8 Aralık 2016 Perşembe

İnsan Öyle Uğursuz Bir Sokağa Saptı ki






Önce trajediye döndürdü kendini, ardından lânete bulaştı.
∘∘∘


Hikâye yüz bin yıl önce, ‘düşünme’ silahına kavuşunca başladı.

Öylesine güçlüydü ki silah…

Havalara girdi insan:

“Ben,” dedi “madem çok akıllıyım, herkesle başa çıkıyorum, kat kat güçlüleri dize getiriyorum, o halde ‘her şeyim!’”
∘∘∘


Yüce, şerefli, üstün insanlar birbirini pohpohladıkça hoşlarına gitti, gerçekten inandılar söylediklerine.

‘Her şey’ olduklarına inandılar…

Artık ali kıran baş kesendiler…

Hayatları böyle döndü trajediye!

Saptıkları uğursuz sokaktan çıkamaz oldular…  
∘∘∘


Son 250 yılda trajedinin rengi değişti.

İnsan uygarlığı, öylesine gemi azıya aldı ki, ‘acı çekmeyi’ ve ‘ölümü’ hayattan saymamaya başladılar.

Kurguyu tümüyle değiştirebilecekleri sandılar.

‘Acı’ ve ‘ölüm’ü ellerinin tersiyle bir kenara ittiler.

Tarih uğursuz sokaklarda yine kanla yazılıyordu;

Ancak zengin ülkeler ve bireyler bir yolunu buluyor uzak duruyordu tarihten!
∘∘∘


Artık ‘acı’ya tutulan ve ‘ölüm’e yaklaşan doktora koşuyor…

İnsan ‘acı’yı ve ‘ölüm’ü özelleştirdi.

Hayat, kimin olursa olsun, ‘acı’ları ve ‘ölüm’ü görmezden gelip eğlenebildiğin kadar eğlenmek diye tanımlanıyor…

Eğlenmek ve can sıkıntısını gidermek için ne bulursan tüketmek…
∘∘∘


Hayattan hüznü çıkarıyor uygarlığımız…

Ahmet Haşim’in (ö. 1933) ruhu acıyla gülüyordur:

“Melâli –hüznü- anlamayan nesle aşina değiliz…”

Hüznü, acıyı, ölümü görmeyen, bilmeyen, tanımayan uygarlığa ruhunuz yakın hissediyor mu?

∘∘∘


Not: Bu yazı bir Cioran (ö. 1995) esintisidir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder