30 Nisan 2016 Cumartesi

Bu ne




Smart phone – akıllı telefon…

Bulan, teknolojisini alalım, ahlâk’ını almayalım, dediğimiz Batı…

Anne baba çocuk aynı masada ellerinde i-phone, kafalarını eğmişler…

Otobüslerde, metrolarda, tirenlerde aynı şey.

Batı’da eskiden okurlardı, şimdi de okuyorlar…

Biz, eskiden boş otururduk, şimdi i-phone’la oynuyoruz internette.

Ahlaksız görüntüler de cabası…

Bu ne!

En iyisi Batı’dan teknoloji de almamak!
∘∘∘


Astroloji, yıldız falcılığı…

Üniversite bitirmiş, lisanlar öğrenmiş, koca koca şirketlerde yöneticilik yapmış…

Yolunu yıldız falıyla bulmaya çalışıyor…

Biliyorum şirketler –sokak- düşünce istemez…

Hadi sokağı anladık!

Ama bu ne?

Üniversiteler de mi istemiyor mantıklı olmayı?

Ey fen bilimleri, insanın doğasını bize ne zaman öğreteceksin?
∘∘∘


Liverpool – Villarreal maçı…

Eğer bu futbol ise!

Bizimkisi ne?

Bizimkisi futbol ise…

Bu ne?
∘∘∘


Ten, antitez, sentez…

Anlayacağınız sentez geliyor, kafayı takmayın, diyorlar.

Ya tezle antitez arasında sıkışıp yok olup gidersek?

Bu ne!

Sentezi buluncaya dek ayakta kalacağımızı kim garanti ediyor?
∘∘∘


Doğru hayat mı, doğru toplum mu?

Önce toplumu düzeltip kendimize sonra mı bakalım?

Yoksa topluma aldırmadan, küçük dünyamızda mucizeler yaratmaya mı çalışalım?

İkisiyle birden uğraşacaksak, hangisine ne kadar zaman ayıracağız?

Bu ne!

Nasıl karar vereceğiz?

Bu korku neden?

Kederli bir yolculuk için mi?
∘∘∘

29 Nisan 2016 Cuma

İnsana Güvenmek mi Ondan Kuşkulanmak mı



Hangisi daha akıllıca?

Daha iyi bir dünyaya gittiğini iddia eden iki otobüs bunlar olsaydı, hangisine binerdiniz?

Güvene mi, kuşkuya mı?
∘∘∘


Sağlıklı –yanlışlanabilir- bir seçim değil bu.

Sınama yöntemi yok; yine de bu konuda karar vermek durumundasınız.

İstatistiklere, tarihe, biyolojiye, siyasete, şiire ve edebiyata, nereye isterseniz danışın…

Dilerseniz kendi deneyimlerinize, sezgilerinize dönün.

İsteyerek veya bilinçsizce bu seçimi yapmadan yürüyemezsiniz.
∘∘∘


İnsana sanatta, edebiyatta, şiirde, bilimde güvenebilirsiniz…

Ancak sokakta değil!

Sokak dediğim alış-veriş, ticaret, şirketler, ekonomi, siyaset…

Sokakta yapılan mecburi ayakta kalma etkinlikleri…

İnsanlık kömür, petrolden ve büyümeden paçayı kurtarabilir, ya da parasız dağıtılacak zararsız bir enerji bulmayı başarırsa sokak uysallaşacaktır…
∘∘∘


Düşünmek zor zanaat...

Sokak düşünce kaldırmaz, yaparak yürür...

İsterseniz deneyin, ezberlediğiniz işleri bir kenara koyun, daha iyilerini bulmaya çalışın, çalıştığınız şirkette başınıza neler geldiğini görürsünüz…

Hakikat, gerçek, doğru -ne derseniz deyin-, düşünce onları arıyorsa uygarlık dediğimiz hayat düzeyi yükselir…

Sokak doğru yerine para ve güç arar…

Uygarlıkla ilgilenmez, uygarlık onun için tv seyredenlerin sayısıdır.

İnsan tekinin yaşam trajedileri kapsama alanı dışındadır sokağın.
∘∘∘


Sokak kazandıkça insanlık kaybeder…

İnsanlık ve biz birlikte kazanıyorsak daha iyi bir dünya düşleyebiliriz.

O zaman insana güven ahmaklık olmaktan çıkacaktır...
∘∘∘


İnanmazsanız biraz daha yaşayın ilerde görüşürüz…

Tabii ki vakit kalırsa…

∘∘∘


27 Nisan 2016 Çarşamba

Hayatı Kimden Öğreneceğiz




Filozoflardan öğrenmek…

Tüm yolculuklarımızı dâhilerin dokuma atölyelerinden çıkma halılarla yapmaya çalışmaktır.

Niçin yerimizde saydığımızı tartışmak çok eğlencelidir…
∘∘∘


Hayatı getir-götür’cülerden –piyasadan- öğrenmek…

Seyyar satıcıların cerrahlık yaptığı hastanede dertlerimize deva aramaktır.

Düş kırıklığımızı gidermek için doktorun kötü olduğuna kendimizi inandırır, iyisini beyhude arar dururuz…  
∘∘∘


Hayatı hayat okulunda öğrenmek…

Sürekli dayak yiyerek boksör olmaya çalışmaktır.
∘∘∘


Hayatı kadınlardan öğrenmek…

İlk görüşte aşık olarak fiyatını bile sormadan sürekli mal satın almak ve ölüm korkusuna bir de hayat korkusu eklemektir...
∘∘∘


Hayatı erkeklerden öğrenmek…

En son ve en iyisinin çıkmasını bekleyerek cep telefonsuz yaşamak ve tüm tirenleri kaçırmaktır…
∘∘∘


Hayatı komşudan öğrenmek…

Sözler yerine arka plandaki sahte gülücüklere bakarak yön çizmektir.
∘∘∘


Hayatı Okulda öğrenmek…

Çalıştığınız şirketin patronundan komünizm öğrenmektir.
∘∘∘


Hayatı başkasından öğrenmek…

Ateşin önünde durup içine atlarsam yanar mıyım diye başkasına sormaktır.
∘∘∘


Hayatı kitaplardan öğrenmek…

Katoliklerin günah çıkardığı papazları günahsız sanmaktır.
∘∘∘


Hayatı fizikçilerden öğrenmek…

Matematik yetersizliğinden yarı yolda çakılıp kalmaktır…
∘∘∘


Hayatı matematikçilerden öğrenmek…

Bilgisayar oyunuyla yaşamı karıştırmaktır.
∘∘∘


Hayatı kimseden öğrenmemek…

Topluma kul köle olmaktır…
∘∘∘


Peki kimden öğreneceğiz?

Öğrenemeden öleceğiz!
∘∘∘


Böylece hayatımızın hatasını tamir edeceğiz!

Cioran’a (ö. 1995) göre asıl hata doğum!

İlk tepkinize bakmayın, bırakın içinizde biraz demlensin sevimli filozofun dediği…
∘∘∘

26 Nisan 2016 Salı

Getir - Götür İnsanları



Hayatın getir-götür işlerini yapar...

“Beşikten mezara alım-satım işleriyle uğraşır...” [1]

Getir-götür döneminin parlak mahallelerini doldururlar.
∘∘∘


Bütün haşmetiyle 2. Savaştan sonra yükseldi getir-götür...

Seksenlere kadar göz kamaştırdı, bugün inişte…

Hâlâ bütün anne-babaların özlemi iyi bir getir-götürcü yetiştirmek...

Çevrenize bakın getir-götür okulları pıtrak gibi çoğalıyor.  

Her cebe göre bir getir-götür –işletme- fakültesini kolayca bulursunuz.
∘∘∘


Hepimiz getir-götür kültürü içinde yüzüyoruz.

Mutluluk, reklamların zoraki gülücüklerinde saklı.

Erkeklerin can sıkıntısının panzehiri futbol, kadınların dizi…

Okumayı –düşünmeyi- sevmiyoruz.

Hayattan yemek, içmek ve seks yapmaktan başka lezzetler de arayanlara entel-dantel deriz, getir-götür insanları arasında.

Getir-götür insanları sokağa teslim olur. Yalnız kalamaz, kendi başlarına var olamaz...

Vakit geçirmede zorlanır, sürekli eğlence arar.
∘∘∘


Seksenlere doğru getir-götür uygarlığı öylesine göz kamaştırdı ki aydın denen okumuşların bir kısmı getir-götürdeki büyük cazibeyi (!) sonunda keşfetti ve liberalliğe terfi etti.

Sokağa teslim oldu.

Yalnız yürümekten canı sıkılmış entellektüeller büyük kalabalıklara katılmanın coşkusu içinde kendilerinden geçti…

Hem entel, hem hep birlikte…

Ne güzel!

Hem pilli hem ceryanlı…
∘∘∘


Sonunda ne oldu?

Hayat yine bildiği gibi döndü…
∘∘∘



[1] Alman düşünür Schopenhauer (ö. 1860)

25 Nisan 2016 Pazartesi

Canı Sıkılan Goril




Diyor, Cioran (ö. 1995), hemcinslerine… Canı sıkılan Yabancılaşmış Goril…

Canınız sıkılıyorsa dert etmeyin, herkesin sıkılıyor…

Çipik’le yaşamaya başladığımda öğrendim ben, onların canlarının sıkılmadığını.

Çipik köpeğimiz…

Yemeğini yer, oynar veya uyur – kısırlaştırıldığı için başka eğlencesi yok.

Canının sıkıldığını hiç görmedim. Yaşadığı için hep mutludur…
∘∘∘


Kendimizi tanımaya çalışırken hayvanlardan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki!

Dünyada her şey bizim için, kibrinden burnumuzun önünü görmüyoruz.

Onlardan kopmamızın nedeni , 50 bin yıl önce, atalarımızdan birinin kafasındaki garip bir sarsıntıdır.

Tuhaf gelişmenin ardından büyük dedemiz ‘neden, niçin’ sorularıyla dertsiz başına dert almıştır.

‘Düşünce’ dediğimiz silah öylesine öldürücüydü ki, sahip olmayanların tümünün soyu tükendi.

Hepimiz “şanslı(!)” dedemizin torunlarıyız.
∘∘∘


Her şeyin bedeli var. Düşüncenin de…

Yaşananlara bakarak, yaşanacakları kestirmeye çalışmaktır düşünmek.

‘Geçmiş’ten ‘gelecek’i çıkarmak…

Bunu yaparken ‘şimdi’de kalmazsınız; kafanız geçmişle gelecek arasında sürekli dans halindedir.

Halbuki yaşamak, şimdiyi dinginlik içinde –zamanı duyumsamadan- geçirmektir.

Sanat bunun için vardır, yetenek bu yolu açtığı için iyidir…
∘∘∘


Şimdiyi tanımayanlar monotonluktan sıkılır.

Hayvanlar can sıkıntısı bilmez, tekdüzelikten sıkılmak bir yana sürekli onu ararlar; tekdüzelik biterse onlar için korku gelir, tehlike başlar.

Doğada tekdüzeliğe katlanamayan yalnızca biz ‘iş sahibi şempanzeler’iz.

Ne olursa olsun da bir şeyler olsun isteriz; bedeli umurumuzda değildir.
∘∘∘


Hiçbir şey olmuyorsa, kumar, uyuşturucu, içki, kağıt oyunları, bilgisayar oyunları, aylar boyu dostlarla değişmeyen muhabbetler, TV seyretmek, dizi izlemek…

“Yenilik ihtiyacı,” demiş Cioran “kendine yabancılaşmış bir gorilin işidir.”
∘∘∘

24 Nisan 2016 Pazar

Kendimize Ait Düşüncemiz Var mı Varsa ne İşe Yarayacağını Biliyor muyuz



Başlıktaki sorular Ünlü Alman besteci Mozart’ın (ö. 1791), kendisine beste gönderen bir barona yazdığı mektuptan alınmış:[1]

“Siz amatörleri eleştirmek gerek, nedeni de sizlerde genellikle iki noktanın dikkat çekmesi:

Ya kendinize ait düşünceniz yok, başkalarınınkini alıyorsunuz, ya da kendinize ait düşünceniz var, ne yapacağınızı bilmiyorsunuz…”
∘∘∘


Şunu anlıyorum Mozart’ın dediklerinden.

İyi bir müzisyen olabilmek için kendi düşünceleriniz olacak, başkalarından aldığınız düşüncelerden kendinizi –özgün bir eseri- çıkaramazsınız.

Kendinize ait düşünceleriniz olunca da iş bitmiyor, onunla ne yapacağınızı bilmelisiniz…

Bilmezseniz, toplumun kalıplarının bileklerinize vurduğu zinciri kıramamışsınız demektir.

Özgür değilsiniz yol seçemezsiniz…

Düşüncelerimizle ne yapacağımızı bilmek, bilgi, gerçek hayat deneyimi, özgürlük ve cesaret ister…

Toplumun önerdiği sokaklara sapmadan tek başına yürüyebilme cesareti...
∘∘∘


Her yıl işletme –iş- öğrenmek için üniversiteleri dolduran akıllı (!) çocuklarımızı düşünüyorum.

Üniversitelerde okutulduğu için bilim –bilgi- sandıkları para kazanma zanaatinin sıradan toplama bilgilerini öğrenecekler.

Kendi bilgileriyle tanışmadıkları gibi başkalarının gerçek bilgilerine –düşüncelerine- bile rastlamadan yaşamlarını geçirecekler.
∘∘∘


İşletme fakülteleri, bireyleri ve toplumu işletiyor (!).

Daha iyi bir dünyayı ancak olağanüstü şeyler kuracaktır.

Olağanüstü şeyler, topluma gözü kapalı kapılmadan kendini arayan, düşüncelerini izleme cesareti olan insanlarımızın yolundadır.

Toplumla anlaşarak ‘’ denilen hayatta getir-götür’e soyunan akıllı çocuklarımızın yolu bu değil

Daha iyi bir insanlık kurulmadan daha güzel bir dünya olur mu?
∘∘∘


[1] Goethe (ö. 1832), Eckhermann , Goethe ile Konuşmalar

23 Nisan 2016 Cumartesi

Kadın Olmadan Her Şey Oluyor Uygarlık Olmuyor



Dedim, orta yere… Tuhaf bir hava esti.

Yarım saattir çay bahçesinde oturuyoruz, kasabanın dışında.

Hoca -öğretmen-, bahçenin işletmecisi, ben…

İşletmeci sonra geldi. Selam verip çöktü.

Beş dakika geçti geçmedi kadınları tartışıyorduk…
∘∘∘



Niçin çok konuşuyorlar?

“Öyle kabul edeceksin,” dedi, Hoca kayıtsızca, “yoksa içinden çıkılmıyor.”

İşletmeci pek anlamadı. “Çıkılmayınca n’oluyor hocam?”

“Batıyorsun… Örneğin ben dinliyorum, Hanım’a gün içinde ne sorsam yataktan kalkmasından itibaren ne yaptıysa ince ince her şeyi döküyor…”
∘∘∘



İşletmecinin pek aklına yatmıyor: 

“İyi de hocam, o da çare değil ki! 

Geçen gün doktora gittik, Hanım da yanımda. Benim tansiyon gene yükselmiş, bana sorsan susup dinlemekten…

Doktor soruyor, benden önce Hanım cevap veriyor!

Ölçtü biçti beni, sonra Hanım’ı dışarı çıkardı. Yalnız konuşacakmış.

Bana ne desin?

Az bile yükselmişmiş tansiyonum, benim hanımla yaşayınca daha fazlası bile normalmiş!"
∘∘∘



İşletmeci istimi iyice almıştı, sürdürdü. Sabah meselâ, uyuyor Hanım, seslendim:

“Şu benim gömleği ütülesene, ütülü gömleğim kalmamış!”

Cevap bile vermedi, elinin tersiyle çık işareti yaptı, başını yastıktan kaldırmadan…

Mesele yapmadım. Geldim burada kendim ütüledim. Yapsan ne değişecek ki?

Suyun araziye uyup akmasına benziyor benimkisi, Hanım’ın suyuna gidiyorum…”
∘∘∘


Sessizlik çöktü, zaman sanki nasıl akacağını şaşırmıştı.

Başlıktaki yerli-yersin sözün ağzımdan çıktığı an, tam bu an…  

Dediğime gerçekten inanıyordum; sırası mıydı, bilmiyorum… Arkasını getiremedim.

İşletmeci başını bana bana çevirdi, gözleriyle bulutları taradı:

“Uygarlık dediğin kolay mı be ağabey!” 
∘∘∘

22 Nisan 2016 Cuma

Gâvura Kızıp Oruç Yemek



Eskiden böyle denirdi.

Farklı dinden olanlara kızarak kendi dininin gereklerini yerine getirmeyenlere…

Şimdi olumsuz çağrışımları olan ‘gâvur’ gibi sözcükleri kullanmıyoruz, biliyorum; ancak anlatacağım konuya çuk oturduğu için mecbur kaldım.

Anlayış istiyorum…
∘∘∘


Çok rastlıyorum. İnsanlar hızla değişen uzman önerileri karşısında şaşırıp kalıyor, ne diyeceklerini bilemiyor…

Sonunda “Bu bilim dedikleri, hepten palavra…” diyerek kestirip atıyorlar.

Okumuş yazmış kimseler, insanlığın en değerli eserinin köküne kibrit suyu ekiyorlar kafalarında…

Hüzünlü bir gelişme bu…

Bilime bir şey olmuyor, biz çürüyoruz… Toplumumuz çürüyor…
∘∘∘


Doktor soruyor: “Bu bilim, pozitif bilgi ürettiğini sandığım tıbbın kolesterol raporlarını değiştirip milyarlarca dolar kazanmadı mı?”

Ben biliyorum…

Şimdi kolesterol zararlı değil? Neden?  Eskiden de değildi de ondan! Bilimin dediği iki de bir değişir mi, kesin değil mi bulgular?
∘∘∘


Kolesterolu bulan bilim, ama raporlar değiştiyse bunu yapan şirketlerdir…

Şirketler gerçeği değil parayı arar…

Daha çok kazanacaklarını umdukları için bilime –üniversiteye- destek olurlar, hakikate âşık değillerdir.

Onlara kızarak bilimi aforoz etmek haksızlık…
∘∘∘


Ayrıca bilim, kesin doğruları bulup istifleyerek ilerlemez; bulgular yanlışlanana kadar geçerlidir –doğrudur.

Yanlışlanan doğru ölür, yerine yenisi geçer… Ölünceye kadar saltanatını sürdürür…

Tıp, kolesterolü önce zararlı bulur sonra bunu geçersiz ilan edebilir.

Yanlışlayıp çöpe atmak böyle bir şey!
∘∘∘

Bilim diyerek gönderme yaptığımız fen bilimleridir, sosyal bilimler değil…

Sosyal bilimlere kızıp fen bilimlerini taşlamak…

İşte tam da budur gâvura kızıp oruç yemek.

∘∘∘