12 Kasım 2016 Cumartesi

Aşk Dağdan İnmez (2)




Bilimin tüm zaferlerinde bilgelikten yoksunluk göze çarpar.


John FOWLES (ö. 2005)

 


İnsanlık mükemmelleştikçe, insanın değeri azalıyor.


Gustave FLAUBERT (ö. 1880) 


Benim bol vaktim var

Her zaman için ölüme,

Kayıtsız yürüyemem

Geleceksiz yoluma.


Behçet NECATİGİL (ö. 1979)



Arabayı park eder, camiye yürür.

Küçücük avlu doludur,  öğle namazından çıkmış kalabalık cenaze namazını kılmak üzeredir.

İmamı bekliyorlar diye düşünür Kenan.

İkili üçlü guruplardan mırıltılar yükseliyordur.

Öbür dünyaya göçen biri için yapılan veda töreni, kayıtsızlıkla sıradan bir görüşme ve sohbet etme fırsatına dönüşmüştür.

Buradaki saygı, incelik ve zarafet eksikliğini insanların görmemesini anlayamaz… 

Yolcu edilene, kendilerine, Allah’a, doğaya ve ölüme saygı eksikliği…

On dakika olsun susup bir cenazenin başında bile tek başına kalamayan bu kendinden kaçışın bir açıklaması olmalı…

Çevrede gözüne tanıdık simalar ilişir, ama yalnız kalmak ister, bir kenara çekilip durur.

Kalabalık, şekilsiz kıpırtılardan oluşan bir kümeye dönüşmüştür.

Bir anda gözleri dolmuş, söz geçiremediği damlalar elmacık kemiklerini aşmayı başarıp yanaklarından aşağı süzülmüştür.

Kimin öldüğünden haberi yoktur.

İnsanlar görmesin diye yanaklarını temizleme isteği falan duymaz.

Kimin ne diyeceği umurunda değildir.

Rahat, huzurlu, içini temizleyen bir boşalmadır bu.

Kendi cenazesine gelmiş gibi hisseder. 

İnsanın arada bir kendi cenazesine gidebilmesinin iyi bir fikir olacağını düşünür.

Doyasıya, kanasıya ağlar… 

Camiden çıkarken bazı konuşmalar çalınır kulağına.

“Habibe Hala’nın nesi ola? Öyle içten ağladı ki…”

Benzer bir sahneyi Amerikalı bir yazarın romanında okuduğunu anımsar. 

Günü Yaşa”yan roman kahramanı, tanımadığı birinin cenaze törenine karışıp katıla katıla ağlıyordu…

Cenaze alayıyla mezarlığa kadar yürür.

Hacer’in ve Hamza’nın mezarlarını ziyaret eder. Konuşur onlarla, anlatır olanları... 

Hamza’nın bu dünyaya bir türlü uyduramadığı zekâsının sindiği aydınlık temiz yüzünü görür gibi olur, Hacer’in kahverengi gözleriyle yan yana.

Mezarlıktan çıkar ve karşıdaki ağaçlık bölgeye tırmanır, Dut’la Mars’ı gömdükleri kayın ağacının dibine. 

Mars, her eve gelişinde yaptığı gibi ön ayaklarıyla bacaklarına zıplamıştır.

İki damla gözyaşı tutunamaz yine gözünde.

∘∘∘

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder