İster
karlı, ister puslu, isterse güneşli sabahlar olsun, günle dost uyanıyorum…
Gözümü
açtığımda mor bir çiğdem açıyor içimde.
Kırıtıp
duruyor; en güzel benim havalarında, çalımından yanına yanaşılmıyor…
Yeri göğü anlayacak, taşı toprağı bilecek…
Başka
şeye aldırdığı yok… .
Bilince
ne olacaksa, güzellik neyine yarayacaksa…
∘∘∘
Çiçek
işte ne olacak, deyip geçemiyorsun…
Sorularının
ardı arkası kesilmiyor:
Parlayan
yıldızlar, geceleri karanlık çökünce gökleri saran…
Kardeşi
miymiş Güneş’in…
Işık
salıp durduklarına göre neden kardeş olmasınlarmış…
∘∘∘
Kömür
siyahı karanlığın içine, gökyüzünün derinliklerine, iki ışık hüzmesi salsak,
hiç yorulmadan sonsuza dek gidecek…
Göğe
yükselseler geceye ışıktan tren rayları gibi döşenerek…
Sonsuza
doğru uçtukça birbirlerinden uzaklaşarak mı yol alırlarmış?
Yolları
kesişirmiymiş?
Yoksa
birbirlerine paralel çizgiler halinde mi sürdürürlermiş sonu gelmeyen
yolculuklarını?
∘∘∘
Dünyayı
anladık, yuvarlakmış –düz değilmiş-, portakalın üstündeki karıncalar gibi
yaşıyormuşuz üzerinde…
Göklerin
geri kalanı kalanı nasılmış?
Düz
müymüş, yuvarlak mıymış?
∘∘∘
Neden
bu denli güzel bir çiçek olduğunu bilmiyormuş mor çiğdem…
Kimin
için süslendiğinden, kimi büyülediğinden haberi yokmuş…
Nereden
öğrenebilirmiş bunları…
Merak
ediyormuş...
Donup
kalıyorum cevapsızlıktan;
Utanıyorum!
∘∘∘
Siz,
diyor, hayatın anlamını tartışıyormuşsunuz, öyle mi?
Nereye
gelmek istediğini az-çok sezinleyerek, başımı öne arkaya sallıyorum;
Evet
ritminde.
“Bu
denli bilgisizlikte nasıl anlamsız kalırsınız şaşkınım …”
Mor
dudaklarını büzmüş tepeden bakarak soruyor…
∘∘∘
Kızıyorum
ama anlıyorum…
İster
karlı, ister puslu, isterse güneşli sabahlar olsun, neden günle dost uyandığımı…
Bilmemenin
güzelliği baş döndürüyor…
Eksikliğini
duyumsarsan, içindeki yaşam ateşi hiç sönmüyor…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder