İlkokulda kafama takılan bazı
sorulara ancak çok sonraları doyurucu cevap buldum.
Bunlardan biri:
Kimse dinlemediği halde radyoda niçin klasik
Batı müziği çaldığı, idi.
∘∘∘
Böyle sorular, uzun yıllar kafamızda
pişerek yanıtlanırsa derinlikli sevinç pınarlarına taşıyordu insanı…
Çok sonraları öğrenecektim.
∘∘∘
Şiir, anlaşılması pek kolay
olmadığı halde, niçin okunuyor ve de bazıları nasıl oluyor da yüreğimizi söküp yüksek
tepelere taşımayı başarıyordu?
Ne biçim bir büyüsü vardı, şiirin?
∘∘∘
Aklın duygularımızı yaya
bıraktığı pek çok dayanıklılık koşularından biri de buydu:
Bu soruları hazmederek cevap
araman…
∘∘∘
Şiirin seni nasıl vurduğunu anlamak
mı istiyorsun?
Herkesin “Bu ne biçim müzik!”
diyerek, çat diye radyoyu kapattığı klasik Batı müziğini bilmek mi istiyorsun?
Hicaz faslının üstüne niçin
hüzzam faslının iyi gittiğini mi merak ediyorsun?
İş başa düşüyor!
Güvendiğin kişilerden en
iyilerini öğrenecek; zorla, sıkıla sıkıla, sürekli okuyacak, sürekli
dinleyeceksin onları…
Ve de benim ki olsun az olsun
razıyım, demeden en iyisini seçeceksin; insanlığa güvenerek…
Klasik müzik mi? Beethoven’dan (ö. 1827) başlayacaksın..
Şiirde, Mehmet Akif’ten (ö. 1936), Ahmet
Haşim’den (ö. 1933), Yahya Kemal’den
(ö. 1958), Nazım Hikmet’ten (ö. 1963),
Behçet Necatigil’den (ö. 1979) yola
çıkıp Yunus Emre’ye (ö. 1323), Mevlana’ya (ö. 1273 ), Baki’ye (ö. 1600), Fuzuli’ye (ö. 1556) dönebildiğin kadar dönecek, oralardan Shakespeare’e (ö. 1616), Goethe’ye (ö. 1832) yürüyeceksin…
Hüzzam peşrevini, tanburi Osman
Bey’den (ö. 1885) dinleyeceksin; hicaz peşrevini neyzen Salim Bey’den (ö.
1884).
Büyük sevinç çağlayanlarıyla
insanın ancak böyle tanıştığını o zaman göreceksin…
∘∘∘
O zaman duyumsuyorsun şiirin seni
toprakla tanıştırdığını; sana ağacı, kuşu, dağı, taşı öğrettiğini, seni dağlarla hemhal ettiğini…
Üstüne bir de Heidegger’e (ö.
1976) yolun düşerse, neden kanatlandığını anlıyorsun şiirle…
(Devamı gelecek Pazara)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder