Doğum günleri pek tılsımlı
değildir benim için.
Kırsal bölgenin tekdüze
çocukluğunda pek rastlanmaz doğum törenlerine.
Ne doğana sevinmek ne de ölene
hayıflanmak sıradan törenlerin konusu olmuştur.
Duyguları çıkarıp ortaya dökmek
en basitinden hafifliktir.
Mumlar üflenecek, dilekler
tutulacak, şarkı alkışlarla konuklar korosu eşliğinde söylenecek...
Bunlar delikanlılığa terstir (!).
∘∘∘
Törensiz de olsa her yılın doğum
çentiği geldiğinde, cevapsız sorular karşısında dağılırım:
Doğmuş olmak benim için gerçek bir şans mıdır?
Gerçekten iyi ki doğdum mu?
Doğma şansına sahip olmanın karşılığını verebildim mi?
∘∘∘
Pek değil?
Üniversite yıllarında kendimi
aramaya ayıracağım zamanı oyun kağıtlarını toplayarak noktalanan kahvehane
goygoylarında harcadım.
Arkaya hüzünle bakıyorum.
∘∘∘
Doğmasam da olurmuş diyesim geliyor.
Yemek, içmek, seks, gırgır ve
muhabbetle hoşça vakit geçirme çabaları, müzik, edebiyat, sinema, diğer
sanatlarla ve sporla edilgen, sıradan ilişkiler…
Sana ait büyülü yolculuklara ışık
tutmayan…
İçindeki yetenek kuşunun
kanatlarıyla uçma çabasını iş edinmediysen, vücudun ve ruhun hazları sevinç
vermiyor…
∘∘∘
Son düzlükte bana yön veren
tesadüflere şükretmeliyim…
Hayatın amacı içimizdeki yetenek
taşını keşfedip onu elmas gibi işlemek gibi geliyor bana.
Yeterince çaba gösterme
cesaretini gösteren herkesin, içinde keyif çatacağı sihirli dünyayı bulacağına
inanırım.
∘∘∘
Yetenek içimizde uyuyan sonsuz
bir aşktır.
Çok zor uyanır.
Bir kavuşursanız sabahları çorak
bir toprak yerine yeşil vadilere uyanırsınız.
∘∘∘
“Tanrı, gönderdi henüz
olgunlaşmamış çocuklarına
Yasayı ve düzeni, sanatı ve
bilimi,
Cennetin ihsanlarıyla onlara yetenek verdi,
Tat katabilsinler diye yeryüzünün
kupkuru yazgısına.”[1]
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder