Köye üçüncü gelişimiz…
Yeni ahbabımız Murat bizi
karşıladı. Elli yaşının üzerinde, doğduğundan beri bu köyde yaşamış, kafası
çalışan biri…
Epey dolaştık, döndük çınarın
altında çay içiyoruz…
“Murat üstat köyünüz kaç hane?”
diye sordum.
Murat elindeki dal parçasıyla
önünü eşelemeyi sürdürdü. Duymadı sandım, sorumu yinelemek üzereydim ki yavaşça
geriye döndü, tepeye tırmanan birkaç damı derin derin süzdü…
“Bilmem ki be ağabey,” dedi, “hepsini teker teker saymak lazım!..”
Üstelemedim.
Köyüm 11 hane olduğunu sonra
muhtardan öğrendim...
∘∘∘
Kalkmak üzereydik yanımıza Fatma Kadın geldi…
Yetmişin üzerinde... Dinç, ipincecik…
Ömrünü koyunlarla, keçilerle geçirmiş…
Onlara laf söyletmiyor…
Söz döndü dolaştı peynirden geçtiği söylenen mal hastalığına geldi.
Sizin peynirlerin de hastalık yaptığı oldu mu, diye biraz özensizce soracak oldum…
Durdu, başını geri attı.
“Koyundan, keçiden hastalık geçmez!..” diye diklendi.
Nefeslendi bir süre, sürdürdü…
“Bileceksin, sezeceksin, hastaysa sütünü sağmayacaksın…
Beş yaşımdan
beri koyun sağıyorum, çocukluğumda koyunun altına başımı sokar emerdim sütünü…
Daha lezzetli başka bir şey bulamazsınız!”
Fatma Kadın’a hayatında rastlamadığı şeyin doğru olduğunu
anlatamazdınız…
Saygıyla sustum…
∘∘∘
Olmasaydı, bu dünyada yaşamak çok
daha zor, belki de imkânsız olurdu diye düşündüğünüz bir şey var mı?
Benim var…
Ölüm…
Adaleti önemsiyorsanız, yaşamdan
‘anlam’ damıtmak için
adaletsizlikler üzerinde gezinip durursunuz.
Hayat öylesine zalimce
adaletsizdir ki, an gelir onların yumuşayacağından ümidi keser teselli
ararsınız …
İşte o zaman bulacağınız avuntu ölümdür… Sayesinde direnmeyi
sürdürürsünüz.
Hayatın herkese eşit uygulanan
tek kuralıdır ölüm…
Büyük kara komedi, bazen hayatın ölüm olduğu için yaşamaya değer olmasıdır!
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder