6 Şubat 2016 Cumartesi

Şirketlere Güvenebilir miyiz (1)



Çoğumuz şirket yöneticileri gibi düşünüyor; reklamcılar gibi konuşuyoruz.
“Hangisi daha avantajlı (kârlı)?
“Nasıl yaşarsam güçlü ve mutlu olduğum izlenimini verebilirim?”
Mutlu olabilirim değil!
Bu şirket aklı
Algı yaratmak, olabilmekten daha önemli!
İlki parayla olanaklı, ikincisi zor ve meşakkatli!
∘∘∘

Şirketlerin  -yöneticilerinin- değişik bir aklı olması gerektiğini ilk kez düşünen Avusturya asıllı Amerikalı Peter Drucker (ö. 2005).
1945’de büyük bir şirketin kapısını çalıp yöneticileriyle görüşmek istediğini söylediğinde, komünist diye kapıdan çevrilmişti.
∘∘∘

Bugün yönetici aklı diye bilinenlerin temelinde esas olarak Drucker’ın harcı var.
Gündelik hayatın düşünmeyi pek sevmeyen insanlarına prototip –model-  düşünce kalıpları önermişti.
Amaçlarla yönetim”i tasarlayan odur.
Kâr etmek için daha verimli düşünmek demektir amaçlarla yönetim.
Bugün işletme fakültelerinde anlatılan yöneticiler için “düşünce teknolojisi”  çoklukla amaçlarla yönetimle sarmalanmış –yine Drucker’ın temellendirdiği- “pazarlama”dır.
Elbette başarılı bilinen şirketlerin uygulamalarından derlenmiş soslarla tatlandırılmış halde…
Özünde anlayış şudur. Her kaynak, insan veya makine, teker teker verimli ise şirket daha kârlı olur!
∘∘∘

Düşünmenin amacı karar vermek ve ona göre davranmak. Gitmek istediğiniz yöne, daha iyi bir dünyaya yönelmek.
Şirketlerin hedefi ise kâr; kâr olmalı! Önce kâr edebilirseniz, güçlü olursunuz; ardından istediğiniz doğruyu, beğendiğiniz güzeli kovalarsınız…
Adam Smith’in (ö. 1790), siz çıkarlarınızın peşinden gidin parayı kazanın, gerisini merak etmeyin,   “gizli bir el” niyetiniz öyle olmasa bile gelir işleri düzenler, adaleti ve eşitliği sağlar, dediği kabul ediliyordu eskiden. 
Artık bunun yalnızca bir efsane olduğu, Smith’in kastının farklı olduğu biliniyor. Yine de bir kesimin böyle düşünmeyi ve propagandayı sürdürdüğü ortada.
∘∘∘

1980’lere kadar kâr pusulası fena işlemedi.
Drucker’ın düşünce sistemleri üniversitelerde öğretilen bir “bilgi disiplini” haline geldi. İşletme fakülteleri popüler bölümler oldu.
Dünya gençliği akın akın işletme okuyor, ‘business’ –iş- öğreniyordu. İngiltere ve Amerika’da iş öğretisinin satıldığı büyük sektörler oluştu.
Dünyanın en baba üniversiteleri işin içindeydi.  Drucker ve ardından gelen diğer gurular pazarlamayı, satışı, finansı işliyor, işletme fakültelerini donatıyordu.
Elbette her birinin elinde iyi para kazandığı bilinen birkaç şirket ve onların yoğurt yiyiş biçimleri… Ustaların yöntemlerini çıraklara naklediyorlardı.
∘∘∘

Aynı düzen hâlâ yürüyor. Planlama, finansman, muhasebe, satın alma, üretim, pazarlama, satış…
Genel kabul görmüş uygulamalar anlatılıyor.
Üstelik bizde, İngilizce eğitim veren üniversitelerde yabancı dilde seslendiriliyor.
Doğan Kuban Hoca’nın “Türkiye’yi işleten fakülteler[i] dediği fakülteler bunlar…  
Nitelikli bir eğitim için değil, cilalı bir pazarlama ile iyi satış yaptıklarından İngilizce tercih ediyorlar.
∘∘∘

Ekonomi” disiplinine bile -yalnızca hayata aykırı varsayımların matematik modellerinden oluştuğu gerekçesiyle- “bilim mi değil mi” diye kuşkuyla bakıldığı bir dünyada yaşıyoruz.  
İşletme ve ticaret fakülteleri üniversite eğitiminin parlak yıldızları!
80’lerle birlikte kârlar azalmaya başladı.
Yöneticiler doping istediler hükümetlerinden. Ve düzensizleştirmeler -deregulation- başladı dünyada. Sendikasızlaştırma, bankalarda ve finans kurumlarında aşırı özgürlük –kamu sırtında risk alma kolaylığı- ve benzerleri geldi…
Kârsızlık önlenmeliydi.

∘∘∘

80’lerin ortalarında tuhaf bir roman çıktı: The Goal (Amaç). Yazarı yüksek zekâlı bir fizik doktoruydu: Eliyahu Goldratt (ö. 2011).
Dostlarının ısrarıyla üniversiteden ayrılmış, yönetim guruluğuna soyunmuştu. Amaç’ta endüstriyel “üretim”i yeni bir anlayışla ele alıyordu.
Kitapda iki şey vardı alışılmadık olan.
İlki, “Amaç” bir kitabıydı ancak roman formatında yazılmıştı. Goldratt anlatmış, profesyonel bir yazar romana dökmüştü…
İkincisi, üretim yöntemi diye anlattığı, tüm dünyada uygulanan alışıldık uygulananlara taban tabana zıttı.
∘∘∘

“Amaç” gelişmiş ülkelerde çok satar –best seller- oldu.
Kitabı yazmak için satış üstünden bir komisyona razı olmayıp ille de sabit fiyat isteyen yazarı, en çok şaşıranlar arasındaydı. Ayağına gelen zengin olma fırsatını tepmişti…
Goldratt, 20. yüzyılın sonunda ileri kapitalist ülkelerinde uygulanmakta olan “şirket  yönetim”  anlayışını kökten değiştireceğine inandı.
Sunduğu yeni “iş düşünce modeli” ile dünyanın iş hacmini akıl almaz boyutlara taşıyacağından kuşkusu yoktu. Yeni bir dünya avuçlarının içinde doğuyordu.
Büyük bir heyecanla sonraki adımlarını planladı.
Bir İsrail vatandaşı, Batı uygarlığının tutkulu bir koruyucusu ve savunucusuydu. Büyük buluşumu öncelikle Batı içine sindirmeli, iyice hazmetmeli, yapacağı atılımı yapmalı,  ardından Batı dışındaki ülkeler öğrenmeli diye düşündü.
Batı mukayeseli avantajını kaybetsin istemiyordu. “Amaç”ın Japonya’ya çevrilmesini bir süre geçiktirdi.  
∘∘∘

Kuramına TOC (Theory of Constraints- Kısıtlar Teorisi) adını verdi. “Amaç”ta yalnızca üretimi anlatmasına karşın onun için Business –iş- denilen şey bir bütün: Planlamadan satın almaya, finansmandan muhasebeye, üretimden pazarlamaya, satıştan para toplamaya…
 Sahip olunan her kaynağın en verimli biçimde kullanılmaya –terletilmeye- çalışılması ilkel bir düşünce ona göre.  
Büyük paralarla aldığınız bir makineyi sürekli çalıştırmak kendi ayağınıza ateş etmek olabilir!
Bunu görebilmek için bölümlerin ve ürünlerin  ayrı ayrı kârlılığına değil işin bütününe bakmalısınız. Gel gör ki geleneksel yöneticinin elinde ne bütünsel kârlılığı okuyabilecek araç  ne de bunu düşünebilecek bir yönetim sistemi (düşünce teknolojisi) var. İstese bile beceremez.
Bunu ancak TOC ile yapabilirsiniz.
∘∘∘

“İş”in diğer bölümleri –enformasyon teknolojisi, pazarlama, muhasebe, proje yönetimi, satış…- üstüne çıkardığı romanlar ardı ardına geldi Goldratt’ın.
Kitapları tüm dünyada yüksek satış rakamlarına ulaşıyor, yıldızı yükseldikçe yükseliyordu.
Ancak tuhaf bir şey vardı canına sıkan. Zamanla değişir diye düşündü. Bekledi. Ama değişmedi.
 “Amaç” beğeniliyor, ilgiyle okunuyor ve bu ilgi eksilmeden sürüyordu. Ama… Evet, ama kitaplarını yalnızca okunsun diye yazmıyordu…
Onun derdi roman yazıp satmak değil, TOC ile dünyayı değiştirmekti. Bunun için kuramının uygulanması gerekiyordu.
Şirketlerin bir yerden, örneğin üretimden, başlayarak TOC’yi uygulamaya geçmesini bekliyordu. Kuşkusu yoktu; patronlar, CEO’lar, bölüm müdürleri, mucizeye kendi dünyalarında şahit olsalar uygulama bir çığ gibi büyüyecek, TOC bir uygarlık şenliği gibi tüm firmalara yayılacaktı.
∘∘∘

Ama olmadı!
Uygulama %1-2’yi geçmedi. O da yalnızca şirketlerin belli bölümlerinde…
Goldratt, kuramını geliştirmeyi bir yana koyup bu soruna kafayı taktı.
Yöneticilere sunumlarda ve seminerlerde matematiksel bir kesinlikte TOC’nin gücünü anlatıyor, akıllardaki kuşku kırıntılarını süpürüp atıyordu.  Ama direniyorlar, uygulamada yan çiziyorlardı.
Belli bölümlerde ve çok az uygulanıyordu.
Neden?
∘∘∘

Goldratt seminerlerinde, TOC’nin kendisine verdiği  emeğin misliyle fazlasını bu soruyu yanıtlamaya verdiğini, yine de doyurucu bir sonuca ulaşamadığını anlattı.
Kızı psikoloji doktoruydu. Onun da yardımıyla, karar verme süreçlerinin tuhaflıklarında gezindi.
Harvard Üniversitesinde yüksek egolu deneklerle (doktora öğrencileri)  yapılan klinik çalışmaları inceledi.
İnsanların en akıllılarının bile, başkalarının gurup halinde zırvaladığını gördüğünde onları izleyip aynı saçmalığı sürdürdüğünü gördü.
Yanlış olduklarını bilseler bile insanlar, ne denli kendilerine güveniyor olsalar da, ortak uygulamalardan bir türlü vazgeçemiyordu.
∘∘∘

TOC de insan zihninin bu tuhaf çalışma biçiminin kurbanıydı!
Goldratt, bunları sanki “en azından bir açıklamam var!” der gibi anlatıyor, ancak sonucu kabullenip oturmuyor, arayışlarını sürdürüyordu.
Hayatının bu büyük sorusunu gönlünce yanıtlayamadan Haziran 2011’de öldü.
TOC tüm iddialarıyla yaşamını sürdürüyor.
Yeterince uygulanmasa da  üniversitelerde ders konusu oldu. Ama hayatın cilvesine bakın ki, Goldratt’ın iş dünyasına çağ atlatarak dünyayı değiştirmek istediği enstrümanı, işletme fakülteleri yerine genellikle endüstri mühendisliği gibi başka fakültelerde işleniyor.

∘∘∘

(NOT: Bu yazı   "Şirket Aklı Akıldışı mı (1)   başlığı altında, 17 Mart 2015’de  huseyinigdirli.blogspot.com.tr ’de yayımlamdı: )




[i] Çağdaşlaşma Sancıları, 21. Yüzyıl Cehaleti


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder