Boynundaki kazağı arka koltuğa atar,
geçer direksiyona. Ayakları gitmek istemez.
Camları açar, ötücü kuşların
cıvıltıları serin kuzey esintisiyle birlikte dolar içeri.
Arabanın gidebileceği en yavaş
hızla, bilgeliklerini kıskandığı
ağaçların dallarını okşayarak gelen hafif esintinin serenadını ruhuna
kaydetmeye çalışarak iniyordur yokuşu.
Beynini kemiren bir soruyu yeniden
anımsar.
Hacer gibi ölümü göze alabilir
miydi?
Keltepe’den atlayacak cesareti var
mıydı?
∘∘∘
İlkokul öncesi olmalı, din hocalarından
birinden duymuştu, aklına küçük bir kuşku düştüğü anda, kâfir oluyordun…
O zaman şu zehirli şüphe
çengellenmişti kafasına: acaba yok muydu?
Sabahlara kadar özür dilediği olurdu Allah’tan…
Hacer gibi atabilir miydi kendini
Keltepe’den aşağıya?
Yedi yaşında gecelerini bölen
şüpheye benzetti bunu.
Hayır, istese de yapamazdı…
∘∘∘
Çünkü hâlâ sahtedir, hâlâ taklittir…
‘Kapıyı vurup çıkma hakkını’
kullanabilmek ancak kendini tanıyıp gerçek özgürlüğe ulaştığın zaman mümkün.
İçine doğduğun kültürün ezberlettiği
‘ne olman gerektiği’ şarlatanlıklarını aştığın zaman…
İnsan bir kere kendini bulmaya
görsün, ne pahasına olursa olsun bırakmak istemez, gerekirse elinin tersiyle
hayatı bile iter…
Sahteyseniz korkulacak bir şey
yoktur. Hayatın içine hiç giremediğiniz için, ‘kapıyı vurup çıkma’nız söz konusu değildir…
İçeri giremeyen dışarı çıkar mı?
∘∘∘
Ovacık’ın sıcağı neden geldin der
gibi çarpar yüzüne. Otellere giden yola sapar,
sonra fikir değiştirir döner Köy yoluna girer.
Tuhaf bir sessizlik var.
Yolun iki
yanında uzanan, yazın ortasında bile diri, koyu yeşil rengi solmadan
koruyabilmiş çayırlar ıpıssız.
Köyün girişindeki kahvede
kimsecikler yok, kafasını tezgâha yaslamış bir çocuk uyuyor.
Dükkânların çoğu kapalı, kimisinde
de beklemekten sıkılmış çocuklar oturuyor.
Ahşap caminin kavşağına gelip durur; etrafa bir göz atar, ne olup
bittiğini anlamaya çalışır.
İnsanlar caminin dışına taşmıştır.
(Devamı var)
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder