Konuşan düşündüklerini söyler,
dinleyen üstüne yağan fikirleri duygu eleğinden geçirerek dinler.
Konuşan, dinleyenin duygularını
tırmalamamaya özen gösterir.
Kısa bir süre için de olsa mutlu birliktelik
oluşmuştur.
Taraflar gerçek olmadığını
bildikleri halde yalnızca arzulamayı
sevdikleri için bu kurmaca şatoda rahat ederler.
∘∘∘
“Biz adam olmayız! Abicim, adam
batacağını bile bile bankere yüksek faiz için para yatırıyor…
Nasıl olsa, diyor, banker
batmadan ben paramı çekerim…”
Dinleyen, elinin işaret
parmağıyla ‘sana gösteririm’ yaparak, kafasını sağa sola sallıyor:
“Alman yapar mı bunu? Soruyorum…”
Dinleyenin verdiği omuzla, konuşanın
hazzı tavan yapmıştır.
“Yapar mı abi, yapar mı Allah
aşkına!.. Gözünü seveyim…”
Sohbetin bu noktası, bir kadeh rakının yakıştığı tepelerin
zirvesidir.
∘∘∘
Descartes’tan (ö. 1650) bu yana
konuşan da dinleyen de kendini toplum dışında kabul etmiştir.
Konuşuyorsanız kendi dışınızda
bir şeyi anlatıyorsunuzdur; toplumdan dert yanıyorsanız toplum sizin dışınızdadır...
Siz ve dinleyiciniz ondan sorumlu
değilsiniz…
Düşünce Tanrı’nın cennetten kovulan
insana verdiği en zehirli silahtır.
Çokça kavgada kullanılır; doğruyu
aradığı nadirdir…
Herkes toplumu düşünüyorsa herkes
suçsuz, -kimsenin dahil olmadığı- toplum kusurludur!
∘∘∘
Burada mantık değil budalalık
vardır!
Herkes kendini temize çıkarırsa toplumun
içi boşalır. Toplum sıfıra inerse, hayalete döner…
Akıllılar, toplumu öldürmüştür…
Kartalı öldüren kendi tüyünden
yapılmış oksa, toplumu yıkan da kendi bireylerinin hinliğidir -düşünceleridir…
∘∘∘
Yaşarken ruhu temize çıkarmanın
yoludur -saçmalığı örtülü- bu uyanıklık…
Sıradan insanın nasıl olsa diğerleri
uyanana dek saltanat sürerim hesabı…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder