30 Mart 2017 Perşembe

Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz




Yazının başlığı blog’un tanımıdır –alt başlığı…

Alman felsefeci, müzik bilimci, toplumbilimci Adorno’nun (ö. 1969) bu sözünü almıştım alt başlık olarak; açılışta…
∘∘∘


Hayatın, kadere, tesadüflere, içine doğduğun aileye, topluma, dünyaya geldiğin döneme göre değişecektir elbette…

Ve de bunları değiştirmek elinden gelmez, gücün yetmez değiştirmeye…

Böyledir diye, hayat dediğin şey başkasının yazdığı bir rolü gözün kapalı oynadığın sıradan bir sahne midir?

Yanıt, altı kop-koyu çizilmiş bir “hayır”dır…

Başlık işte bunun üstüne basıyor, damardan zerk ediyor kabahatimizi…

Diyor ki:

“Başına istemediğin ne geldiyse, çoğu ‘yanlış hayatı doğru yaşamaya’ çalıştığın içindir, diye kabul etmek sağlıklıdır…   

Bilemedin, yeterince cesur olamadın, toplumu taklit etmenin aklını kullanmamak olduğunu görmedin, içindeki sesi kısmak için her şeyi yaptın!

Yanlış hayatı doğru yaşamak istedin; hayatın büyük hatasından sen de kaçamadın!
∘∘∘


Geçenlerde bir mühendis arkadaşım -Erol Kara- aradı:

“Hüseyin” dedi, “senin bu sözünü –yazının başlığı- çok düşündüm, bu söz bir çıkmaz sokak; hayatın müellifi –yazarı- biz değiliz ki, doğrusunu, yanlışını bilelim…”

Bana göre bu fizikten ve matematikten hayat bilgisine geçerken ayağın tökezlemesidir…

İyi mühendislerin çoğu hep bilim dünyasında yaşar…
∘∘∘


Bütün devletler gizli servisleri eliyle her türlü katakulliyi çevirir…

Sen ülkeni buna karşın iyi yönetmeyi becermelisin…

Ben küçük devletin elimden ne gelir diyemezsin…
∘∘∘


Bugünün küresel burjuvazisi hayatları daralttıkça daraltıyor…

Abartarak, her hayat yanlış hayattır, diyorum, bu dünyada…

Hayatın doğrusunu senin için kimse aramayacağına göre…

Oturup yazmaktan başka yolun var mı?

∘∘∘


27 Mart 2017 Pazartesi

Hazırlanırsan Son Nefesine Kadar Aşk'ı Bulabilirsin





İstediğin tam olmadı mı? Yine de sevincin diğerlerinin çok üzerinde uçacaktır...

Hazırlanmazsan ve aramazsan hayatı hep gelişine yaşarsın…

Değişik renkleri unutur, ne çıkarsa razı olursun…

Sızlanmadan!
∘∘∘


Goethe (ö. 1832) ünlü eseri Faust’u anlatıyor:

Birinci bölüm tutkularından yola çıkan insanları anlatıyor, herkese bir şeyler söyleyecektir…

İkinci bölüm farklı, orada nesnel bir dünya var; daha kapsamlı, daha belirgin, daha yüce, daha tutkusuz…

Bazı deneyimlere sahip olmayan ve bir arayış içinde olmayanlara hitap etmeyecektir…
∘∘∘


Şunu söylüyor:

Yalnızca duygularınla yaşarsan hayatı gelişine yaşarsın; fazlasını görsen bile zor tanırsın…

Buna razı değil misin, başka şeyler mi istiyorsun?

Deneyimlerinle ona hazırlanmalı, zihin haritanda arayış içinde olmalısın…
∘∘∘


Neye hazırlanacağım?

Neyi arayacağım zihinsel olarak?
∘∘∘


Son nefesine dek aşk, aradığın!

Sürekli seveceğin, nefes alıp verdikçe umursayacağın şeyler…

Bunun zihinsel alt yapısını kuracaksın…
∘∘∘


Aşık olduğunda sevgiline duyduğun –bir süre sonra tavsayan- şeyleri her dem taze hissedeceğin uğraşlar arıyorsun…

Dünyaya gelirken sinir kurguna yazılan senaryoları…

Belediye otobüsü gibi yarım saatte bir gelmiyor böyle fırsatlar…

Hayatta bir kez karşılaşıyor olabilirsin…

Yaşamının fırsatıyla karşılaştığını bile anlayabilmek için hazırlıklı olmalısın…

Yoksa önüne ne gelirse ona biniyorsun…

∘∘∘



26 Mart 2017 Pazar

Şiir Okuyunca Bize Ne Olur (2)


(Geçen pazardan devam)


İnsan 3 şeyi merak etti:

Bir; dağ, taş, ağaç neden yapılmıştı?
∘∘∘


İki; iyi yaşam ve ahlaklı yaşamak nasıl olacaktı?
∘∘∘


Üç; nasıl varolacaktık?

Varlık ne demekti?

Var olanlar –insan, canlılar; masa, sandalye, çekiç; taş, toprak, ağaç- nasıl varoluyordu?

Anlamazsak iyi yaşamak bir yana sağ kalmamız bile tehlikeye girmez miydi?
∘∘∘


Şiirden bize ne hayır geliri tartıştığımızdan konumuz varlık…

Varlık nedir, sorusunu çoklukla var olanları sayarak cevaplar, geçer gideriz!

Oysa meramımız var olanların nasıl ‘olduğunu’ anlamaktır…
∘∘∘


Varolmayı –varlık’ı- ancak insan özelinde anlıyoruz…

Heidegger’den (ö. 1976) öğreniyoruz…

İnsan, dünyaya düştüğü anda açılmaya başlıyor…

Soğanın katmanlarının soyulması gibi…

Hem kendi kendine açılıyor…

Hem dünya ona açılıyor…

Her katmanı kaldırdığında insan da değişiyor, gözlerinin gördüğü dünya da…

Ne kadar çok katman soyarsan, kendine ve doğaya o kadar yaklaşıyorsun…
∘∘∘


Bu sürecin 3 –apriori- kurucu öğesi var:

Anlama çabaların, halet-i ruhiyen –ruh halin- ve söylemin, dilin

İlk iki öğe olmazsa açılım olmuyor; yetersizse zayıflıyor açılım…
∘∘∘


Anlaman ile ruh halin iç-içe geçmiş:

Her anlama bir ruh hali yaratıyor…

Her hissetmenin bir özel anlaması var…

Sevinçliysen başka, endişeliysen başka açılır dünya önünde…

Kendini başka biçimde bulursun dünyada…
∘∘∘


Anlama ve ruh halinin etkileşimi, dil –söylem, konuşma- ortamında olur.

Dilin ne denli derinse anlama-ruh hali etkileşimin o kadar derinliklidir.

Şiir sözcükler yerine imgelerle yazılır, kafamıza çizilen resimlerle…

Ozanlar, sıradan gündelik hayata en az takılan özel insanlar…

İçimizde de bulunabilecek insanın en özel hallerini onlardan öğrenir, sınama şansına kavuşuruz…
∘∘∘


Yaşam kim olduğuna karar verme oyunudur.

Kendi sesini duyma bilmecesi…

Kendi sesini merak etmeyenleri kolay tanırsınız…

Şiirle tanışmamış insanları…

Kendi suçları değil belki; ama sonucun yükü onların sırtında.
∘∘∘


25 Mart 2017 Cumartesi

Hayatın Anlamı Var mı





Canlılardan bağımsız bir anlam var mı yok mu, diye sormak saçmadır.

Karar onlarındır…

İnsan konuşur onlar adına… Soru sorabilen başka canlı yoktur.
∘∘∘


İstersen hayatının anlamı olur; istemezsen olmaz…

İstiyorsan, anlamlı hayatın ne pahasına ele geçtiğini öğrenmekle işe başlarsın…

Konfeksiyon satılmıyor anlam; keşfedilmeyi bekliyor…
∘∘∘


Anlam, amaç, hedef matruşka bebekler örneği birbirinin içinden çıkar sıradan kullanımda…

İlköğretim, lise, üniversite, askerlik, iş, evlilik, çoluk-çocuk…

Kimine amaç, kimine hedef dersin bunların; hiçbirinin aradığın anlam olmadığını yarı yola varmadan anlarsın.

Ya kabullenir “hayat buymuş!” diye avutursun kendini, hüznünü iki tek atarak cilalarken…

Ya isyan eder anlamı aramayı sürdürürsün…
∘∘∘


Anlam herhangi bir şeyi yalnızca kendisi için, çoğu kez giderek artan bir şiddette, umursamak, onun üzerine titremektir…

Anlam şairin şiiridir…

Yalnızca kendine yazdığın yazıdır…

Akşam yatağının kenarına kıvrılarak uyuyan köpeğinin gözlerinde gördüğündür…

Evinin önündeki yaşlı meşedir...

Bu olmazsa, bunu yapmazsam yaşayamazdım dediğin her şeydir, anlam…
∘∘∘


Ne olmadığından yola çıkarak anlama uzanmak daha kolaydır:

Başka amaçlara ulaşmana vasıta olmak dışında senin için önem taşımayan şeyleri anlamlandıramazsın…[1]

Diploma almak için gittiğin üniversitenin anlamı yoktur…

Her eylemin amacı vardır; ama her amaç anlamlı değildir!
∘∘∘


Sevdiğin şeylere duyduğun özel ilginin dışında sevmenin kendisine temelden bir ilgi duyarsın.[2]

Anne-baba sevgisinin hayatı zenginleştirmesi bundandır.

Karşı cinse duyulan aşk bir benzeridir…

Tanrı sanki bunlarla, geçici de olsa, ağzımıza bir parmak bal çalmış, tadını anlayalım diye:  

“Bilin de bitimsizini kendiniz bulun!” demiş.
∘∘∘



[1] Harry Frankfurt (d. 1929), “Sevginin Nedenleri”.
[2] Aynı.                                 




24 Mart 2017 Cuma

Birinin de Bunu Yazması Lazım mı





Hayatların bunca sıkıştığı dünyada “Nasıl yaşamalıyız’ı”  yazmalı mı biri?

İyi hayatları çoğaltmak için…
∘∘∘


Deniz kenarındaki tahta iskemleli kahvehanede meşenin koyu gölgesinde çayını yudumluyorsun…

Gözün ufuklarda dinleniyor…

O da ne? Yüzenler arasında bir itiş-kakış!

İki kişi çırpınıp duruyor… Birisi karın… İkinciyi tanımıyorsun…
∘∘∘


Fırlayıp denize atıyorsun kendini…

Ve başarıyorsun karını sudan çıkarmayı.

Şanslısın yaşıyor!

Ama ikinci kadına yardım gitmiyor…

Sonradan öğreniyorsun ki boğulmuş!

Nutkun tutuluyor…

Sevinemiyorsun karının kurtulduğuna…
∘∘∘


Başlıyorsun düşünmeye:

Yanlış mı yaptın?

Karımı bırakıp başka birini kurtaramazdın ki!

İnsanın yanındaki ölürken karısını kurtarması, sevimsiz gelse bile, normal değil mi?


Düşüncenin- Ahlak’ın  Fazlası Kuşkuludur


Bu olay Amerikalı filozof Harry Frankfurt’un  (d. 1929) “Sevginin Nedenleri” adlı kitabında…

Ahlak, her şeyi düzenliyor gibi olsa da gerçek pek düşündüğümüz gibi değil.

Bakın Britanyalı ahlak filozofu Bernard Williams (ö. 2003) olayı nasıl açıklıyor:

Böyle bir durumda eşini kurtarmanı hoş görülebilir yapan bir ilkenin peşinden koşman hatalıdır. Umalım ki seni harekete geçiren düşünce –yalnızca- boğulanın eşin olması olsun!

Bir de, ‘böyle durumlarda kişiye eşini kurtarma izni verilebilir’  ilkesi bulmaya kalkarsan kuşku duymaya başlarım!
∘∘∘


Ünlü fizikçi Niels Bohr (ö. 1962) kuşku uyandırmamanın yolunu çiziyor:

Bir kimse hiçbir zaman, birilerinin düşünebileceğinden daha açık konuşmamalı…

Bırakın insanı, kendinizi bile anlamak kolay değil…

İyi yaşam için ahlaktan fazlası gerekiyor…

Biri de “Nasıl yaşamalı’yı” yazmalı…

∘∘∘

22 Mart 2017 Çarşamba

Adam ve Şair





Issız bir tepede ağaç altında Adam ve şair arkadaşı…

İkisinin de dökülüyor üstü başı.
∘∘∘


Şair, tüm ozanlar gibi, yazmazsa yaşamıyorum sayıyor.

Ne iş olursa olsun başka türlü çalışma sevmiyor…

Adam’ın “yapmazsam yaşayamam” dediği şey yok;

Ama yine de çalışma istemiyor…

Belki de bu yüzden ayrılmıyorlar.
∘∘∘


“Godot’yu Beklerden”[1] oyunundan fırlamış gibiler.

Ama kimseyi bekledikleri yok!

Doğrusu bekliyorlar beklemesine, ama neyi bilmiyorlar…
∘∘∘


Tamam; yemek yemeyi, uyumayı bekliyorlar her gün…

Bir şey daha var bekledikleri ama onu bilmiyorlar…

Bildikleri bir şey var: beklemezsen yaşayamazsın!

Gerilimsiz yaşanmıyor!
∘∘∘


O gün şair “Gidiyorum,” diyor.

Adam: “Nereye? Biliyorsun ki bekliyoruz!”

“Neyi?”

“Bilmiyorum, ama seviyorum beklemeyi…” diyor Adam.

Şair’in aklı yatıyor: “Doğru; beklerken yaşadığını unutuyor insan!”
∘∘∘


“Duydun mu?” diyor Adam “David Rockefeller ölmüş, 101 yaşında… 

Dünyanın en zengini… 

200 yaşına kadar yaşamak istemiş ama…”

Şair istifini bozmuyor: “101 yıl nasıl bekledi acaba; kim bilir nasıl canı sıkılmıştır yazık!" diyor ve ardından şu şiiri okuyor:


"‘Bilmemek bilmekten iyidir

Düşünmeden yaşayalım

Mâra[2]

Günü ve saatleri ne yapacaksın

Senelerin bile ehemmiyeti yoktur’"[3]


Beğendin mi ?

“Beğendim sanıyorum; ama anlamadım!” diyor Adam. Kafası karışık…
∘∘∘



[1] Samuel Beckett (ö. 1989), İrlandalı romancı, oyun yazayı.
[2] Budizmde şeytan.
[3] Asaf Hâlet Çelebi (ö. 1958)


21 Mart 2017 Salı

Hüznü Anlamazsan Hayatı Anlamazsın





Kendini de…

Israr edersen taşlaşır hiç ses vermezsin.
∘∘∘


Hüzün düşüncenin diyetidir.

İnsanlık adına ödediğin…
∘∘∘


Çocukluğuna dön.

Koynunda uyuduğun hayallerini anımsa…

Kanatlarıyla havalandığın düşlerini aklına getir…
∘∘∘


Maceraya öyle bağımlı kıldın ki kendini…

Ne pahasına gördüğünü düşünmedin rüyalarını…

Anlayamadığın bir gönül üzüntüsüyle ödüyorsun:

Hüzünle…
∘∘∘


Hüzün canlının hücrelerine sızmış bitimsiz bir sızıdır…

Bir köpekle üç gün aynı evi paylaştın mı?

Yapmadıysan, bir arkadaşına sor; hemen anlatacaktır:

Her evden çıkışında, içerde yalnız kalan köpeğin gözlerine çöken karanlığı…

Hüznün kendisidir o!

Beklentinin çökerken aşağı çektiği ruhun baş eğmesi…
∘∘∘


Köpeğinki kolaydır; sahibi gelince atlatır…

İnsan daha zekidir, kurtaramaz kolay kolay kendini hüznün gel-gitlerinden…
∘∘∘


Şimdide hep yaptığımız şeyler vardır:

Anlamaya çalışır ona uygun duygulanırız: anladıysak sevinç duyarız…

Veya duygulanır ona uygun biçimde anlarız:  sevinçliysek ayrı, endişeliysek ayrı…
∘∘∘


Eğitimli, eğitimsiz, insanlar aynıdır:

Politikacıyı dinledin, anlayıp beğendiysen ona oy verebilirsin; anlamadıysan ama iyi hissetmişsen ona yine oy verebilirsin…

Anlatmaz zaten politikacı, hissettirir;

Kötüsü anlatmaya çalışır…
∘∘∘


Hayat hüznü –duygularını- yönetemeyenler için cehennemdir…  

Gustave Flaubert (ö. 1880) “Duygusal Eğitim”i bunun için yazmış olmalıdır…

Sen istediğin kadar entelektüel eğitim ver…

Hayat bilgisi “Duygusal Eğitimle” öğreniliyor…

Kimden?

Hayat deneyimlerinden, birikimlerinden, seçtiğin bilgelerin sözlerine getirdiğin –kendi- yorumlarından, ağaçlardan, ormandan…

Duygusal eğitimle bilgi toplamazsın; anlamayı öğrenirsin yaşamın kendi dilinden!

Cehaletin yalnızca okulla yenilmemesinin nedenidir bu!

∘∘∘



19 Mart 2017 Pazar

Şiir Okuyunca Bize Ne Olur





İlkokulda kafama takılan bazı sorulara ancak çok sonraları doyurucu cevap buldum.

Bunlardan biri:

Kimse dinlemediği halde radyoda niçin klasik Batı müziği çaldığı, idi.
∘∘∘


Böyle sorular, uzun yıllar kafamızda pişerek yanıtlanırsa derinlikli sevinç pınarlarına taşıyordu insanı…

Çok sonraları öğrenecektim.
∘∘∘


Şiir, anlaşılması pek kolay olmadığı halde, niçin okunuyor ve de bazıları nasıl oluyor da yüreğimizi söküp yüksek tepelere taşımayı başarıyordu?

Ne biçim bir büyüsü vardı, şiirin?
∘∘∘


Aklın duygularımızı yaya bıraktığı pek çok dayanıklılık koşularından biri de buydu:

Bu soruları hazmederek cevap araman…
∘∘∘


Şiirin seni nasıl vurduğunu anlamak mı  istiyorsun?

Herkesin “Bu ne biçim müzik!” diyerek, çat diye radyoyu kapattığı klasik Batı müziğini bilmek mi istiyorsun?

Hicaz faslının üstüne niçin hüzzam faslının iyi gittiğini mi merak ediyorsun?

İş başa düşüyor!

Güvendiğin kişilerden en iyilerini öğrenecek; zorla, sıkıla sıkıla, sürekli okuyacak, sürekli dinleyeceksin onları…

Ve de benim ki olsun az olsun razıyım, demeden en iyisini seçeceksin; insanlığa güvenerek…

Klasik müzik mi? Beethoven’dan (ö. 1827) başlayacaksın..

Şiirde, Mehmet Akif’ten (ö. 1936), Ahmet Haşim’den (ö. 1933), Yahya Kemal’den (ö. 1958), Nazım Hikmet’ten (ö. 1963), Behçet Necatigil’den (ö. 1979) yola çıkıp Yunus Emre’ye (ö. 1323), Mevlana’ya (ö. 1273 ), Baki’ye (ö. 1600), Fuzuli’ye (ö. 1556) dönebildiğin kadar dönecek, oralardan Shakespeare’e (ö. 1616), Goethe’ye (ö. 1832) yürüyeceksin…

Hüzzam peşrevini, tanburi Osman Bey’den (ö. 1885) dinleyeceksin; hicaz peşrevini neyzen Salim Bey’den (ö. 1884).

Büyük sevinç çağlayanlarıyla insanın ancak böyle tanıştığını o zaman göreceksin…
∘∘∘


O zaman duyumsuyorsun şiirin seni toprakla tanıştırdığını; sana ağacı, kuşu, dağı, taşı öğrettiğini, seni dağlarla hemhal ettiğini…

Üstüne bir de Heidegger’e (ö. 1976) yolun düşerse, neden kanatlandığını anlıyorsun şiirle…

(Devamı gelecek Pazara)
∘∘∘