İnsan önce doğayı anlamayı seçti.
Yıldızları, gökleri, güneşi,
yıldırımı, kendinden çok merak etti.
Onlardan çok korkmuştu; öğrenmeye
onlardan başladı.
∘∘∘
Ayrıca bırakın başka insanları,
kendini bile anlamıyordu…
Göklerin ve yerin kanunları ayrı
yazılmış diye yola çıktı; ama yanıldığını anladı: yıldızları, taşı, ağacı ve
insanı aynı kurallar yönetiyordu!
Şaşırdı ama kabullendi.
∘∘∘
Hepsini öğrenmeyi kafaya koymuştu;
meraktan çıldırıyordu…
İlk iş nasıl öğreneceğini
bulmaktı.
Descartes (ö. 1650) adında bir
Fransız çıktı:
“Bütün insanlık zırvalıyor!”
dedi, “kesin bir şey söyleyemiyoruz. İşe doğru yerden başlamalıyız; bilmek
isteyen insanla, bilmek istediği dünyayı birbirinden ayırmalıyız…”
İnsan bilen oldu… Dışımızdaki
dünya ise bilinen…
Hayatın -insanın- bilinen dünyadan
–bilgiden- kopmasının başlangıcıdır Descartes.
∘∘∘
Gelmiş geçmiş en akıllı
insanlardan biri kabul edilen Alman filozof Kant (ö. 1804) insanın bilme yeteneğini
açıklamaya adadı yaşamını.
Ancak insanı bilineceklerin
dışında bıraktı; zordu, anlayamamıştı...
İnsana takılsaydı ilerleyemeyecekti.
Hayatı görmezden geldi ve
dışımızdaki dünyayı nasıl anladığımızı açıkladı.
Ogün bugündür, bilgi –bilim-, hayata –duygularımıza- aldırmaz…
“Ben ‘işi’me bakarım” diye
düşünür; ama ‘iş’ tanımı içinde hayat
yoktur!
Bilim ilerledikçe hayatın
sıkışmasının, daralmasının ve boğulmasının nedenidir bu ‘iş’ tanımı!
∘∘∘
Hayat bir bakıma “zamanında
anlayamayan” insanın kederli hikâyesidir.
Hep geç kalırız anlamakta, pişmanlıkla
arkaya bakarız…
Zamanında anlamayı öğrenecek
kadar uzun barınabilecek miyiz dünyada belli değil.
Önce ‘yaşamın’ aranacak bir ‘bilgi’ olduğunu kabullenmeliyiz!
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder