Önce Danimarkalı Kierkegaard (ö.
1855) gördü:
“Yaşamak için bilimin reddettiği bilgileri
kullanmak zorundayım. Bilimsel olarak yaşamak imkânsız; ne yapacağım?
Hayat, bilimi beklemiyor; bildiği
gibi akıyor…
Sevgilinin, arkadaşın, komşunun
davranışlarını ve dediklerini bilime yorumlatamazsın… Böyle bir otorite yok
diyor bilim.
Kime döneceksin?
Gözünü kapayacak bir şeyi kabul
edecek ve yürüyeceksin…”
Aldığın bu riskin adıdır ‘hayat’…
Kierkegaard buna ‘hayat’ demedi, ‘varoluş’
dedi:
Her şey karıştı…
∘∘∘
Ardından Nietzsche (ö. 1900),
Heideger (ö. 1976) ve Sartre (ö. 1980) hep varoluşçu olarak görüldüler…
Camus (ö. 1960) varoluşu karıştırmadı, hayata ‘saçma’ (absürd)
dedi; çıktı işin içinden…
∘∘∘
Aslında yaptıkları ‘doğru hayat’a
nasıl ulaşılır, onu anlatmaktı…
Sade vatandaşın önemsiz (!)
yaşamıyla ilgili bir şeyler söylüyorlardı…
Tarihte ilk kez.
Sokaktaki adam ortada kalmıştı;
bilim, basit hayatları ciddiye almıyor, daha önemli gördüğü şeylerle
uğraşıyordu.
İşi gücü, doğayı egemenliği
altına almaktı bilimin…
Onlara sorsan, buldukları bir gün
basit insanın hayatına da renk getirecekti!
Ama olmadı!
Olmuyor!
Ve de hiç olmayacak gibi
görünüyor!
Sokaktaki adamın esareti daha da
artıyor!
∘∘∘
İş başa düşüyor:
Küçük adamın, sıradan adamın,
önemsiz adamın başına…
Kendi başına bulacak doğru yaşamı…
∘∘∘
Kimden yardım alacak?
Onların hayatlarını ciddiye alan
kim var?
Varoluşçular!
Ama onlar da zor anlaşılıyor!
Ne yapacak?
Keşke ‘varoluş’ yerine ‘hayat’;
‘Varoluşçuluk’ yerine ‘hayat
bilgisi’ deselerdi…
Yaşam keşke ile yürümüyor,
Vatandaş bir yolunu bulup
anlayacak; yoksa bedeli var!
Hayat zor dedikleri bu olmalı!
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder