31 Mayıs 2016 Salı

Babalar Oğullar Anneler Kızlar




Doğanın kayıtsız huzurundan doğup, hayatın, bir türlü anlayamadıkları tuhaf ve epeyce kederli yolculuğuna katılan insanın köşe taşlarıdır…

Tabiattan insan biletini aldıysanız bunlardan birisinin kılığına girerek yola çıkarsınız…

Sürekli kestirmeye çalıştığınız, ancak hiçbir yolla beceremediğiniz bir geleceğe doğru akarsınız…

Sonunda doğaya, geldiğiniz yere, etrafta olanlara aldırmadığınız sonsuz uykunuza geri dönersiniz…
∘∘∘


Yolculuğunuzun acayiplikleri saymakla bitmez…

Bence en garibi, ne olduğunuz, çevrenizdeki insanların nasıl davrandığı konusunda size anlatılanların, hayatın kendisi tarafından sürekli yalanlanıyor olmasıdır…

Bildiğiniz her şeyin hep yanlışlandığını görmek sizi öylesine şaşırtır ki ipin ucunu koyverirsiniz…

Dua eder, düşünmeyi bırakırsınız…
∘∘∘


Bilgi dediğimiz bunca yığın arasında insan dediğimiz canlının ne olduğu yoktur…

Bu konularda –fen bilimleri işi çözene kadar- aramızdan çıkan üstün sanatçılardan medet ummaktan başka yolumuz yoktur!

Ne yazık ki üstünlerin seçimi konusunda da her grup farklı düşünüyor…

Sonuçta olan şudur:

Çokluk yaşamı, kafasını vura vura öğrenir!
∘∘∘


Bana sorarsanız belli bir yaşa gelen erkek çocuğun cebine Babalar ve Oğullar romanı[1] mutlaka konmalı…

Birkaç yılda bir tekrar tekrar okunması önerilerek…

Yanına da Karamozov Kardeşler[2]
∘∘∘


Kızlar…

Beyaz atlı prens peşinde koşanlara Madame Bovary[3]

Hayatın hak hukuk çetvelinde nasıl göründüğünü merak edenlere Anna Karenina[4]

İnce ince kendi dokusunu öğrenecek kadar sabırlı olanlara Jena Austen’ın[5] ve Çehov’un[6] yazdıkları…
∘∘∘


Anneler-babalar kendilerini mutsuz eden yolları çocuklarına önermekten sıkılırlarsa diye yazdım bunları…

Biliyorum, kendi sormazsa, insana yer çekimi var desen, inanına uçmaya kalkar…
∘∘∘



[1] Turgenyev (ö. 1883) Rus romancı.
[2] Dostoyevski (. 1881) Rus romancı.
[3] Flaubert (ö. 1880) Fransız Romancı.
[4] Tolstoy (ö. 1910) Rus romancı.
[5] Jane Austen (ö. 1817) İngiliz Kadın romancı.
[6] Çehov (ö. 1904) Rus tiyatro ve hikâye yazarı.


30 Mayıs 2016 Pazartesi

Konuşan ve Dinleyen Kabahatini Kabullenecek





Daha iyi bir dünya için ciddi bir ümit doğacak!

Aslında başlığı ‘Konuşan ve Dinleyen Lanetini Kabullenecek!’ diye atmalıydım…

Korktum…

Zehri boca etmek istemedim…
∘∘∘


İnsan etrafındaki ikiyüzlülüğü, adaletsizliği, güvenilmezliği hemen görür…

Sıkıntısı, bunun insanın doğasından –yaradılışından- geldiğini kabullenememesidir…

Evet dediği anda “Ben de herkes gibi kötüyüm!” fikrini içine sindirmesi gerekecektir…

Bunu yapamaz!

Daha doğrusu, bunu yaptığı anda işin içinden nasıl çıkacağını, içindeki kötülüğü nereye boşaltacağını bilemez!
∘∘∘


Kendini kandırmak kolayına gider…

Herkes kötü, o iyidir!

Karşısındaki de aynı çıkmazda sıkıştığından, birlikte rahatlarlar…

Yoksa, ikisi de –derinlerde bir yerde- her şeyin farkındadır…

Ayakta kalma güdülerinin seline kapılmışlardır…

İkiyüzlülükten başka sığınak bulamazlar…
∘∘∘


Çözüm, sormaktan, düşünmekten ve hayal kurmaktan geçer…

Daha iyi bir dünya için…

Ancak gündelik hayat buna izin vermez…

Sokağın ve getir-götür dünyasının tasarımları yapılırken kimse bunu düşünmemiştir…

Sistem her şeyi ben düşünürüm sen kafayı takma demiştir…
∘∘∘


Büyük insanlık açmazıdır bu…

Kurtulamazsanız, içinizde uyuyan bilgelik arzusu bir türlü kafasını kaldıramaz…

Ayakta kalmak için sürekli kendinizi kandırır, ikiyüzlülüğe mahkûm edersiniz!

İhanetin farkında bile değilsinizdir…

Sıradanlığa sığınırsınız…
∘∘∘


Günün birinde toplumların ‘kötü insandan’ kendini kollayacak biçimde tasarlanacağını hayal etmek zorundayız!

İşin zorluğu hepimizin kötü olmasıdır

Ama ümitsizliğe kapılmayın!

İnsan kötü, ama yaratıcıdır; kendisinin bile zarar veremeyeceği –yöneticileri kısa zamanlı- toplumu kuracaktır…

Yeter ki o vakte kadar kendi türümüzü yok etmeyelim!
∘∘∘

29 Mayıs 2016 Pazar

İnsanı Nereden Gelip Nereye Gittiği Belirler




Sokakta bunalmayan nereye ait olduğunu öğrenemez…

Dünyanın bütün gündelik hayatlarının sıradan, tekdüze, çekimsiz, ışıksız sahnesidir sokak…

Daha iyi bir dünya kurulsun diye tasarlanmamıştır…
∘∘∘


Sokağı sorgulamıyorsanız, yerinizden şikâyetiniz yoktur…

Yazılar çiziler hep sokağı daha iyi bir dünyanın renkli sahnesine dönüştürmek isteyenler içindir…
∘∘∘


Nereden geliyorsunuz?

İşçi miydiniz, köylü müydünüz, memur mu, beyaz yakalı mıydınız; esnaf mı, iş sahibi mi, politikacı mıydınız?

Nereye gidiyorsunuz?

Okur musunuz, ağacı, ormanı, toprağı, otu, canlıları sever misiniz, yoksa onları insanların köleleri gibi mi görürsünüz?

Aynı kişilerle aynı muhabbeti sayısız kereler yapmak sizi sıkar mı?

Hayatınızda hangi mantığı kullanırsınız? Geçmişte olanlara bakarak geleceği kestirirken kuşkulanır mısınız?

Ben bilimsel mantık kullanıyorum diyorsanız bunu nasıl yapıyorsunuz?

En çok merak ettikleriniz arasında, evrenin, hayatın ve bilincin ne olduğu nereden geldiği var mı?
∘∘∘


Nereden geldiğiniz duygusal haritanızı belirler… Geleceğe yürürken temel pusulalarınızdan biridir bu harita.

Nereye gittiğiniz yukardaki soruların yanıtlarında saklıdır…

Geleceğe hangi yollardan yürümek istediğinizin işaretlerini verir cevaplarınız…

Duygusal haritanız uzlaşmaz, yollarınız farklı ise tartışıp durursunuz…

Eşinizle, dostunuzla, akrabalarınızla, arkadaşlarınızla…

Beyhude didişirsiniz…

Birbirinizi sıradanlığın dipsiz kurularına çekip durursunuz…

Tek başınaysanız, tartışarak bu gerçeği değiştiremezsiniz!     

Ya ne olduğunuzu kabulleneceksiniz, ya da sıradanlaşacaksınız…
∘∘∘


Hayat, kendisiyle yüzleşecek cesareti olanlara fısıldar gerçek anlamını…

∘∘∘


28 Mayıs 2016 Cumartesi

Sıradanlıktan Bunalmak İyidir





Dünyanın bütün gündelik hayatları sıradandır, ışıksızdır, tekdüzedir, monotondur…

Sokağın –gündelik hayatın- boyunduruğundan kurtulmadıkça insan kendi rengine kavuşamıyor.

Yalnızca sizin gördüğünüz gökkuşağıdır kendi renginiz…

Altından geçerken içinizdeki sesi duyarsınız…

Ben, dersiniz, bunun için dünyaya gelmişim…

Ne hayat ne de ölüm korkusu yanınıza uğrar…

Artık içinizden geldiği gibi yaşayacak kadar cesursunuzdur…
∘∘∘



Sıradanlığın tipik belirtisi yaşamdan ve ölümden korkudur…

Kalabalıklar arasında kaybolmak istersiniz…

Gemi azıya almış bir yaşam coşkusunun rüzgârını tanımazsınız…

Açıklardan ürkersiniz…
∘∘∘


Eğitimin sıradanlığı ortadan kaldırdığı şehir efsanesidir…

Tersine, okulların programları dünyayı kavrayan değil, gündelik hayatta bunalmayacak insan yetiştirmeye dönüktür…

İnsanın kendisine giden yolu aydınlatmaz eğitim, can sıkıcı sokaklar zoraki gülücüklerle dolsun ister…
∘∘∘



İçinizdeki sesi duymak eğitim istemez

Sezgilerini ve duygularını ciddiye alacak, üstüne düşünebilecek cesaret ister

Soru soracak, cevaplarının izinden gidecek; sanattaki ve doğadaki güzelin özgürlüğün yansıması olduğunu görecek bilgelik ister…
∘∘∘



Sıradanlığı tanımak kolaydır…

Toplumun dikte ettikleri yerine duygularınızı önemseyin yeter!

Yaparken bunaldığınız, konuşurken bunaldığınız kişi sizin için sıradandır
∘∘∘



Sıradanlıktan kurtulmak zordur…

Sağduyunun duvarları dikilmiştir önünüzde!

Çok kazanmak için ‘işinizi’, sosyal kalabilmek için ‘anlamsız dostlarınızı’ terketmez, size özel gökkuşağını görmeden ölürsünüz!

Hayat korkusunu atamadan…

Dünyanın bütün yağmurları, güneşleri, rüzgârları, dağları, ovaları aynıdır…

Değişik olan içinizden geçenler…

Topluma yaranmak derdinden onları dinlememişsinizdir…
∘∘∘



Toplum sistemi düşünür sizi değil!

Yarandıkça kaybedersiniz…

Duygularınızı dinleyip bir adım geride bıraktığınız bunaltınız, aslında bir adım uzaklaştığınız sıradanlıktır

Kendinize bir adım daha yaklaştınız demektir…

∘∘∘


27 Mayıs 2016 Cuma

Ben Şimdi Ne Yapabilirim




Fenerbahçe şampiyon olur dedim…

Olamadı!

Üstelik her şeyi kaybetti!
∘∘∘


Aslında durum açık:

Bir kestirimde bulundum ve çuvalladım… Öyle pek fazla futbol düşünen biri falan da değilim…

Yüzde 50 şansım var diye düşündüm…

Yap tahminini; bilirsen, “Ben bile bildim!” dersin…

Ters tepti!

Kara kara düşünüyorum şimdi…
∘∘∘


Açık söyleyeyim…

Bilemezsem ne yaparım diye düşünmedim!

Bir yolunu bulurum, diye aklımdan geçirmiş olmalıyım…

Çünkü insanların gündelik hayatı, getir-götür –iş- dünyası, politika veya spor üstüne ne söylersen söyle kıvırabiliyorsun…

Seni sınamalarına izin vermiyorsun, olup bitiyor!

Öyle dedim, ama diyorsun; -biraz olsun ağzın da laf yapıyorsa- arkasını dolduruyorsun…
∘∘∘


Nasıl olsa dediklerini test edecek ortak bir mantık henüz icat edilmedi…

Örneğin, Aziz Başkan, Hoca’nın kulağını çeker diye düşündüm, dersin, yapmadı ben ne yapabilirim!

Son iki ayda Hoca –Pereira- bildiklerini unuttu, dersin, elimden ne gelir…

Adam birdenbire değişiverdi…

Ben gene aynı şekilde düşünüyorum, dersin…
∘∘∘


Oturdum, bir şeyler söyleyelim dedim…

Yapamadım…

Zamanla böylesine saf tutmayı midem kaldırmadı sanıyorum…

Hoş, sevimli, sosyal, anlayışlı, hoşgörülü, akıllı, düşünceli görünmek için intihar ediyormuşum gibi geldi…
∘∘∘


Bundan böyle boş heveslerim olmayacak…

Futbolu, asıl yorumcularına bırakıyorum…

Kabul ediyorum, futbol hatalar oyunudur (!)…

∘∘∘

26 Mayıs 2016 Perşembe

Ben Bu Dünyaya Bir Türlü Alışamıyorum





Roman…

Kumaşının sıradan olmadığını hemen anlıyorsunuz…

Uzunca boylu, gözünün kenarındaki çizgilere bakarsanız gülümsemesi eksik olmuyor.

Yüzüne acı yakışmıyor acemice yapıştırılmış gibi, iğreti duruyor…
∘∘∘


Namazını kaçırmıyor…

“Hanımla ben” diyor koyulaşmış sohbette bir araya sıkıştırıp “zor günlerden geçtik, neredeyse kaybediyorduk kızı Allah bize bağışladı… Ama ben biliyorum…”

Neyi diye soracak olsan, bakışlarını yere sabitleyip başına sağa sola birkaç kez kederle sallayıp susuyor…

Israr edemiyorsun…
∘∘∘



Bir gün kahvaltı ediyorum yanıma geldi… Çayı elinde, çekti sandalyesini karşıma…

Bildik hoşbeşten sonra ağabey, sana bir şey sorabilir miyim, dedi.

“Sor tabii…”

“Bende öyle bir hanım var ki… Her şeyi ona teslim ettim rahatladım… Böylesi daha rahatıma geliyor!           

Ne var bunda, dedim…

“Ben kılıbık koca muhabbetine pek takılmam… Ama içimde hep bir endişe…”

Şaşırmıştım. “Ne endişesi?”

“Kaderden korkuyorum… Her şeyim yerinde, güzel bir karım var, evde huzurum…”

Sustu.

“Klarnet büyük aşkımdı, olmadı… Babam istemedi. Düğünden düğüne gezmeyeceksin dedi… Beni gelecek korkutuyor galiba…”

Bakakaldım.

Ben bu dünyaya bir türlü alışamıyorum… Kadere karşı geliyormuşum gibi geliyor bana… Kızımın hastalığı da bundan olmasın…”

Gülümseyerek sandalyemi geri çektim.

“Başkalarının alıştığını nereden çıkarıyorsun?” diye karşılık verdim, “ ya herkes alışamadan yaşayıp gidiyorsa?

Okuyor musun kafalarını!

Hem nesine alışacaksın bu dünyanın?

Baksana, canlılar birbirini yiyerek besleniyor!”

Bir süre konuşmadı.

Aniden kalktı, rahatlamıştı:

“Senin yanında rahatlıyorum be ağabey!” diyerek uzaklaştı.

∘∘∘

25 Mayıs 2016 Çarşamba

İstemediğiniz İşte Çalışmama Özgürlüğü





Uygarlıktır…

İnsan türü dışında tüm canlılar bu özgürlüğe sahiptir…

Beynine düşünce saplanan insan, dünyaya egemen olmuş ancak çalışmama özgürlüğünü yitirmiştir…

Asgari şartlarda yaşamını sürdürebilmek için kendini yiye bitire çalışmaya zorlayan insan peydahlanmıştır…

Tanımınız bu olunca dünyada uygar toplum sayısı pek azdır.

İskandinav ülkeleri, Fransa…

Başka var mı?

Hemen çıkaramadım…
∘∘∘


Birincil amacınız uygar yaşam olunca, İstemediğiniz işte çalışmama özgürlüğünü bayrak yapıyorsunuz…

Zararın neresinden dönerseniz kâr sayıyor…

Geçen yılları unutup geleceği kurtarmaya çalışıyorsunuz…
∘∘∘


Bir roman kahramanı hatırlıyorum…

Fahişe, güzel bir kadın; bilerek, isteyerek fahişelik yapıyor…

İlerde istemediği işte çalışmama özgürlüğüne kavuşmak için…

Öylesine çok para kazanacak ki, bir noktada artık harcayamadığı kadar parası olacak…

Ve de özgürlüğünü kazanacak…

Uygar ve özgür olabilmek için köleliğin en kötüsüne razı olduğunu sanıyor…

Kazanıyor, harcıyor; kazanıyor harcıyor…

Sonunda ruhu yolunu şaşırıyor, tükeniyor, bitiyor…
∘∘∘


Teslim olunca, kaçınca direncinizi yitiriyorsunuz…

İçinizdeki insanın sesi kısılıyor, ruhunuz parçalanıyor…

Mutlu olmak için sinirlerinizi aldırıp acı duymamaya çalışmak gibi bir şey…

Acı duymuyorsunuz ama mikroplara karşı işaret fişeklerinizi yitiriyorsunuz…

Zamanında koruma hamleleri yapamıyorsunuz…

Düşmanlarınız başıboş kalıyor… Bildikleri gibi at oynatıyorlar…

Sonunda yeniliyorsunuz!
∘∘∘


İstediğimiz işi kimse vermiyor!

Bedeller ödeniyor!

Devlete, topluma sitem edip durmak kurtarmıyor!

Kendinizden başka gidecek yeriniz olmadığını görünce yolculuk başlıyor…

Anlamaya çalışıyorsunuz, ne için buralarda olduğunuzu…

Arkası geliyor… Çorap söküğü gibi:

Çalışmak erdem değildir!

Zorunluluktur!

Erdem içinde dünyayı unuttuğunuz uğraştır!
∘∘∘

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Hayır




İnsanın aklına düşen en hayırlı kelimedir…

Yararlı, uğurlu, iyi ve güzeldir ‘hayır’ sözcüğü…

Tabiat ve sanat insanla hep bu kelime üzerinden konuşur, ama bizler ne yapıp edip sohbeti evet’e bağlamayı yeğleriz…

Çevremizden, insanlardan, doğadan, sevgiliden gelen yalnızca ‘hayır’lar güvenilirdir…

İnsan, kaypaklığını bile bile ‘evet’i kovalar…
∘∘∘


‘Evet’leri gösterge alan insan aklı ve ruhu açmazlara saplanmıştır…

‘Hayır’lara göre yön bulursanız yolunuz ve ruhunuz aydınlıktır…

Sevmediğiniz şeyleri yapmayın yeter, yaşama bir yerinden tutunursunuz…

Yalnızca sevdiklerinizin peşinden giderseniz, Tanrı’nın, insanların, doğanın, sanatın, içinizdeki sesin fısıldayıp durduğu “Hayır! Yanılıyorsun!” ihtarlarına kulak tıkıyorsunuz demektir…

Bedelini ödersiniz…

'Evetler' ağır bassa bile kutsal olan ‘hayırlar’dır…

Hayat, doğruları –evetleri- bulup istiflemek yerine, yanlışları –hayırları, doğanın karşı çıktıklarını- yakalayıp onlardan vazgeçiyorsak istediğimiz yönde akacaktır…
∘∘∘


İstediğiniz kadar bilin ‘hayır’ın gücünü, ‘evet’in çekiminden bir türlü çıkamazsınız…

İnsanın düşünce yapısı böyledir…

Geçmişe bakarak geleceğini kestirmeye çalışır gündelik hayatta…

İşler, makul bir süre gönlünüzce akmayı sürdürmüşse kapılıp gidersiniz…

Yaşam hep böyle akacak, diye bir hüsnü kuruntuya kapılmışsınızdır…

‘Evet’in çekimidir bu!
∘∘∘


Tipik örnek biyolojik aşktır…

Evet’in çarmıhında geriliverir insan…

Olmazları listeleyerek evlenmeye çalışanların düğünlerine pek rastlamazsınız…

Aşka uyuyor, ancak akla pek uymuyor ‘evet’!

Aklınız başınızdan gitmişken evlenir, ardından aklınızla evliliği kurtarmaya çalışırsınız…

Başarırsanız bir yastıkta kocarsınız!
∘∘∘

Her şeye rağmen, bir yastıkta kocayacağınız ‘aşkınız’, bir de aynı yastıkta kocayacağınız cevabını aradığınız  ‘sorunuz’ yoksa vay halinize…

Anlam arayıp durursunuz dipsiz kuyularda!

∘∘∘