Dedim, orta yere… Tuhaf bir hava
esti.
Yarım saattir çay bahçesinde
oturuyoruz, kasabanın dışında.
Hoca -öğretmen-, bahçenin işletmecisi,
ben…
İşletmeci sonra geldi. Selam
verip çöktü.
Beş dakika geçti geçmedi kadınları
tartışıyorduk…
∘∘∘
Niçin çok konuşuyorlar?
“Öyle kabul edeceksin,” dedi, Hoca
kayıtsızca, “yoksa içinden çıkılmıyor.”
İşletmeci pek anlamadı. “Çıkılmayınca
n’oluyor hocam?”
“Batıyorsun… Örneğin ben dinliyorum,
Hanım’a gün içinde ne sorsam yataktan kalkmasından itibaren ne yaptıysa ince
ince her şeyi döküyor…”
∘∘∘
İşletmecinin pek aklına yatmıyor:
“İyi de hocam, o da çare değil
ki!
Geçen gün doktora gittik, Hanım da yanımda. Benim tansiyon gene yükselmiş,
bana sorsan susup dinlemekten…
Doktor soruyor, benden önce Hanım
cevap veriyor!
Ölçtü biçti beni, sonra Hanım’ı
dışarı çıkardı. Yalnız konuşacakmış.
Bana ne desin?
Az bile yükselmişmiş tansiyonum,
benim hanımla yaşayınca daha fazlası bile normalmiş!"
∘∘∘
İşletmeci istimi iyice almıştı,
sürdürdü. Sabah meselâ, uyuyor Hanım, seslendim:
“Şu benim gömleği ütülesene, ütülü gömleğim kalmamış!”
Cevap bile vermedi, elinin
tersiyle çık işareti yaptı, başını yastıktan kaldırmadan…
Mesele yapmadım. Geldim burada kendim ütüledim. Yapsan
ne değişecek ki?
Suyun araziye uyup akmasına
benziyor benimkisi, Hanım’ın suyuna gidiyorum…”
∘∘∘
Sessizlik çöktü, zaman sanki
nasıl akacağını şaşırmıştı.
Başlıktaki yerli-yersin sözün ağzımdan
çıktığı an, tam bu an…
Dediğime gerçekten inanıyordum; sırası
mıydı, bilmiyorum… Arkasını getiremedim.
İşletmeci başını bana bana
çevirdi, gözleriyle bulutları taradı:
“Uygarlık dediğin kolay mı be ağabey!”
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder