31 Mayıs 2017 Çarşamba

Unutulmuş Aşkların Dünyası




Ciddiye alınamayacak kadar önemlidir hayat. [1]
Söz bu kadar derin olabilir…
Sıradanlaşıyorsun, kaybediyorsun aşklarını, ciddiye alırsan yaşamı…
Alışıyorsun, ucuzundan bir sağ kalma savaşına;
Gerçek sanıyorsun, inanıyorsun kederli yolculuğuna; askeri oluyorsun yaşamanın…
Beslemez oluyor artık aşklarını, yemek ve seks…
Ayakta kalmanın hizmetindesin, tüm adımların boş ve abes…
∘∘∘

Elinle yonttuğun mükemmelliklerin dünyasında zamansızlığa kavuşmaktır, aşk.
Her gün hayat kumaşını kendin için yeniden biçmek;
Sabahları yataktan, yalnızca senin bildiğin patikaların yamaçlarında, yeni bir  çiçek koklamak umuduyla uyanmaktır…
Aşk, sağduyuyla tanışıklığını isteyerek unutmak, kendi gökkuşağının renkleriyle sarmalanmaktır…
Yeri gelince mutluluğa, hoşça vakit geçirmeye boş vermek...
Yalnızca mutluluk için dünyaya gelmedik, diyebilmektir…
∘∘∘

Dünyadaki ilk ve son gerçek durağımızdır aşk.
Gözünü açarsın başlarsın tanımaya, öğrenmeye, koşullanmaya…
Ta... tamam deyip hayatına dönünceye, ne isen ona kendini verinceye dek…
İşte o zaman aşkını bulmuşsan açar yelkenlerini yürürsün…
Bulamamışsan, sürdürürsün aramayı…
Buluncaya dek.
Kaderde bulmadan ölmek de vardır.
Ama arama yolculuğu bile  aşksız yaşamı kabullenmekten bin defa yeğdir…
∘∘∘

Aşkı unutanların dünyası bugün yaşadığımız.
Hayatı soktuğumuz çıkmaz sokaklardan geldik bu kıraç topraklara…
Sahte amaçlar biçtik yolculuğumuza:
Para, sandık ki aşkın yerini tutacak…
∘∘∘

Buram, buram düş kırıklığımızın bugün...
Hüznümüzün ateşine odun taşıyor…
Hayata inanmaktan yorgun ruhumuz, gece gündüz aşk sayıklıyor…
∘∘∘



[1]Oscar Wilde (ö. 1900).


29 Mayıs 2017 Pazartesi

Kader mi




Sen şuna bak:
Akşam, hiç beklemediğin kötü bir sürpriz gibi mi çöküyor dünyana…
Bir kıvılcım kuşkunun bile çakmadığı güvenli bir ana kucağı gibi mi?
∘∘∘

Talan edilmişse hayatın geçim debelenmeleriyle…
Meydan savaşını kaybetmiş yurtlar gibi,
Sormuyorum; yanıtı belli:
Sıcacık geceleri nereden bileceksin!  
Yoksa elinden gelen; karar senin değilse:
Zamana, tesadüflere, olumsallıklara…
Adaletsizliğe, insanlığa, akılsızlığa…
Sayabildiğin kadar say;
Hakkındır…
∘∘∘

Ama başka sokaklara girme özgürlüğün varken isteyerek dalmışsan yanlış hayat harabelerine…
Altında yalandan bile huzur bulacağın özür gölgesi arama.
Bulamazsın!
İlle de bir özür istersen…
Aklına küsüp konuşmayacaksın;
Yeni aşılarla can tutana kadar,
Zamana karşı durabilecek…
∘∘∘



28 Mayıs 2017 Pazar

Duygu Çöplüğü Olmuş Ruhumuz




İnsanı en iyi anlatan, mitolojinin Cennetten kovulma anlatısıdır:
Meraktan içi içini yediğinden Cennette rahat edememiş, yasak meyveyi yiyerek kovulmuştur insan…
∘∘∘

Kendisi dışında biriyle yarışınca lanetleniyor bizim muhterem türümüz!
Ruhunun fırtınalardan uzak kalması istersen yalnızca kendinle yarışırsın…
Kimseden bir şey istemeden yaşamaktır, “hümanite”, hümanite” diye  göklere çıkardığımız hayali varlığa yakışır biçimde yaşamak.
İnsanlar birbiriyle yarışınca yaratıcılığını kaybediyor;
Ne kadar olumsuz his varsa yükleniyor, nükleer atık çöplüğü gibi içine gömüyor zehirli duyguları…
İçin için yiyip bitiriyor kendini…
Anlayarak bakmayı unutmuş, canlılarda yaşamın dışında gizli hedefler arayan, sığlıktan kurumuş, derinliği kalmamış, hayata dar gelen ucube bir tür…
∘∘∘

Yarışarak, “Hayal gücünün ancak beyhude iken verimli olduğunu”[1] unutuyorsun…
Amaçlı bakışlar hayal kuşunu ürkütüyor; kaçışıyor kuşlar…
Kafandaki yuvaları harabeye dönüyor; geri dönmüyorlar…
Aslında köhneyen sen oluyorsun; tüketim dolabında dönen kölelere dönüyorsun…
Acımadan hayvanları düşürdüğümüz kapana kendimiz sıkışmışız, ayırdında değiliz…
Tüketim sarhoşluğundan…
∘∘∘

Olduğundan önemli görünme telaşı kafanı dağlıyor; kibir, öne çıkma, karşındakini geriye itme, her şeyi bilme, güçlü görünme, güce eğilme…
Ve bu duygularının kanatlarında iletişim!
Hayattan düşüyorsun…
Ortalığa bakacak yüzü kalmıyor ruhunun!
∘∘∘




[1] Nabokov (ö. 1977) Rus romancı.


27 Mayıs 2017 Cumartesi

Modern İnsanın Büyük Yanılgısı




Fizik’in dünyasıyla İnsanın dünyasını birbirine karıştırmaktır.
Zorunludur Fizik’in dünyası…
İnsanınki ise olumsal…
∘∘∘

Fizik ne derse mutlaka olmalıdır…
Olmuyorsa; ya fizik, fizik değildir –yanlış fiziktir- ya fizik yanlış dünyadadır –olumsal dünyada, insanın dünyasında.
∘∘∘

Fransız filozof Auguste Comte (ö. 1857) şöyle düşündü:
“Neden” dedi, “Fizik doğayı kestirebiliyor da toplumların nereye gittiğini bilemiyor?”
Verdiği yanıt belki bazı kafalarda hâlâ fırtınalar estiriyor…
∘∘∘

Toplum, dedi Comte, eğer doğa gibi tek sesli olursa, aynı tepkileri verirse, sosyal fizik insan kalabalıkları için de çalışacaktır!
20. yüzyılın başında toplum biliminin ön sırasında yürüyordu bu görüşler…
∘∘∘

Comte, insan toplumlarını dağa taşa –doğaya- döndürebileceğini, olumsalı –zorunlu olmayan ama olanaksız da olmayanı- zorunluya çevirebileceğini düşünmüştü…
Olmadı.
∘∘∘

Bugün değişik bir yanılsama içinde yüzüyoruz.
Sanıyoruz ki hayatlarımız bilimseldir…
Bilim ilerliyor ya, elimizde cep telefonları, bilgisayarlar var ya, bin kanallı tv’ler evimizde ya…
Sanki hayatımız da bilimsel oluyor!
∘∘∘

Hayatımız teknolojinin delemeyeceği kadar büyülü bir dünya…
İyi ki de öyle!
Yoksa en güzel hayatlar, sokakların hakimlerinin olurdu, çok para kazananların…
Oysa biliyoruz ki sıradan mı sıradan vasat mı vasat çekimsiz bir yaşamı, hayat diye belliyorlar…
Boğazına dek tüketim içinde boğulup gidiyorlar…
Sihirli hayatın zihinsel olduğunu, bunun için eğitime bile gerek olmadığını; deneyimlerine anlamak için bakabilmenin yeterli olduğunu anlamadan…
∘∘∘

Ölüm ve vasat yaşam gezegenimizdeki insan yaşamın büyük iki adaletidir…
∘∘∘

Yaşam bir gün bilimsel olur mu?
Belki; ama insan doğası diye bir şey varsa ve de bunu ne zaman “fen” kanıtlarsa…

∘∘∘

26 Mayıs 2017 Cuma

Ruhunun Özel Becerisidir Hayat




Zaman Tanrı’nın lütfudur...
∘∘∘

Geçim derdiyle yağmalanmadıysa yaşamın…
Ya eksikliğini çekersin zamanın ya ne yapacağını bilemezsin zamanı.
∘∘∘

 Zaman sorun olmaktan çıkmışsa,  yaşamın ritmi ruhunu doyurmuş, hayatının gökkuşağı toplumda sana asgari itibar zırhı sağlamıştır…
Kendine yetersin…
Zoraki kalabalıklarda fellik fellik iki lâf edecek insan aramazsın.
Hayvan dostluklarının daha doyurucu olabileceğini keşfedersin.
Seks olsun da, nasıl olursa olsun, demezsin.   
İçki, zamanı unutmanın değil, dünyaya keyifle tutunmanın bir hoşluğudur.
Dostlukların daha sahicidir…
Sohbetlerinde “Daha daha nasılsın…” sapağı kaybolmuştur…
Ortak alanların doyumsuz derinliklerinde konu tükenmiyordur…
∘∘∘

Yaşam böyle akıyorsa ruhunun becerisini yükseltmeyi başarmışsındır…
Yeni diller öğrenmiştir bedenin, yeni söylemler geliştirmiştir zihnin…
∘∘∘

Her spor yeni bir dil öğretmektir bedenine…
Futbol, Basketbol, tenis, golf…
Her fiziksel beceri yeni bir ağız:
Marangozluk, taş oymacılığı, aşçılık, müzik, resim…
İzlersin şaşkınlıkla vücudunun yeni dilleri sökmesini.
Bir kenara itilmiştir akıl;
Baskın olan hisler, duygular, hayaller, imgeler…
Sanki sanattır bedenin… Şiirdir…
Şaşırırsın!
∘∘∘

Aklın vücudundan öğrenir, hayatı yeniden yeniden yazmayı…
Başlarsın her gün yeni bir ben betimlemeye…
Zihnin, bedeninin yanında çırak…
Usta beden özgürleştirmiştir zihnini…
Kurtulursun sağduyuya kul olmaktan; her gün yeni bir hayat yazarsın kendine!
∘∘∘

Bedenin ustalığından…
Zihninde olumsallıklara –zamana ve tesadüflere-  kurguladığın yeni hikâyelerden örülmüş yeni bir hayatın vardır artık…
Bedeninin ve aklının sürekli yeni diller öğrenmekten mest olduğu…
Ruhunun sana özel becerisidir hayat…
∘∘∘

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Mutsuz Olmamaya Razı Olanlar





Vazgeçenlerdir. 
Daha iyisine gücüm yetmez, diyorsun…
Bu kıskaçta canın yandığı için bazen işi bilgeliğe vurursun…
Ben, dersin, gerçekçiyim; romantizme yer yok hayatta!
Teselli edersin kendini; içinde bir sesin bunları duymadığını, hatta dinlemek bile istemediğini bilirsin…
Düşünmeyi bırakıp bir kadeh daha içki koyarsın!
∘∘∘

Nasıl Tanırsın mutsuz olmamaya razı olanları?
Kurtulmaya debelenenlerden biri olarak size gözüme çarpanlardan bazılarını söyleyeyim:
Emekliliğinde hasta tavuk gibi orada burada dönüp durarak vakit geçirmenin yollarını arayanlar…
Ya da can sıkıntısını gideremediğinden işe girenler –sinema gişesinde oturanlar, bir arkadaşının mağazasında kasada duranlar, eski işinde yarı zamanlı oturanlar.
∘∘∘

Altın gününün birinden ötekine sürekli sosyalleşen ev hanımları…
Her gün komşuya kahve içmeye diye gidip başkalarını çekiştiren kadınlar…
Evinin hanımı olan ve çocuklarını sahiplenen anneler... 
∘∘∘

Akşamları kahvede can sıkıntısıyla savaşan erkekler…
Sokağı sevmeyen ailecek evde dizi izlemeyi seçen babalar…
Yaşam denince aklına para kazanmaktan ve cengaverce can sıkıntısıyla savaşmaktan başkası gelmeyen muhterem hanımlar, beyler, genç kızlar, delikanlılar…
∘∘∘

Para düşünen…
Yiyen-içen, seks yapan, eğlenen…
Mutsuz olmaya olmaya ölüme yürüyenler...

∘∘∘

21 Mayıs 2017 Pazar

Mutsuz Olmamak Mutluluktan Çok Uzaktır




Yanlış hayatlarda mutluluk yeşermez.
Mutsuz olmamaktır, ulaşacağınız en göz alıcı vaha …
“Yanlış hayat doğru yaşanmaz” demiş bu yüzden…
Mutluluk ille de hayatın doğrusunu şart koşmuştur!
∘∘∘

Hoştur, mutsuz olmamak…
Acısızdır, belki sağlıklı, belki de üzüntüsüz…
Çoğu kez hüzün bile arayıp sormaz.
Tatsızdır hem; yavan, küflü…
Can sıkıntısı yüklü…
∘∘∘

Sağduyunun ırmaklarında yıkanarak mutlu olamazsın, mutsuzluktan kurtulursun ancak…
Aşık olduğun biriyle değil, hava atmaya çalıştığın biriyle evlenmek gibi bir şeydir…
Bir pişmanlıktan diğerine can sıkıntısı patikalarından geçersin…
Zamanı yenmek için ararsın seksi, yemeği, lüksü…
Yetmez mutsuz olmamak mucizelere dokunmana…
∘∘∘

Kendiliğinden gelip başına konmaz, ürpertileri mutluluğun…
Bir şey yapmanı boynu bükük bekler;
İçinde bilinmez bir köşede.
∘∘∘

Nedenden sonuca giden akıl yetmez mutluluğa…
Sağduyuyu akıl diye yutarız çoğu kez…
Hayallerden süzülüp gelen düşünceye, imgelerden okumaya, öğrenmeye burun kıvırıp…
∘∘∘

Mutluluk etkilemek için değil, kendin için yapmaktır.
Kendin için okumak…
Kim yazmışsa yazmış olsun, sensin okuduğun!
Kendin için yazmaktır.
Okuyan ne derse desin kendin için yazmışsın!
∘∘∘

Bunları yazmak kolay, ayakta kalmanın tüm hayatı istediği dünyada…
Dersen anlarım;
Ama haklısın demem; çünkü daha kolaydır sağ kalmak mutluluğa yürüdüğün dünyada…
Yelkenlerini şişirerek yaşam sevincinin rüzgârlarıyla…
∘∘∘




18 Mayıs 2017 Perşembe

Hem Nietzsche Hem Marks Olmak



Ya da hem Nietzsche (ö. 1900), hem J.S. Mill (ö. 1873)…
Nietzsche: Sürekli kendini mükemmelleştirmeni, öneriyor…
“En üstün insan –üstinsan- oluncaya dek!”
Marks (ö. 1883): Rekabet yerine sosyal dayanışma, diyor…
J.S. Mill (ö.1873): Faydacı toplum, feminist toplum, özgür toplum, yoluyla dayanışma halinde olalım, istiyor…
∘∘∘

Hem mahrem özerklik ve özyaratım; hem sosyal dayanışma…
İstediğinden, istediğin kadar olabilmek…
Aynı anda hem kendin, hem toplum…
Sınırları sen çiz!
∘∘∘

Olmazsa olmazlar şunlar:
Yeteneklerine göre, kendini yeniden, yeniden yaratman için;
Asgari düzeyde bir refah düzeyi, bu bir…
İkincisi ise özgürlük…
Birisi yoksa, oyun yok!
∘∘∘

Kendin de toplum da emek istiyor;
Yalnızca birinin gölgesinde eğlenebilirsin…
Yine de diğerini boşlayamazsın hepten;
Hem kendin hem toplumsun sen!
∘∘∘

Nietzsche, Proust (ö. 1922), Nabokov (ö. 1977) kurmaca insanları daha çok seviyor…
Özyaratım büyüsüyle sarhoş yaşamışlar…
Her gün yeni bir benlik için uyanıyorlar; nefes aldıkları sürece işleri ruhlarına 'bodyguard'lık…
Kalabalıklardan ve Hegel’in (ö. 1831), Marks’ın, J. S. Mill’in mahallesinden kaçıyorlar.
∘∘∘

Ya Marks ve J. S. Mill ne yapıyor?
Yaşamaya değer topluma adıyorlar kendilerini.
Yeteneklerine göre kendini yeniden yeniden yaratacağın topluma…
Özyaratım için hava ve su gibi gereksindiğin refahı yaratacak topluma…
Özgürlükleri sunacak topluma…
∘∘∘

Hangi mahallede oturacağına sen karar verirsin vermesine…
Ama istersen bulutlara çık, kendini yarattığın kadarsın…
Geri kalansın hayatından kovduğun ‘yanlış yaşamlardan’…
Ne felsefenin, ne ideal toplumun senin ‘yanlış hayatlarını’ düşünecek hali var!
Sağduyuya teslim olmuş, dökülen insanlığın parçasıyız bugün.
Boş vermiş insanlığın…

∘∘∘