Fransız matematikçi Descartes (ö.
1650) şeytanın aklına gelmeyecek bir cinlik yaptı.
Dünyayı iyi öğrenebilmek için…
Dedi ki insana:
“Sen ayrısın, dünyanın kalanı
ayrı… Bilecek olan sensin, diğerleri ise öğreneceğin şeyler…”
O anda insan, dünyadan ve canlılardan koptu.
Hayat’ı acımasızca basitleştirmiş,
enginlerde gezinirken yakalayıp küçücük bir labaratuvara tıkmıştı, Descartes.
Yanlış olmayı yanlıştı dediği;
ama işe yaradı: Dünyayı şimdi çok iyi biliyoruz…
Ama kendimiz pahasına yaptık
bunu.
∘∘∘
Alman düşünür Kant (ö. 1804) işi
pekiştirdi.
Dünyayı anlayacak aklı açıkladı.[1]
İçine hayatı katmadı; onu
anlamaya vakti yoktu, basitleştirme işine gelmişti…
∘∘∘
O günden bu yana hayat yalnızca
şiirde –sanatta- akıyor;
Kendini merak ediyorsan şiirden
başkasına kulak asma.
∘∘∘
Akıl hayatla konuşmaz; çünkü
dilini bilmez…
Beceriksiz politikacı gibidir…
Doğrulardan kalkar,
kestirimlerini sınar… !
∘∘∘
Hayatta böyle karar alınmaz!
Sevdiğin şeylerin doğru olduğuna kendini
ikna etmeye çalışırsın…
Yani en arabesk söylemle:
Seviyorsan evlenirsin!
Doğruyu bulup onu sevmeye
çalışmazsın…
Buna ne diyorsun, irrasyonel mi?
Kabul!
Hayat akıldışıdır!
∘∘∘
Bu yüzden halk, “Şu yanlıştır!”, “O
doğru değildir!” dinleyenleri dinlemez…
“Tank getirdiniz de üstüne
çıkmadık mı?”
Diyenlerle ilgilenir…
Doğru diye değil; sevdikleri,
sempatik buldukları, hoşlandıkları için…
Sözleri, akıldan önce gönüllere
girdiği için…
∘∘∘
Arar akıl, bakmaz!
Günümüzün şiiri kaçmış zamanlarında
olduğu gibi…
Sahtedir, bakmayan hayat’ın
yaşamı…
Görmüş şair:
“Kim bakardı uzağa köpekleri
saymazsam.”[2]
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder