Aramızda
mühendislikte, hukukta, iktisatta, orman mühendisliğinde okuyanlar vardı.
Öğrenci
olmayan bir oydu; ortaokuldan sonra babasıyla çalışıyordu.
Hepimizden
zeki idi…
Yanında
birkaç dakika nefes al, kanında kıpır kıpır gezinen mizahı sezerdin.
∘∘∘
Gıdığını
çıkarıp kafasını geri atar, göğsünü ve göbeği şişirir ileri iter, ayakları yana açık, elleri arkada bağlı yürürdü…
O
konuşur sen yanında gülmekten ölürdün…
Midelerimize
kramplar girer, yalvarırdık:
“Allah
aşkına sus!”
Ben böyle
bir mizahı, 50 yıl daha yaşadım, ne gürdüm ne okudum…
Mizah
dâhisiydi Şenol…
∘∘∘
Manifatura
dükkânları vardı; kumaş, dokuma, bez satarlardı.
Tabelalarında
“Tecimevi” –ticarethane- yazardı; bir keresinde “Memleketi tecimevi sahipleri
kurtaracak…” demişti tavanı süzerek “Atatürk dese dese bizim hakkımızda böyle
derdi, işi başından aşkın olduğu için bize sıra gelmemiş belli ki…”
∘∘∘
“Bu memlekette yalaklık yapılacaksa kralını
ben yaparım…” iddiasındaydı.
“Yalaklık”
kasaba dilinde espri, şaka, gırgır demekti…
∘∘∘
Futbol
oynamasına izin vermezdi babası. Maç sırasında dışardan bağırırlardı:
“Şenol
baban geliyor!”
Arkasına
bakmadan duvardan atlar kaçardı sahadan… Dalga geçtiklerini anlayınca kavgaya geri
gelirdi…
∘∘∘
Ülkemizin
insan öğüten makinaları on yıllar önce aldı onu aramızdan.
Akciğerlerine
musallat olan kötü hastalıktan çok genç yaşta çekip gitti.
Pirinç tozundan
hastalandığı söylendi…
Bir
sezon pirinç aktarmıştı…
∘∘∘
Zekâ
engeliyle (!) –gereğinden fazla zeki- doğmuş, engeli atlayamamıştı…
∘∘∘
Israrla
Yeşilçam’a gidip şansını denemesini önerdim ona, cesaret edemedi…
Büyük
komedyenlerden biri olabilecek yeteneğe sahip olduğundan kuşkum yoktu.
∘∘∘
Şenol
da şirin kasabası da on yıllardır yok…
Sakil
apartmanları örten bir gürültü bulutuna dönüştü güzelim kasaba…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder