17 Aralık 2016 Cumartesi

Bilgi Çoğaldıkça Hayatı Daha Zor Anlıyoruz





İnsan önce doğayı anlamayı seçti.

Yıldızları, gökleri, güneşi, yıldırımı, kendinden çok merak etti.

Onlardan çok korkmuştu; öğrenmeye onlardan başladı.
∘∘∘


Ayrıca bırakın başka insanları, kendini bile anlamıyordu…

Göklerin ve yerin kanunları ayrı yazılmış diye yola çıktı; ama yanıldığını anladı: yıldızları, taşı, ağacı ve insanı aynı kurallar yönetiyordu!

Şaşırdı ama kabullendi.
∘∘∘


Hepsini öğrenmeyi kafaya koymuştu; meraktan çıldırıyordu

İlk iş nasıl öğreneceğini bulmaktı.

Descartes (ö. 1650) adında bir Fransız çıktı:

“Bütün insanlık zırvalıyor!” dedi, “kesin bir şey söyleyemiyoruz. İşe doğru yerden başlamalıyız; bilmek isteyen insanla, bilmek istediği dünyayı birbirinden ayırmalıyız…”

İnsan bilen oldu… Dışımızdaki dünya ise bilinen…

Hayatın -insanın- bilinen dünyadan –bilgiden- kopmasının başlangıcıdır Descartes.
∘∘∘


Gelmiş geçmiş en akıllı insanlardan biri kabul edilen Alman filozof Kant (ö. 1804) insanın bilme yeteneğini açıklamaya adadı yaşamını.

Ancak insanı bilineceklerin dışında bıraktı; zordu, anlayamamıştı... 

İnsana takılsaydı ilerleyemeyecekti.

Hayatı görmezden geldi ve dışımızdaki dünyayı nasıl anladığımızı açıkladı.

Ogün bugündür, bilgi –bilim-, hayata –duygularımıza-  aldırmaz…

“Ben ‘işi’me bakarım” diye düşünür;  ama ‘iş’ tanımı içinde hayat yoktur!

Bilim ilerledikçe hayatın sıkışmasının, daralmasının ve boğulmasının nedenidir bu ‘iş’ tanımı!
∘∘∘


Hayat bir bakıma “zamanında anlayamayan” insanın kederli hikâyesidir.

Hep geç kalırız anlamakta, pişmanlıkla arkaya bakarız…

Zamanında anlamayı öğrenecek kadar uzun barınabilecek miyiz dünyada belli değil.


Önce ‘yaşamın’  aranacak bir ‘bilgi’ olduğunu kabullenmeliyiz!
∘∘∘


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder