Önce trajediye döndürdü kendini,
ardından lânete bulaştı.
∘∘∘
Hikâye yüz bin yıl önce, ‘düşünme’
silahına kavuşunca başladı.
Öylesine güçlüydü ki silah…
Havalara girdi insan:
“Ben,” dedi “madem çok akıllıyım,
herkesle başa çıkıyorum, kat kat güçlüleri dize getiriyorum, o halde ‘her şeyim!’”
∘∘∘
Yüce, şerefli, üstün insanlar
birbirini pohpohladıkça hoşlarına gitti, gerçekten inandılar söylediklerine.
‘Her şey’ olduklarına inandılar…
Artık ali kıran baş kesendiler…
Hayatları böyle döndü trajediye!
Saptıkları uğursuz sokaktan çıkamaz
oldular…
∘∘∘
Son 250 yılda trajedinin rengi
değişti.
İnsan uygarlığı, öylesine gemi
azıya aldı ki, ‘acı çekmeyi’ ve ‘ölümü’ hayattan saymamaya başladılar.
Kurguyu tümüyle
değiştirebilecekleri sandılar.
‘Acı’ ve ‘ölüm’ü ellerinin
tersiyle bir kenara ittiler.
Tarih uğursuz sokaklarda yine kanla
yazılıyordu;
Ancak zengin ülkeler ve bireyler
bir yolunu buluyor uzak duruyordu tarihten!
∘∘∘
Artık ‘acı’ya tutulan ve ‘ölüm’e
yaklaşan doktora koşuyor…
İnsan ‘acı’yı ve ‘ölüm’ü
özelleştirdi.
Hayat, kimin olursa olsun, ‘acı’ları
ve ‘ölüm’ü görmezden gelip eğlenebildiğin kadar eğlenmek diye tanımlanıyor…
Eğlenmek ve can sıkıntısını gidermek
için ne bulursan tüketmek…
∘∘∘
Hayattan hüznü çıkarıyor
uygarlığımız…
Ahmet Haşim’in (ö. 1933) ruhu acıyla
gülüyordur:
“Melâli –hüznü- anlamayan nesle aşina
değiliz…”
Hüznü, acıyı, ölümü görmeyen,
bilmeyen, tanımayan uygarlığa ruhunuz yakın hissediyor mu?
∘∘∘
Not: Bu yazı bir Cioran (ö. 1995) esintisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder