Bir…
Büyük takımlardan birinin –Fenerbahçe-
saygın oyuncusu Mehmet Topal eline çarpan topu gol yaptı.
Hakem önündeki olayı
görememiş olacak, oyuncuya soruyor.
Mehmet, elime çarptığını hakeme
söyledim, diyor; hakem ise söylemediğinde ısrarlı…
Gol sayılıyor…
∘∘∘
Yorumcular köpürdü:
“Mehmet Topal emek hırsızıdır!”
“Bundan böyle ona Mehmet
demiyorum; hep Topal diyeceğim!”
Breh, breh, breh!
Bazıları daha dengeli:
“Ne var bunda, ne yani futbolcu
hem oynayacak hem de hakemlik mi yapacak.”
“Hakemler görevini yapmak yerine
neden futbolcuya danışıyor…
Polis mi ki oyuncuları sorguya
çekiyor…”
∘∘∘
Aslında olan şu:
Mehmet Topal…
Endüstriyel rekabet pusulasıyla spor
değerlerini yitirmiş futbolun, sporcu kalmaya çalışan saygın oyunculardan biri…
Belki de birincisi…
Kazanma hırsının cisimleşmiş kör bir
hayaleti artık futbol.
Ne yap yap kazan; gerisini herkes
hoş görüyor, anlıyor, anlayışla karşılıyor…
Fair play -adil oyun-
buharlaşmış, ‘hakkıyla kazanmak istemek’ ilkel bir adet…
Hangi babayiğit futbolcu son
saniyede gelen üç puanı elinin tersiyle itecek ve de “golü attım ama geçerli
değil!” diyecek!
Kolay insanlık böyledir:
Bataklığı görmez; düştüğü için yolcuyu
suçlar…
Ya da:
Bataklığı normal bulur; batanı da
anlayışla karşılar:
”Canım ne var ki bunda futbolcu
işine bakar?”
Sporcunun işi puan –para-
kazanmaktır.
Artık adil oyun parayı
engellemediği sürece geçerlidir.
∘∘∘
İkinci olay, çok sıradan:
Bir başka büyük kulübümüzün
yöneticilerinden biri...
Akım derken b.kum demiş…
Yanlışlıkla –sehven- kaybettik
demek isterken ağzından “bilerek kaybettik” çıkmış…
Kulüp yönetimi öylesine hassas ki,
etik söz konusu olunca…
Başkan anında istifasını istemiş!
Breh, breh, breh…
İşte size sporun endüstriyeli…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder