29 Eylül 2016 Perşembe

Kendinizi ve Hayatı Fazla Önemsemeyin






İçinizdekini –benliğinizi, gururunuzu-  ciddiye aldıkça hayatı es geçersiniz...

Benliğim fazla öne çıkarsa, hayat ile arama giriyor ‘hayat tutulması’ yaşıyorum ben!

Ünlü söze geliyorum:

“Hayat, ciddiye alınamayacak kadar önemli!...”[1]
∘∘∘


Dünyadaki kederli yolculuğumuzu ciddiye aldıkça, ölüm korkunuzun üstüne koyarsınız…

Korku, yaşamınızı dondurur ve onu sıradanlaştırır…

Hayatınızın küçük mucizelerini dokuyacak tezgâh devre dışı kalmıştır…

Renkleriniz solmuş, heyecanlarınız pörsümüş, gerçekleşmesini beklediğiniz tüm mucizelerinize elveda demişsinizdir…

Ölümü ürpererek beklediğiniz bekleme odasıdır yaşam artık sizin için…

Elinizde tuttuğunuz güvercini sıkıp boğuyorsunuz farkında değilsiniz.

Hayat biraz güvercine benzer; sıkarsanız boğulur, bırakırsanız kaçar…
∘∘∘


Yaşamı ciddiye almak güvercini boğazlamak ise kendinizi ciddiye almak da kuşu kaçırmaktır…

Çok önemsemeyin kendinizi…

Dünyadaki on binlerce canlıdan yalnızca birisiyiz…

Elimizde bize üstünlük sağlayan ‘düşünce’ gibi ‘yaratıcı’ ve ‘öldürücü’ bir aletin olması bu gerçeği değiştirmez…

Tüm canlılar gibi sonsuz olumsallıklar yelpazesine açığız…

Diğer canlılarda olmayan özel bir bağışıklığımız yok!
∘∘∘


Düşünceyi iyi kullanabilen bir tür olsaydık bu günleri görür müydük?

Ama ondan –düşünceden- başkası yok elimizde…

Tek umudumuz insanlığın aklını başına alabilmesi için ne yapabilirsek onu yapmak…

Umutsuz kalmadan, ‘enseyi karartmak’ ve bütün enerjimizi toplayıp insanlığa -kendimize- destek olmak…
∘∘∘


Yabanıl yaşama duygumuz çeliyor aklımızı…

Aslında ne yaşam ne de kendimiz sandığımız kadar önemliyiz!

İşin kötüsü, her ikisini de ne kadar önemli sanırsak o kadar kaybediyoruz…
∘∘∘






[1] Oscar Wilde (ö. 1900) İrlandalı şair, romancı.


28 Eylül 2016 Çarşamba

İnsan İnsanı Tanıyabilir mi






Çocukluğunuzu ve gençliğinizi gözünüzün önünden geçirin, sinema filmi gibi…

İyi tanıdığınızı sandığınız bir yakınınızla yaşadığınız ilk ciddi hayal kırıklığını yakalamaya çalışın karelerin arasında…

Göreceksiniz ki sorun, bulmak değil sıraya dizmektir düş kırıklıklarınızı!
∘∘∘


Kim bilir siz, kimlere ne düş kırıklıkları yaşattınız…

Farkında bile değilsinizdir.

İnsan beyni yaptığı kötülüklerin çetelesini pek tutmaz…

Ne kendine ne de başkasına yaptıklarını saklar belleğinde.

Varsa da yoksa da çektikleri kötülüklerdir, başkalarının kendilerine yaptıkları…

İçinizdeki yabanıl yaşam duygusu böyle ister…
∘∘∘


Genç bir adamın, insan ilişkilerine ve davranışlarına arkasından baktığı pembe tül yırtıldığında umutlarını, hayallerini kaybettiğini görmek üzücüdür.

Ancak yine de eski hayallerin yerini daha tatlı, daha kalıcı olanların alması umudu vardır…[1]

Ya yerine daha tatlılarını koyamayacak durumdaysanız?

İşte o zaman insanın gerçek yüzünü tanıma fırsatı elinize geçmiştir…
∘∘∘


İnsanın, lanetli duruma sokmadığı bir başarısını zor bulursunuz…

Atom bombasına, petrole, kömüre, otomobile, gezegenimizin iklimine bakın!

Dostluk ta böyledir…

Yırtılan pembe tüllerinizin yerine her zaman yenilerini asacak kadar güçlü kalabilmek gerekiyor…

Şans dileyelim, güçlü kalalım, gerçek insanı tanımaya hiç fırsatımız olmasın!
∘∘∘


[1] Lermontov (ö. 1841): Ünlü Rus romancı, 27 yaşında düelloda öldürüldü; “Zamanımızın Bir Kahramanı

27 Eylül 2016 Salı

Anne Baba ve Çocuklar






Anne ve babanın çocuklarını hatadan sakınması…

Doğru mudur?

İyi midir?

Kimin için?
∘∘∘


İster doğru olsun ister yanlış, iyidir kötüdür, anne ve babanın umurunda olmaz…

Ne yapar eder, bildikleri yanlışlardan çocuklarını korumak isterler!

Ne kadar doğru olursa olsun karşı mantığı duymak istemezler!

Otomatik pilota bağlanmışlardır…

Yaşama duygusunun ayakta kalma raylarında gözü kapalı yol alan vahşi pilota...  
∘∘∘


"Ben çok hata yaptım," dedi adam, "çocuğumun hata yapmasını istemiyorum!"

Şeytanın avukatı rolünü oynamanın tam zamanıydı:

“Siz, ‘siz’ olmaktan mutlu musunuz?” diye sordum.

“Evet mutluyum.” Dedi. Kendine güveni vücudundan okunuyordu.

“Şimdi düşünün,” diye karşıladım, “hatalarınız olmasaydı ‘siz’ olabilir miydiniz?

Adam durdu…

Zaman kazanmaya çalıştığı belli oluyordu.
∘∘∘

O sırada telefonu çaldı adamın, rahatlamıştı, düşünmek için bir fırsat çıkmıştı….

Telefonu açarken eğildi, alçak sesle “kızım “ dedi, ”müdüre öğrenci taleplerini bildirecek öğrenci grubuna katılmak istiyordu, biz istememiştik… ”

Kısa bir görüşmeden sonra telefonu kapadı. Oldukça rahatlamıştı ancak hâlâ tetirginliği belli oluyordu.

“Dediğinizi yaptım… artık kişiliksiz bir kızınız var, diye sitem edip kapattı…” dedi.
∘∘∘


Sorumu üstelemedim.

Cevabını kızından almıştım…

Çocukların hesapsız –amaçsız- doğru ve iyiye –hayata- yürüyen coşkun dünyasının,  yetişkinlerin hesaplı kitaplı, amaçlı dünyasıyla anlaşması kolay olmuyordu…
∘∘∘




26 Eylül 2016 Pazartesi

Kötümserlik Umutsuzluk Değildir





Umutsuzluğu, yaşamak için sebebi olmamak, diye alıyorsanız ben biraz değişik düşünüyorum…

Sandalyeye çıkmış ilmiği boynuna geçiren biri bile yaşamak için ümitlerinin tümünü yitirmemiştir…

Yaşamak umudu, bize sormaz, her zaman içimizdedir; aksi olsaydı böylesine adaletsiz bir dünya çoktan yok olurdu!
∘∘∘


İnsan türünün kendini yok edecek uçuruma doğru koşar adımlarla yaklaştığı su götürmez bir gerçek…

Neden hâlâ büyük çoğunluk kötümser değil?

Çevrenize bakın…

17 yıl sonra doğanın –yaşamın- sonunu önlemek için yapacak hiçbir şeyi kalmayacak bir türün şaşkınlığı ve endişesi var mı insanların gözünde?

Neden yok?
∘∘∘


Çünkü şartlanmışlar; geleneklerin, dinlerin, insanlığın 10 bin yıllık geleneğinin söylediklerini yanlış yorumluyorlar:

‘Umudunuzu’ kaybetmeyin deniyor…

‘İyimserliğinizi’ kaybetmeyin anlıyorlar!
∘∘∘


Sanıyorlar ki kötümser olursak ümitlerimizi kaybedeceğiz!

Oysa gerçek tam tersi:

Cesaretiniz varsa, koşullara bakar, kötü görüyorsanız kötümser olursunuz…

Kötümserlik daha gerçekçi, daha akıllı olmanızı ister…

Aklınızı kullandıkça ulaştığınız bilgiler yaşam enerjinizin yelkenlerini doldurur!
∘∘∘


Yılmamanız, yıkılmamanız gerektiğini bilir kendinizi ona hazırlarsınız!

Ahmaklıklarınızı, budalalıklarınızı görür azaltmaya çabalarsınız…
∘∘∘


Bunların başında iyimserlik gelir…

Koşulları kötü göre göre iyimserlik rehavetinde uyuşup kalmanın ahmaklığı apaçık gözünüzün önündedir…

İyimserliğinizden kurtuldukça hülyalarınızdan sıyrılır, ruhunuzu günün koşullarına uyarlarsınız…

İçinizdeki vahşi ve ahlaksız yaşama duygunuzun köşelerini törpüler, doyum aldığınız hayat enerjisine çevirirsiniz…

İyimserlik rehavetini yırtmak işim başıdır!

∘∘∘



25 Eylül 2016 Pazar

İngilizce Eğitim Tuzağı






Hepimiz mahkûmuz!

Hükümlü doğuyoruz!

Çoğu babalar anneler, bu kapana kapılmış, bedel ödemiş…

Ama çocuklarını aynı çıkmazın içine açıkça ittirmekten çekinmiyorlar…

Tuhaf olanı, tuzağı görmemek bir yana, onu onur ve prestij sanıyorlar…
∘∘∘


Türk vatandaşlarının tümü ana dilinde eğitim alamama mahkumu…

Eli, yüzü düzgün tüm üniversiteler İngilizce eğitim veriyor…

Kürek mahkumları gibiyiz…

Doğuştan hükümlü!

Düşünme zorluğu çekmemizin altında belki de bu yatıyor…
∘∘∘


Pazarlama öyle etkili ki en iyi üniversite Türkçe eğitim verse kimse gitmeyecek!

İnanabiliyor musunuz?

Kendi kendilerini iyi düşünememeye gönüllü mahkûm bir grup insan topluluğu!

Ayaklarındaki zincirlerden öylesine mutlular ki, onları omuzlarındaki apolet sanıyorlar…
∘∘∘


Bir İngilizin kendi ülkesinde yurttaşlarını Fransızca eğittiğini düşünebiliyor musunuz?

Hem de gönüllü!

Ya da Fransa'da eğitimin İngilizce olduğunu? 
∘∘∘


İngilizce öğrenmekle, İngilizce eğitim almayı karıştıran…

Yabancı dil öğrenmekle, yabancı dilde eğitimi birbirinden ayıramayan…

Üstelik 600 yıl imparatorluk yönetmiş…

Kendini yok etmeye çalışan koskoca bir insan topluluğu!

Millet denebilir mi bu gruba?
∘∘∘


Dilimiz beynimizdir…

Yabancı dille eğitim yabancı beyinle düşünmeye çalışmaktır…

Fizik öğrenerek doğayı öğreniriz…

Fizik’i İngilizce öğrenerek düşünce yeteneğimizi kaybederiz…
∘∘∘


Bir insanın başına gelen büyük talihsizliklerden biridir yabancı dilde eğitim…

Allah kurtarsın!

∘∘∘



Yaşam Coşkunuz Ne Zaman Katlanıyor





İyi ki yaşıyorum dediğiniz anlarda heyecanınız artmıştır…

Ayarlarınıza denk düşen bir şey yapmışsınızdır,

Ne için yaratılmışsanız ona yakın duruyorsunuzdur…

Aksi duygulanımlar ise alarm alanlarınız…
∘∘∘


Arkadaşınız sürekli çocuklarının ne kadar zeki olduğunu anlatırken…

Keşke bir düğmeye basıp görünmez olabilsem diyor musunuz?

Yoksa, sussa da biraz da ben kendi oğlumu anlatsam, diye mi geçiyor içinizden?
∘∘∘


Doğum günlerine gittiğinizde, tek başarısı 12 ay daha yaşamak olan birini kutlarken ne hissediyorsunuz?

Bu iş tam bir saçmalık mı diyorsunuz?

Keşke benim doğum olsaydı mı?
∘∘∘


Pasta yeme seremonisi boyunca nükleer silahsızlanma veya iklim değişikliği ciddiyetinde burçlar tartışılmaya başlandığında kendinizi iyi incelemelisiniz…

Çünkü böyle bir fırsat Freud[1] (ö. 1939) gibi birine psikanaliz bile yaptırsanız elinize zor geçer!

Üçüncü katın penceresinden atlayıp işkenceye bir son vereyim diye mi aklınızdan geçiyor?

Yoksa kendinizi tartışmanın en civcivli yerinde orgazm halinde yakalıyorsunuz?

Öyleyse mutluluğunuz güvendedir!

Keyfinizi kimse bozamaz!

İnsanları burçlarıyla tanımanın hoşluğunu zehirleyecek arsenik henüz yapılmadı…
∘∘∘


Bebek görmeye gittiğinizde…

Gördüğünüz en çirkin bebeğin annesiyle babası çocuklarının ne kadar güzel olduğunu çığlık çığlığa size sorup onaylamanızı beklediğinde…

Ruhunuzdaki çalkantı duygu haritanızı ele  verir…

İntihar etmeyi ciddi ciddi düşünmeye başlıyor musunuz?

Yoksa yaşam yelkenlerinizin rüzgârla dolduğunu mu hissediyorsunuz?
∘∘∘


Spinoza[2] (ö.1677), insanlar yeterli bilgiye ulaştıklarında yaşam heyecanları katlanır demiş...

Eğer yukarıdaki arkadaş toplantılarındaki duygu durumunuz ikinci şıklara yakınsa Spinoza’nın iddiası size uymaz…
∘∘∘



[1] Avusturyalı nörolog.
[2] Ünlü Hollandalı filozof.


23 Eylül 2016 Cuma

Adamla Kadının Macerası






Lanetli midir?

Cevabı herkes kendisi verecek…

Adamın da kadının da elinde yeterince veri var…

Bilgiyse bilgi…

Deneyimse içinde yaşayarak…

Birikimse birikim…

Dinler, gelenekler, mitler, hikâyeler, romanlar, masallar…
∘∘∘


Mitolojide cennetten kovularak işe başlıyorlar…

Adam, kadın, bilgi: ilk Bermuda Şeytan Üçgeni…

Araya yılan gibi bir sürüngen girse bile, lanet, adam-kadın-düşünce (bilgi) git-gel’lerinde doğuyor.
∘∘∘


Kimileri şöyle diyor:

Kusursuz adam-kadın birlikteliği yokmuş!

Daha ileri gidiyorlar:

Hatta bu birliktelik, insanın en kusursuz kusuru imiş!
∘∘∘


Bütün aşklar iflasla bittiği halde herkesin bu işe girişmesi belki bir düşünce bozukluğudur!

Ya da insan ders alma özürlü!

Hayat kurgusunun yanlışlığı olabilir mi Bermuda Üçgeninin altında yatan!

Başka anlam aranıp durmasın diye beynine ‘seks’ diye tuhaf bir uyuşturucu yerleştirilmiş…

Birlikte debelenirken bir de bakıyorlar, oyun bitmiş!
∘∘∘


Woody Allen (d. 1935) da aynı şekilde düşünüyor:

Doktora gittim:

‘Kardeşim’ dedim ‘ delirdi, kendini tavuk zannediyor.’

‘Tedavi ettirsene…’ dedi.

‘Ettirirdim ama yumurtalara ihtiyacım var!...’

İlişkiler ne kadar saçma sapan olursa olsun onlara ihtiyacımız var. 

Çünkü yumurta arıyoruz.

Keder okyanusundayız haz adacıkları peşindeyiz.

∘∘∘


Kadının Şiiri Öyle mi






Şiir sever misin?

Olabilir; ancak diziler arasında pek tat vermiyor…

Sevgimi dağıtmaktan kendime zaman mı kalıyor! Her şeyi, herkesi seviyorum…

Oğlak burcundanım, insanları burçlarına bakarak hemen tanırım. Şiiri pek düşünmedim…

Sevmek için doğmuşum; ama, şiiri sevemedim!

Öyle mi?
∘∘∘


Size kadın mı yoksa bayan mı denmeli?

Bayan denmesi hoş, otobüslerde ‘bayan yanı’ boş kalıyor…

Kadın, kulağımı tırmalıyor, ısınamadım; tercihim bayan…

Ya ‘hamfendi’ desin yada kessin sesini otursun…

Abla, yenge, teyze, anne demesin de, her şeye razıyım… 

“Kadın kafayı yemiş adamı paylayıp duruyor” derken iyi; ama ‘bayan işçi aranıyor’ yazacaksan kadın ters düşüyor…

Öyle mi?
∘∘∘


Seni dün biriyle gördüm; Kemal’in –kocanın- haberi var mı?

Şekerim sen de beni mi izliyorsun; Kemal’e söyleyecek ne var ki henüz yatıp kalktığımız mı var!

İyi oluyor, insan yaşama isteğini tazeliyor; herkes denemeli…

Canımın içi; adam bir fal bakıyor inanamazsın; hele bir burcunu anlatsın bayılırsın!

Yakışıklı değil mi? Arkadaşlarım çatlıyor!

Öyle mi?
∘∘∘


Susan Sontag[1] (ö. 2004) bir romanı okuduktan sonra, “İnanamıyorum, şimdi anlıyorum niçin yaşamak istediğimi,” demiş; sizin de hiç böyle hissettiğiniz anlar var mı?

Elif Şafak okurum ben, o böyle tuhaf şeyler söylemiyor…

Fatiş –Fatih, kocam- doğum günümde kürk almıştı, o zaman ”işte budur hayat!” diye geçmişti içimden…

Levent’teki o kasapta bir bonfile ye, anlarsın yaşamayı!

Öyle mi?
∘∘∘

Hâlâ ısrar ediyorum: Kadınsız her şey oluyor uygarlık olmuyor…
∘∘∘




[1] Amerikalı ünlü kadın yazar, aktivist. Roman: Karamazov Kardeşler…




22 Eylül 2016 Perşembe

Adamın Şiiri Öyle mi






Şiir sever misin?

Hayat hızlı vakit yok…

İşim var…

Benim canım çıkıyor sen ne diyorsun?

Git ağabey işine gözüne seveyim bir de seninle uğraşmayalım!

Kafa mı buluyorsun?

Öyle mi?
∘∘∘


Kaç defa roman satın aldın?

Ciddi mi soruyorsun?

İşin yok mu be senin, canın sıkılıyor galiba?

Biz neredeyiz sen nerede!

Başka şey bulamadın galiba dalga geçecek... 

. aşak mı geçiyorsun?

Öyle mi?
∘∘∘


Ama seni dün başka biriyle gördüm; Seval’in –karının- haberi var mı?!

Ağabey aman gözünü seveyim onu da bize çok görme…

Hep mi kararalım hiç mi yüzümüz gülmesin istiyorsun?

Ne yani o kadarını da yapmadan kavrulup gidelim mi?

Ruhumun sesini işitmeden ölüp gideyim mi istiyorsun?

Dost musun düşman mı, ne yani, ne yapalım, onu yapma bunu yapma!

Öyle mi?
∘∘∘


Hiç, “İnanamıyorum, şimdi anlıyorum niçin yaşamak istediğimi!.” dediğin bir mucize anın oldu mu?

Sen dalganı geçedur, biz sürünüyoruz…

Geçen akşamki Rus kızının koynunda aklımdan geçmedi değil!

Hayat dediğin nedir be, abartma! Niçin yaşamak isteyeceğim, bu işin mucizesi mi olur; gelirsin, yersin, içersin, elinden geldiğince çok karıyla yatar, çeker gidersin!

Benim mucizelerim işten sonra meyhanede başlıyor…

Karı dırdırından uzak her an mucizedir!

Öyle mi?
∘∘∘


Peki, ruhunla hiç tanışmadan içindeki azgın hayat duygusunun kolunda git!

Öyle mi?

∘∘∘