Eskiden ilkokullarda ‘hayat
bilgisi’ dersi verirlerdi.
Hâlâ var mı, bilmiyorum.
Düğme dikmesini, çorap
yamamasını, kurabiye pişirmesini öğrenirken aslında kendinizi öğrenirdiniz…
Ders pek başarılı değildi; çünkü
anneler “böyle ders mi olurmuş!” diyen uzmanlık gülücükleri içinde çocuklarının
ev ödevlerini kendilerini yapardı!
∘∘∘
Yaşadığımız sürece hayat bilgisi
dersi alarak nefes alırız…
Farkında olmayız…
Neyi yaparken zamanı unutursunuz
bunu yalnızca hayat bilgisinden, yaşamın içinde öğrenirsiniz…
Uzmanı yoktur!
Sabırla yaparsınız…
İçinizden bir ses “bunu yapmaktan
çok hoşlanacaksın,” der…
Artık ‘başka insan’ olursunuz!
∘∘∘
Tenis raketini alır topa
vurursunuz…
İşin tekniğini hoca öğretir.
Sonunda imzanız kadar sizin bir ‘stiliniz’,
‘üslubunuz’ oluşacaktır.
İşte o sadece size aittir;
aslında o sizsiniz!
Severseniz, yaparken dünyaya
kafayı takmaz, zamana aldırmazsınız…
‘Resmi yapılamayan’ mutluluktur
o!
∘∘∘
‘Yazmak’ da böyledir…
‘Marangozluk’ da…
Tiyatro sahnesi de böyledir…
Felsefe de…
Roman da böyledir…
Çiçek yetiştirmekte…
Okumak ta böyledir…
Koşmak ta, yürümek te…
Golf oynamak ta…
Yeter ki dayan, sabredebil;
hayatının bilgisine kavuşuncaya dek!
∘∘∘
“Bu benim!” demediğin, içinde
zamanı saniye saniye çabuk geçsin diye saydığın işleri yapmak çoğu kez köleliktir…
Her saniyenin gözünün içine
bakarsın, geçsin de nasıl geçerse geçsin diye!
Hayat bilgisine yaklaştıkça
zamanla ilişkiniz kalmaz; unutursunuz yaşamanın zaman geçirmek olduğunu.
Küçücük bir şartı var hayatın
bilgisine çıkan sokakta yürümenin:
Yeter ki kendinle baş başa hoşnut
ol!
‘Yalnızlık’ın müziğiyle ruhun tanışsın...
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder