ” der.
Küçük adımlarla yürüyüş yoluna çıkmışlardır. Hacer’de hayat buram buram tüter… Liseli kızlar gibi futbol topuna vuruyormuş gibi yapmalar, eğilip bir tutam çayır koparmalar, burnuna tutup uzun koklamalar sonra Kenan’ın başının üstüne konfeti gibi savurmalar, Mars’la yarışmaya kalkmalar, yolun kenarındaki çimenliği bol ceplerde alt alta üst üste yuvarlanmalar… Kenan tedirgin bakışlarla izler, deneyimleriyle bilir, aşırı coşkulu zamanların ardından derin çöküntülere düştüğünü Hacer’in.
Koluna girer Kenan’ın.
“Sana söylemiştim, Suna’yla ilgili?”
“Ne istiyorlar?”
“Ben kızıma bakamazdım, sağlığım da yaşam biçimim de uygun değildi, aklıma estikçe Dağ’a çıkıyordum… Bunları söylüyorlardı…”
Pek de haksız değiller der gibi güler Kenan.
“Kabul ettim. Şaşırıp kaldılar; ne var bunun altında diye düşünüyorlardır… Didişmek herkesi yoruyor… Yazdıklarım da benim çocuklarım nasıl olsa…”
Bir süre ormandan gelen esintiyi içlerine çekerek Ovacık çayı boyunca yürürler. Bir ara Hacer’le Mars dere boyunca uzaklaşır. Hacer cebinden onunla oynamak için getirdiği tenis topunu suya atıyor, Mars ok gibi fırlayıp dalıyor sığ suya kapıp getiriyordur. Kenan yandaki küçük çam ağacının altına oturur, bekler onları. Ovacık’ın küçük kuşlarından –serçe olmalı- konik gagalı, sırtları dalgalı kahverengi göğüsleri kül rengi bir gurup daldan yere, sonra geri ağaca, inip çıkarak şakıyıp dururlar. Ne zaman serçe sesi duysa içi kararır Kenan’ın. İlkokul dönüşü sapanla avladığı yaralı kuşların –canlı canlı- kafalarını kopararak kemerine astığı günleri anımsar.  Yedi sekiz yaşlarında,  doğanın en güzel ve en masum canlılarını matador caniliğiyle sapanla yere indirip kafaları çekerek narin gövdelerinden ayırmak… Nasıl bir masum (!) vahşettir?..
Kalkıp gitmek ister, yorgundur. Özür diler kuşlardan, ağaçlardan, Tanrı’dan… Bu kaçıncı özürdür… Şefkatle dokunur toprağa, okşar özenle incitmemeye çalışarak. Nasıl olmuş da öyle bir çocuktan bugünkü Kenan’a dönüşmüştür? Çamın gövdesine dokunur ben de sizlerden biriyim, yanınıza geldim diye…
“Çamlarla mı dilleşiyorsun?” Hacer hemen arkasındadır.
Kenan serçelerle kanlı macerasından söz eder. Hacer’in bakışları kuşların üstünde donmuş, yüzünde kâbustan kıvranan ama bir türlü uyanamayanların ıstırap çizgileri peydahlanmıştır.
“Sen nasıl bir adammışsın?..”
Koşarak uzaklaşır.
Mars bir süre izler Hacer’i, ancak fazla uzaklaşınca durur geri döner çamın altına. Kenan şaşırmamıştır.
“Ben bile zor dayanıyorum…”


-3-

Birkaç gün gözükmez Hacer, bir akşam arar, sesinin tonlaması normaldir.
“Özür dilerim?”
Rahatlar Kenan. “Hacer, biz dostuz unuttun mu? Ayrıca ben de aynı şeyi yapardım… Gelsene akşam.”
“Olur, yemekten sonra bir şeyler alıp uğrarım; iyi ki varsın…”
“Sen de.”
Kenan işin sorunsuz atlatılmasına sevinir. Ovacık’ta sıkça görüştüğü tek kişi Hacer’dir. Arada bir İsmet’e uğrar Dağ Otel’e, bir kadeh bir şey içmeye, havadan sudan muhabbete. Leman nişanlandıktan sonra pek uğramaz olmuştur. Geldiğinde rastlaşırlarsa oturup iki söz ettikleri olur.
İlk romanını yayınevlerine yollamaya hazırlanıyordur. Basılıp basılmayacağını önemsemez.  Öncelikle kendisinin beğeneceği bir şey olmalıdır. Yazdıklarını ölçmekte kullandığı birincil ölçüt budur şimdilik, gerisini sonra düşünecektir…
Elinde bir paketle gelir Hacer, akşam epey geç vakit. “Özel kurabiye yaptırdım, Emine Hanım’a; izledim ustasından öğrenen çıraklar misali…”
Paketi alırken, elini sıkar Kenan. Öpüşürler.
“Aşçılığa soyunuyorsun?”
“Yakışmıyor muyum?”
“Yok canım, olur mu.”
Çay demlerler. Kenan kurabiyelerin bir kısmını genişçe bir tabağa yerleştirirler. Kokuyu alan Mars damlamıştır mutfağa. Hacer çıkışır.
“Hayır Mars, sana göre değil…” Kenan’a döner. “Rafine olmamış buğday unu, mısır unu, ceviz, sıvı yağ, tereyağı… Yedin mi hiç?”
Kahverengi-bej, bazıları hafif yarılmış, cevizin verdiği dalgalı tonun vakarıyla havasından geçilmeyen gerinerek yayılmış kurabiyeler küçük masaya taşınır. Çay demlenirken birini ısırır Kenan. “Müthiş, gerçekten!”
Yemek masasının dibindeki yatağa oturur Hacer; eğilir ayağının dibine alelacele gelip yatmış olan Mars’ın başını okşar. Mars gördüğü sevgiye Hacer’in elini yalayarak yanıt verir.  Kenan mutfağa dönük sandalyede geriye kaykılmış onların sıcak gösterisini izliyordur.
“Düşünüyorum da, benim böyle duygularım pek olmadı…” Mars’la oyununu sürdürürken konuşur Hacer, sesinde dipten, mağaranın derinliklerinden yankılanarak gelen hüzün ve umut karışımı, kucaklayan bir ton vardır. Kenan’ı aklında ne varsa savuşturup onu dinlemeye zorlayan mistik bir ton… Gözleri Hacer’in kuğuyu andıran uzun boynuna takılmıştır. Başı yere eğildiğinden açılan hafif pembemsi kayısı renkli ensesinin çekimi içini titretmeye yeter. Hiç kaldırmasın başını, hep sürsün bu gösteri ister.
“Emine Hanım’la konuştum, o da olmasa bir şey yapacağım yok. Bir de akşam yemeği hazırlayacağız, menüyü seçtim, bilmek ister misin?”
Kenan onun boynuna takılıp kaldığından bir önceki cümlesinden ileri gidememiştir. “Nasıl duygular yani?”
“Duygu değil, yemek; akşam yemeği vereceğiz Emine Hanım’la. Menüyü seçtik dedim ya, duymadın mı?”
Kenan kendine gelmiştir, “Yap tabii, ne yiyeceğiz bakalım?”
“Bulgur pilavı, etli patlıcan şerefiye, salata, hafif bir de tatlı… Bu yemeğe bura halkının koyduğu kuzu eti beni üzüyor aslında, bebek onlar bebek biraz daha yaşamayı hak etmiyorlar mı?”
“Yemeği iple çekmeye başladım bile… Bak unuttuk çayı!” Mutfağa koşar.
Hacer atılır. “Sen bırak!”  Sandalyelerin arasından yol açar kendine. “Çay servisi benim işim…”
Kenan bardakları ve tabakları çıkarır tezgâha koyar, döner yerine oturur. Yüzündeki  şaşkınlık iyimserlikle sarmalanmış hayranlığa dönüşmüştür. Daha iyi bir dünya canlanır gözünde…
Canlı, berrak, duru kırmızı çayları getirir tepside Hacer. Masaya otururlar. Kenan’ın mutluluğu gözlerinden okunur. Eğilir, hafifçe Hacer’in yanağına dokundurur dudaklarını. Bir ara göz göze gelirler, ilk kez kahverengi gözlerine bu denli yakındır. Hacer aralarındaki üç parmaklık uzaklığa tatlı bir uykuya dalar gibi bırakır kendini, gözleri kapanmış, Kenan’ın dudaklarını bulmuştur. Hareketsiz dudakları kısa bir süre birleşik kalır. Minik bir öpücük alır, yavaşça çekilir Hacer. Zamanın durduğu, konuşmanın hiç yakışmadığı, sessiz anlardan geçerler…
Hacer, “Ben artık kalkayım, öylesine yazmak istiyorum ki, belki sabaha kadar… Yarın alış veriş yapıp Emine Hanım’la sana geliyoruz; istersen başka yerde çalış, otellerden birinde falan…” diye hareketlenir.
Gülerek  yumuşak baş hareketiyle olur der Kenan; mutlulukla yaparım…
(Devam edecek)


∘∘∘


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder