2000 yılında Türkmenistan’a gittim,
hem bir arkadaşımı görecek hem bölgeyi tanıyacaktım…
Şirketinde Türkler ve Ruslar
birlikte çalışıyordu…
Öğle tatili oldu mu Ruslar sesiz bir
gölgeye sığınıyor ve ellerindeki kitapların dünyasında kayboluyordu…
Türkler, yolun kenarına
çömeliyor, geçen arabaları seyrederek sohbet ediyordu…
Benzerlerini Türkiye’de görmüştüm,
çömelerek kollarını dizlerine yaslayıp muhabbet edenlerin…
Memleketim olan küçük Karadeniz
kasabasının köylerinde…
∘∘∘
Hep merak etmişimdir, trafik
gürültüsünün doğrudan yatak odasından geçtiği yol kenarına dizilmiş apartman
dairelerinin neden revaçta olduğunu…
Küçük kasabamızda, neden evlerin
yol kenarında bahçelerin arkada olduğunu…
Cevabını çömelerek yolu
seyredenler veriyordu…
∘∘∘
80’lerde Amerika’da yaşayan bir
sınıf arkadaşımın yanına uğradım.
Kaldığı evin sahibi Amerikalı,
bir -inşaat- işçi emeklisiydi…
Bizi yemeğe davet ettiler…
Gittik…
Elimde Beethoven’in (ö. 1827)
piyano sonatları, alışverişten dönüyorduk…
Adam şaşırdı:
“Siz…” dedi şaşkın şakın,"Türkler…
Beethoven mi dinliyorsunuz? Ben kiracımı tanımamış olsam Türkleri Porto
Rikolularla bir tutup vururdum!”
Afallamıştım… Kiracım, dediği
arkadaşımdı; vururdum, sözcüğüne abanırken duvarda asılı tüfeğini gösteriyordu…
Birden kalktı ve çıktı…
Üzülmemiz mi, sevinmemiz mi
gerekiyordu, bilemedik…
Sesizliği karı-koca içeri girmeleri bozdu… Ellerinde
bir sürü taş plak vardı…
“Madem seviyorsunuz bunlar size
uygun…” diyerek plakları bana uzattı adam, “bizler anlamıyoruz…”
Gece boyunca bizi yere göğe
koyamadılar…
∘∘∘
Türk filmlerini anımsıyorum…
Eğitimli oğlanla kız lokantaya
geliyor, yanlarında balıkçı bilge!
Radyoda keman sesi duyuluyor, klasik
Batı müziği…
“Kapa şunu be abi çal bir çifte
telli neşemizi bulalım!” diye sesleniyor balıkçı…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder