30 Haziran 2017 Cuma

Para Kazanmak Hep Güzellik Hep Güzellik midir




Zamanımızın ruhunu yakıp kül eden sorusu budur.
∘∘∘

Vicdan bu ateş altında yanar liberal olur…
Başlıktaki soruya evet, demiştir.
Apple firmasını… yeni i-phone’nu çıkacak diye 7 milyarın üç gün önceden kuyruğa dizildiği Apple firmasını… küresel dünyanın tüm şirketlerini temsil ediyormuş gibi sunmak bu ateş altında sayıklamaktır…
∘∘∘

Yıllarca önceydi ünlü liberal aile… anneli-babalı… yeni düzenin nimetlerini anlatıyordu tv’de…
Apple, Çin’deki fabrikasında işçilere –onlar istemeden- 100 Dolar zam yapmıştı…
İşte buydu, her şeyin özeti…
Şirketler kazanacak, çalışanlarına istemeden dağıtacaktı…
Bunları dinlerken dünyanın büyük petrol şirketlerinden birinde çalışıyordum… Apple kadar olmasa bile kârları dudak uçuklatan bir şirkette…
Ülkemizin entellektüelleri nasıl bu denli kolay yorumlar yapabiliyordu, bu güvenin kaynağı neydi?
Hâlâ anlamış değilim…
Para dünyayı cennete çevirecekti, sana düşen güzellikleri çıkarıp insanlara anlatmaktı…
∘∘∘

Oysa bilgi de, ahlâk da doğruları ve güzellikleri bularak değil yanlışları belirleyip temizleyerek ilerliyordu…
∘∘∘

Kapitalizm ahlak ve fayda üstüne kuruldu…
Faydanın ilkesi ahlâklı olmak, ölçüsü ise paraydı.
Ancak gerçekten faydalı işlerden para kazanabilmeliydin.
Kapitalizmin babası İskoç Adam Smith (ö.1790) ahlâk profesörüydü.
∘∘∘

Geldiğimiz bugünkü yerde; faydanın ilkesi de, ölçüsü de para!
Para kazandığın her şey faydalı ve güzel ilkeli;
Proje para getiriyorsa –doğayı ve hayatı yıkıp dökse bile- faydalıdır…
İnsanda ilkenin kaynağı vicdandır; bu nedenle vicdanın yerini de paranın olması boşuna değildir.
∘∘∘

Para kazanmak hep güzellik midir, hep hoşluk mudur?
Hepsinin adı şirket olsa da, İ-Phone diğerlerine ne kadar benzer?
Kolay sorular değil bunlar; yazmayı sürdüreceğim…
∘∘∘


28 Haziran 2017 Çarşamba

Anlamak Önemli mi



Her hayat farklı bir şey için yaşanır.
Her yazan yalnızca kendi bilir niçin yazdığını; ben kafamda biriken soruların ağırlığından kurtulmak derdindeyim…
İnanması kolay değil ama bilinmezliğin kıraç topraklarında açtığın doyumsuz vahalar çekiyor insanı.
Umarım gördüğüm bir fizik oyunu –serap- değildir...
∘∘∘

Okuma işi, yazmadan birkaç basamak daha karmaşıktır:
Yazan kendi sorularının peşinden gider;
Okuyanlar içinde, kafasındaki özgün soruları cevaplamak isteyenler vardır;
Başkalarının ya da toplumun ruhuna enjekte ettiklerine ışık tutmak isteyenler vardır…
Anlamayı boş vermiş kazanmanın ipinde sallanıp duranlar vardır…
Vardır… Vardır…
∘∘∘

Her hayat farklı şey için yaşar;
Her hayat farklı şey için okur…
Önceliklerdir yaşam…
∘∘∘

Anlamak için yaşayanlar ve anlamak için okuyanlar hep azınlıkta kalmıştır ve  hep böyle olacaktır…
Elini attığı her şeyin b.ka sarmasının nedeni budur, insanın…
Otomobil özgürlük getirecekti dünyayı hapishaneye çevirdi…
Televizyon eğlendirecekti uyuşturdu…
Nükleer silah kurtaracaktı; en büyük ölüm tehdidi oldu…
Kömür ve petrolle, akıl yaşamı kolaylaştıracaktı, insan türünün sonunu getirmesi bekleniyor…
Spinoza’yı (ö. 1677) hatırlıyorum: “Anladıkça yaşarsın, hayat sevinci bildikçe depolanır.” demişti…
Doğru bile olsa çok elitist (olmaz!) dediler…
∘∘∘

Ortaçağda anlamak için okudular ama yanlış anladılar…
Şimdi anlamak için okumuyoruz, yanlış bile anlamıyoruz…
∘∘∘

Ünlü İrlandalı fizikçi Lord Kelvin (ö.1907) öğrencilerin sınav kağıtlarını üçe ayırırmış:
Doğrular, yanlışlar ve de yanlış bile olmayanlar…
∘∘∘

Bugün olsaydı yedi milyarın ne kadarını yanlış bile değil diye ayırırdı?
İnsan tekinin fazla seçeneği kalmadı, yanlış hayatlardan kaçmanın dışında…
Yanlış hayatı doğru yaşayamıyorsun!

∘∘∘


Hastalıkların Kutsalı Can Sıkıntısıdır




Bütün soruların niçin yaşıyorum’a çıkar.
“Niçin yaşıyorum?” ise “Nasıl canım sıkılmaz?” toprağında yetişmiştir.
∘∘∘

Hastalıkların kutsalı varsa o can sıkıntısıdır.
Gezerken, bakmak ve anlamaya çalışmakla hiçbir yakınlık kurmadan eğleniyorsan…
∘∘∘
On iki ay yaşamayı başarmış dostlarının doğum günlerinde hediyeler açılırken heyecandan yerinde duramıyorsan…
∘∘∘

En sevdiklerin de olsa dostlarınla her gün aynı konuları çiklet gibi çiğnemekten usanmıyorsan…
∘∘∘

Tavla oynamaktan bıkmıyorsan; dama oynarken hep kalbin duracak gibi oluyorsa…
∘∘∘

İki tek atmanın ardından şişenin dibini görüp yığılmadan duramıyorsan…
∘∘∘

Yakın dostlarınla muhabbetinde, sizin dışınızdaki insanların ne kadar kaz kafalı olduğu ima etmenin ne denli abuk olduğunu görmeden, orgazm oluyorsan…
∘∘∘

İnsanların çıkarları için her şeyi yapabilecek tıynette yaratıklar olduğunu sürekli anlatırken kendinin de o türün muhterem bir üyesi olduğunu unutuyorsan…
∘∘∘

On yıllardır pazartesileri işe giderken ruhun bedeninden çıkacak raddeye geldiği halde, evde canım sıkılır, diye çalışmayı sürdürüyorsan ve de bunun cehennem yerine alıştığın cehennemi seçmek olduğunu görmüyorsan…
∘∘∘

Televizyon dizilerinin önünde ruhun kıvranırken bunu dizilerin kötülüğüne yoruyorsan…
∘∘∘

Evlendirme programları önünde dünyanı unutuyorsan…
∘∘∘

Aynı şeyleri söyleyip aynı şeyleri yaparak, aynı dostlara gerçek olmadığını bile bile “seni gördüm daha iyi oldum!” demedeki çaresizliği ve Tanrı’nın sana tanıdığı önceliğe ihaneti görmüyorsan…
∘∘∘

Sana hastalıkların kutsalı can sıkıntılarından diliyorum…
Sorun varsa yeterince canının sıkılmamasında…

∘∘∘



27 Haziran 2017 Salı

Her İnsan Ayrı Bir Cinstir




Düşünerek yön bulur insan.
“Olguların mantıksal tasarımıdır düşünce.”[1]
∘∘∘

Zorunlu olan olguları önceden belirlemeye çalışırsın düşünerek.
“Mantıkla çelişen bir şeyi düşünmek yapılamayacak bir şeydir, tıpkı varolmayan bir şeyin koordinatlarını vermek gibi.”[2]
Düşünce yalnızca mantık yakıtıyla çalışan bir makinedir.
Mantıksız bir şeyi düşünemezsin.
∘∘∘

Lisede şöyle öğrenmiştik: Mantık doğru düşünce yöntemidir!
Tanımda ‘doğru’ sözcüğü fazla; mantığın ne kadar doğruysa düşüncen de o kadar doğrudur.
Mantığın doğruysa düşüncen zorunlu –doğru-, değilse olanaklı ya da olanaklı bile değildir…
Her düşünenin bir mantığı vardır; ama bunların –mantıkların- çoğu yanlıştır…
∘∘∘

Bilim tümdengelim mantığını yanlışlama yöntemiyle harmanlayarak kullanır:
Her koşulda doğru olan hiçbir iddia yoktur;
Her iddia yanlışlanıncaya dek doğrudur.
∘∘∘

Bilimsel yöntemi gündelik hayatta kullanmaya ne zamanın, ne birikimin yeterlidir…
Hayat hızla akar; yetişmek zorundasın:
Kendine psikoloji temelli bir mantık yaratırsın…
Geçmişte ne gördüysen geleceğin onlarla uyumlu olacağını varsayarsın başlarsın kestirimler yapmaya…
Bu kestirimler belki olanaklıdır, ancak zorunlu olma şansları sıfırdır…
Her sabah güneş doğacağının bile garantisi yoktur…
∘∘∘

Kumar dünyasıdır gündelik hayat; şanslı olan –ve de hile yapan- kazanır, talihsizler ve hileyi beceremeyenler ölür…
Herkes kazananları akıllı sanır, ünlü olur onlar; talihsizler unutulur gider, kimse mezarlıklardaki şanssızlarla ilgilenmez…
∘∘∘

Anlı şanlı şirketlerin hepsi aynı kumarhanenin kumarcılarıdır; büyüdükçe batma olasılıkları azalır, çünkü hile yapmaya başlarlar…
∘∘∘

Herkes fantastik bir mantıkla kendini haklı çıkarır; aslına bakarsan yaşamak -gündelik hayat- yanlış hedeflerle yön bulmaktır! 
∘∘∘



[1] Ludwig Wittgenstein (ö. 1951), Tractatus Logico – Philosophicus, 2.225.
[2] Aynı, 3.032.

24 Haziran 2017 Cumartesi

Biraz da Bayramlık Hüzün



Sevinçle hüzün kardeştir.
Sevinç diye kalkarsın bakmışsın hüzün girmiş koluna…
∘∘∘

Hüznü bilmeyen insan, sönmeyen alev, küllenmeyen koz, olmuyor.
Yapamadıklarının ışıksızlığında, seçemediğin satırların arasında sarhoş gezinmektir hüzün…
Zihnin yanılgısı, düşüncenin hayatın içinden çıkma çırpınışlarıdır…
Kutsaldır, canlılara hastır; kendine danışılmadan dünyaya sürülmüşlerin arada bir durup “Ne oluyor?” çığlığı atmalarıdır…
Hüznü olmayanın sevinci de olmaz;
Sevinç aramazsan hüznü de bilmezsin…
∘∘∘

Sevinç de hüzün de, yengi de yenilgi de, zafer de hezimette canlılar arenasında görülür…
Bir canlı da sensin; bilirsin, hazır olmalısın, ama olamazsın…
İstediğin gibi biçilmemişsindir…
İşte o zaman Ahmet Haşim’in (ö. 1933) “O Belde”sinde açarsınız gözünü:
“Melali anlamayan nesle aşina değiliz.”
(Hüznü tanımayan nesil bize göre değil!)
Kendini tanımaz olursun!
∘∘∘

Hüznü tanımazsan sevincin keyfinden de anlamazsın.
Hicazın da hüzzamında fasılları hüznün ateşinde pişmiştir.
(Hicaz ve hüzzam Anadolu Türk müziğinden titreşimlerdir.)
Beethoven’in (ö.1827), senfonilerindeki, kuartetlerindeki, sonatlarındaki isyanın, öfkenin tadı hüzün alevinde kaynamasından gelir.
Romantizm, ruhun hüzün rüzgarında dalgalanmasıdır.
Sanatın hem annesi hem de babasıdır romantizm…
Bütün klasikler romantizmin çocuğudur…
∘∘∘

İnsanlığın anasıdır hüzün; çünkü sevinci o varetmiştir.
Bayramda sevinci yakalayamazsan hüzne sığın…
Araf denilen renksizlik, sevinçle hüznün arasına düşer;
Yeter ki kurtul araftan…
Unutma, hüznün sonunda söker sevincin şafağı…
∘∘∘

Ruhunu ateşle bayramda, ki hüzün trampleninden sevince zıplayasın...

∘∘∘


Bayram Sevinç'ini Kaybeden İnsan İçindir





Sevinçtir hayat…
Sürekli kendini arar…
∘∘∘

Gözünü açar bakarsın ki dünya denilen tuhaf bir yerdesin…
“Bu ne!” çığlığı yükselir içinden…
Başlarsın deliler gibi dönerek kendini aramaya…
Ne oluyor, diye yollara düşmeye…
Bu yolculuğun adıdır hayat.
∘∘∘

Yolda başına gelmedik kalmamıştır:
İki büyük kapana düşmüşsündür, kıvranır da kıvranırsın…
Çıkmak ister çıkamaz, elini çeker kolunu kaptırırsın;
Kolunu alır paçanı verirsin…
Sabahı edemediğin bir kâbus... 
∘∘∘

Garip olan ikiz kapanı kuranın hayatın kendisi olmasıdır:
Parayı ve gücü hayat icat etmiştir…
İcat etmiş te ne olmuştur?
Hayatı, para ve güç sanmıştır…
Hâlbuki hayat sevinçtir, sevinç kalmayı sürdürecektir ve hep sevinç olarak kalacaktır…
∘∘∘

Hep kendini –sevinç’ini- arar…
Bunu unutanlar için gelir bayram…
∘∘∘

Sağlık ve acısızlık, sevinç’in öyle küçücük bir bileşenidir ki…
Dikkatli bak;
Sevinç’in kanatlarında bulutlarda dolaşan, “kimbilir ne acı çekiyordur” diye düşündüğün nice insan var…
Şaşar kalırsın…
Sağlık ve acısızlık gerek bile değildir sevinç duymak için…
Sevinç hayattır;
Hayat sevinç yolculuğu…
Ayaklarınla başladığın zihninle sürdürdüğün bir tuhaf yürüyüş…
∘∘∘

 Bayram bir yol ayrımı; para ve güçten çıkıp sevinç’e saptığın…
Yanlış hayattır para ve güç…
Sevinç ise hayat…
Sevinç’e rastladığın bir bayram olsun yarın…

∘∘∘

23 Haziran 2017 Cuma

Bayramlık Gerçek Hikâye




Tuhaftır insan…
Masal anlatırsın inanmaz…
Gerçek bir hikâye diye başlarsan can kulağıyla dinler!
Sanki gerçek hikâyeler daha hakikiymiş,
Ana gövdesi olumsallık olan hayat, kader toprağında boy atmazmış gibi…
∘∘∘

Adam gâvur ellerinden emekli, gelmiş memleketine…
İnsanlara can kulağıyla yanaşıyor kabul görmüyor, kendini matah bir şey sanıyor diye arızalı bakıyorlar.
Altında araba, bankada maaş ne oldum sanıyorsun?
∘∘∘

Gittiği kafede, okuyor diye sitem ediyorlar:
Bu yaştan sonra profesör olunur mu?
Damarlardaki kan birbirine sataşmadan akmıyor…
Köpeğiyle yaşıyor Adam;
Avrupa’da bula bula bunu mu öğrendin, diyorlar…
∘∘∘

Her akşam kafeye yalnız gelen bir Kadın var:
Zamanı sırtında onun kadar zor taşıyanını göremezsiniz…
Yüzünü kapıya vererek yalnız başına oturduğu masasından her girene çaresiz bir bakış atar…
Gözler birleşsin birkaç saniye zahmetsiz geçsin…
Her akşam Adam’ın masasına bir bahane bulur gelir; birkaç lâfın belini kırıp herkes gibi olmanın peşindedir…
Anlar Adam Kadın’ı…
Göstermeden sıkıntısını geçiştirmeye çalışır…
∘∘∘

O akşam, köşe masalardan birinde üstüne titrediği kendinden epeyce küçük bir Genç Kadın’la sohbete dalmış Adam…
Yalnızlığına gönlünce bir panzehir bulmanın coşkusu buram buram hissediliyor.
Kadın kapıda görünüyor; koca gövdesini bir o yana bir bu yana devirerek ilerliyor…
Adam’la Genç Kadın’ın yuvalandığı kuytu köşeye…
Yanaşıp soruyor Adam’a: “O’nunla bir şey konuşabilir miyim?”
Genç Kadın’ı gösteriyor…
∘∘∘

Adamın sen de nereden çıktın, diyen gözleri kısılmış; karşısında dikilen Kadın’ı çözmeye çalışıyor.
Kadın yanıt beklemeden lâfa giriyor:
“Hanım Efendi, bizim çocuklardan …… sizi çok beğeniyor, niyeti ciddi, bildirmek istedim… İlgilenirsen…”
Adam donmuş, Genç Kadın sandalyesini çekiştirerek vakit kazanma derdinde…
“Defol burdan, ne cüret bu! Çık git gözüm görmesin!”
Patlıyor Adam…
∘∘∘

Ertesi akşam yine Kadın’ın arayan gözlerinden kaçamadan kafeye girdim.
Adam kuytu köşesinde yalnızdı.

∘∘∘