24 Temmuz 2016 Pazar

Kağıt Kokan Dostluklar Arıyorsanız





Birinci şart pes etmemektir…

Kendinize ihanettir pes etmek…

Yıllar boş geçmiş olsa bile, hemen şuracıkta, köşeyi dönünce bir dostun sizi bekliyor olma olasılığı fırından yeni çıkmış İstanbul simidi çekiciliğindedir...

Yaratıcı ahlak’ın ve bilgeliğin, iğrençliği alt edeceğini ummadan yaşayamazsınız…

Yaşam, matah bir şeydir demiyorum, mademki gözünüzü dünyaya açmışsınız mucizeleri görmek heyecan verici, diyorum…

Mucizeler kağıt kokan dostluklarda çoğalıyorsa, pörsümüş umutlarla yaşanmıyor…

Canlıları, iğrençlik yarışında  geride bırakmada azimli dursa da, köşeyi dönünce bekleyen umut yine insandır diyorum…
∘∘∘


Kağıt düşüncedir…

Düşünce hayatsız olmaz!

Hayat ise zamanın oyuncağıdır…”

Şair böyle diyor…[1]

Zamanın oyuncağı düşünce, mucizelerle eğlenir…

Kimi gerçekleşir kimisi de boş çıkar; yine de oyuncak olduğumuz zaman karmaşası içinde yürümenizin ilginç yanı sıra dışı beklentileriniz değil midir?

Kağıt kokan dostluklar olmadan yaşamı kaldıramıyorsanız, sokağa bakarak dara düşmezsiniz…

Her köşe başı bir mucize durağıdır…

Kitaplığınız ise hep ‘sıra dışı’ doğuran ve zamanı unutturan düşünce parkı!

Kağıt kokusundan mest olduğunuz…
∘∘∘


Sokak ‘yapma’nın, ‘eylem’in er meydanı gibi gözükür…

Kanmayın!

Aslında o da düşünceden beslenir, ama anlamak istemez!

Hiçbir zaman anlamayacaktır da!

Siz, işinize bakar, kağıt kokan dostları aramayı sürdürürsünüz!

Umudunuzu yitirmeden…
∘∘∘



[1] Shakespeare (ö. 1616)



21 Temmuz 2016 Perşembe

Bilimin Büyük Kötülüğü Şiiri Yok Etmesidir





Teknoloji, bilimin çocuğu, asıl katil odur…

Dünyaya gözlerini açmış yaşama ayrıcalığına kavuşmuş insan Tanrı'nın Lütfu zamanı nasıl harcayacağını bilemedi...

Mucizeleri görmedi!

Can sıkıntısında boğuldu…

Sürekli eğlence aradı…

Bilimin çocuğu eğlence Tanrısı teknolojiye sarıldı!

Şiiri unuttu!
∘∘∘


Nasıl eğlendiğiniz sizsiniz!

Mucizeleri tanırsanız şiirden büyüğünü görmezsiniz?

İlkbahar geldi yeniden. Yeryüzü

bir çocuk gibi, şiir bilen…[1]
∘∘∘


Nefes almak, sen görünmez şiir!

İnsan bilimlerine, sosyal bilimlere kandık…

Onları yeterli sandık…

Fen bilimleri gibi üniversitelerde okutulmasına aldandık!

İnsanı hâlâ -belki de uzun süre daha- şiirden öğrenebileceğimizi unuttuk!
∘∘∘


Sizler, henüz boş olan salonların müsrifleri,

akşam kararınca, uzak ormanlar gibi…

Ve şamdanlar gezinir on altı kollu sanki

ayak basılamayan kimsesizliğinizde.

Şiir öksüzü insan, bolluk içinde kendini yiyor!

Torunlarının kanını içiyor farkında değil!

Torununun çocuğu doğmayacak görmüyor!
∘∘∘


Nedir senin en acı veren deneyimin?

Şarap ol, içmenin tadı acı geliyorsa.

…..

Eğer seni bu yeryüzü unutursa,

de ki sessiz duran toprağa: Ben akıyorum.

Hızla akan suya da: Ben varım.

Hayat, kendi şiirini sezdiğinde doğru hayattır!

Mucize ise ritminiz!…
∘∘∘





[1] Rainer Maria RİLKE (ö. 1926) Büyük Alman Şairi, “Orpheus’a Soneler”, Çeviren Yüksel Özoğuz.


20 Temmuz 2016 Çarşamba

Bir Şimşek Çaksa Yoldan Çıksak





Mutluluk yoldan çıkmaktır…

Ancak her yoldan çıkmak mutluluk değildir!

Hatta yoldan çıkmaların çoğu sevinç getirmez!

Neden böyledir?
∘∘∘


Yollar insan tekleri için yapılmamıştır…

Her şeyden önce insanın mucizevi çeşitliliği buna engeldir…

Kendini aramayanı kimse aramıyor!

Bu yollarda uyanırsın, hayat buymuş sanırsın…
∘∘∘


Kalabalıklar yoldan çıkmayanlardır…

Risk almazlar…
∘∘∘


Kimse size yoldan çıkın demez!

Başkalarına baktıkça ana yolun göbeğinde yürürsünüz…

Başkaları sağduyudur!
∘∘∘


Yürüdüğünüz yol ‘kendinize’ gitmez!

Zihinsel engeller aşmalısınız…

Bilmezsiniz!

Kafanızdaki sorularla pişerek demlenmenizi ister...

Bilmezsiniz!

Demlendikçe yalnızlaşır kendinizden geçersiniz…

Bilmezsiniz!

Sağduyu yerden yere vuracaktır sizi!

Yaşar, ama olan biteni anlamazsınız!
∘∘∘


Sorun hayat sandığınız çizginin sizi kandırmasıdır…

Uyanmak için yaşamak gerekir…

Okumak, öğrenmek, bilmek yetmez!
∘∘∘


Bir “şimşek” çaksa…

Bir türlü yapamadığınız, Tanrı’nın bir lütfu gibi sunulsa…

Kendinizi bulsanız…

Özgürlüğünüz estetik bir yükselme olur sizi bilmediğiniz, görmediğiniz tepelere taşır…

Geldiğiniz yola benzemeyen tepelere…

Yoldan çıkmışsınızdır…
∘∘∘


“Şimşek” etkisi geçtiğinde…

“Acının neden olmadığı yaşlar” süzülür gözlerinizden…

Acı vermeyen gözyaşları…

Ne ölmek istersiniz…

Ne de geri dönmek…

Dağılırsınız!

Ölümün ve yaşamın korkuları aklınızdan uçup gider!
∘∘∘


Gerçekçi olan zihinsel tepelere kendi çabanla yükselmektir…

“Şimşek”le birlikte yaşama mucizedir; hazıra konamazsınız!

∘∘∘


14 Temmuz 2016 Perşembe

Yapmadan Dünyadan Gitmek İstemediğim Şeyler





Ne gelirken ne de giderken bize soruyorlar…

Kararı başkaları veriyor…

Doğmak istiyor musun?

Bu günlerde ölmeye ne dersin?

Böyle sorularla karşılaşan kimse olmuyor!
∘∘∘


Bize kalıyor burada ne yapacağımız…

Ona kendimiz karar verebiliyor muyuz?

Pek değil…

Biraz olsun yetişkinler yapabiliyor…

Ben “şunları yapmadan gitmeyeceğim…” dediği bir listenin herkese faydalı olacağını düşünüyorum.

Kuşkusuz listeler birbirine benzemeyecek…

Beyinlerin ve vücutların çeşitliliği listelere yansıyacak…
∘∘∘


Ben şunları sevmeyi öğrenmeye karar verdim, on yıllarca önce:

1.               Okumak (Edebiyat, şiir, felsefe)

2.               Müzik dinlemek (klasik müzik dahil)

3.               Spor yapmak (yürümek, koşmak, yüzmek, tenis, golf)

4.               Kırmızı Şarap (yapmak ve içmek)

5.               Yazmak
∘∘∘


Listemin tümü paradan çok zihinsel hazırlık istiyor, zor olan yanı bu…

Aslına bakarsanız bütün listeler böyle… 

Zihinsel hazırlık yeterli olmazsa hiçbir bütçe işinizi görmez!

Hazırsanız her şeyi yapmanın gerçekçi bir yolunu bulursunuz…
∘∘∘


Hayattaki yegâne ilginçlik, bir mucizenin gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesidir, diyor Susan Sontag (ö. 2004)[1], sıra dışı şeylerin gerçekleşebileceğine ve her şeyi değiştirebileceğine inanıyorum…

İşiniz ne olursa olsun hayatınıza anlam verecek renkler, heyecan verecek mucizeler ve sıra dışı şeylerin çıkacağı yer bu listeler…

Bu dünyadan gitmeden mutlaka yapmak istediğiniz şeyleri sıraladığınız listeler…
∘∘∘





[1] Amerikalı ünlü kadın yazar, aktivist.


10 Temmuz 2016 Pazar

Mezarlıkları Hiç Hesaba Katmayız





İçgüdülerimize ters düşer ölenlerin yaptıklarını nirengi noktası almak…

Kalanlara alışır, sever; yaptıkları doğru olduğundan kaldı, sanırsınız…

Rutin doğrudur, dersiniz; yaptıklarınızı –doğruları (!)- yineleyerek yürümeyi güvenilir bulursunuz…

İnsanlığın içine düştüğü ve çabaladıkça battığı bataklık budur…

Kurbanlık koyunlara benzeriz, iyi günlerden geçiyorsak hayatımız hep böyle sürecek diye hisseder mutlu oluruz…

Kurban edileceğimiz aklımıza gelmez!
∘∘∘


Hayvanların ortak yönelişi böyledir…

Köpeğinize bakın, rutinlerine nasıl sarılır…

Yürüyüş yolu değişince huysuzlanır…

Rutinin dışı bilinmezdir; bilinmez riskli…
∘∘∘


Peki rutinde risk yok mudur?

Elbette vardır; ama hayvan düşünemediği için rutine razı olur…

Elindekinin en iyisidir rutin…
∘∘∘


100 bin yıl kadar önce insan türü ‘söz’e kavuşup ‘düşünce’yi derinleştirince kuşkulanmaya başlar…

18. yüzyılda bir İskoç düşünür[1] görür olup biteni…

Alman Kant (ö. 1804) teşekkür eder ona, “Beni dogmatik uykularımdan uyandırdın!” diye…
∘∘∘


‘Fen’de uykudan uyansak bile ‘toplum’da, ‘insanın kendi’nde hâlâ –biraz mecburen- uykudayız…

Gündelik hayatta önemli ölçüde içgüdülerimizle yürümeyi sürdürüyoruz…

Düşünce teknolojimiz yeterince gelişmedi; bulduklarımızı bile uygulayamıyoruz!

Gelişiyoruz diyoruz ama içimizdeki ‘ahlak’ın çürümesini önleyemiyoruz!

Hayatın önüne başka amaçlar geçiyor, görüyoruz ama görmezden geliyoruz!
∘∘∘


Bugün kurulan on şirketin en az yedisi batar…

Onların hepsi işletme fakültelerinde öğretilen para kazanma derslerine uymadıkları için mi ölmüştür?

Biraz düşününce herkes görür ki batan on şirketin sekizi hepsini uygulamıştır…

Peki neden batmışlardır?

Mezarlıkları hesaba katmadan ne ekonomiyi ne de toplumu kavrayabiliriz!

Düşünmeden yaparak ilerliyor, talihe teslim oluyoruz!

Ölen beceriksiz kalan şampiyon (!) oluyor…
∘∘∘



[1] David Hume (ö. 1776).


9 Temmuz 2016 Cumartesi

İnsan Denen Aşağılık Yaratık





Aşağılık mıyız?

Dürüst olanımız var…

Yaratıcı olanımız da…

Hangisiyle özdeş insanoğlu?

Aşağılık mı, dürüst mü, yaratıcı mı?

Yoksa hepsinden bir parça mı?
∘∘∘


İçimdeki yaşam güdüsü öylesine güçlü ki her şeye alıştırıyorum kendimi; her aşağılık koşulda direniyor, ne pahasına olursa olsun ayakta kalıyorum…

Beni böyle görürsen  “İnsan denen aşağılık yaratığın alışamayacağı hiçbir şey yok galiba…”[1] dersin!
∘∘∘


Yaşam güdümüz bunca ağır bastığından, bir de elimize ‘düşünce’ gibi bir silah geçirdiğimizden…

100 bin yıldır dünyadaki diğer insan türlerini temizlemişiz…

Canlı türlerini hızla yok ediyoruz…

Hayatın kökünü kurutuyoruz!
∘∘∘


Tutunacağımız tek dal uygarlığımız, ve içimizdeki ‘ahlak’…

Varsa aşağılık yanımızı bastıracak olan onlar…

Teknolojiyi, hayatı yok etmek yerine ‘doğru yaşamı’ kurma yolunda kullanmamızı sağlayacak olan onlar…
∘∘∘


‘Ümitsiz olmak çare değil’ gibi umudu kökünden söken klişelere sarılmıyorum…

Aşağılık tarafımız, dürüst yanımız, yaratıcı yönümüz…

Hepsi aynı yumağın değişik renkli iplikleri…

İnsan kumaşı tüm renkler kullanılarak örülmüş…

Her biri değişik kültürler içinde farklı yönelişlerle çalışıyor…

Karşımızdaki beyin çeşitliliği muhteşem…

Hepimizin özü aynı, demenin dayanağı yok!

Özümüz benzese bile benzemez kulvarlarda koşuyoruz…

Sayısız bilinç aydınlanmaları yaşıyor her insan teki…

Bunlardan ne çıkacağını göremediğimiz için canımızın sıkılmasını anlıyorum…

Sıra dışı, mucizevi şeyler ortaya çıkmayacağını savunabilir miyiz?
∘∘∘


Mucizelere mi kaldık demeyin!

Sıra dışı şeyler beklemeden tekdüze yaşam nasıl ilginçleşir…

Hep mucizelerle ilerlemedik mi?
∘∘∘



[1] Raskolnikov -Dostoyevski’nin (ö. 1881) Suç ve Ceza romanının kahramanı- söylüyor… 



8 Temmuz 2016 Cuma

Kendini Düzeltikçe Bir Parçanı Öldürürsün





Akıllı (!) olmaya çalışmanın bedeli vardır.

Her adımda daha az ‘kendin’ olursun…

Prototip –zombileşmiş- kalıplar içinde giderek nefes alman zorlaşır…

Ardından endişeler, hayat korkuları, ölümü kafaya takmalar…

Kendine dönmek, güvendiğin aklının ucundan geçmez…

Görmezsin kendine işkence ettiğini! 

Ömürler tükenir…
∘∘∘


Ne isen osun…

Karakterini, kaderini ve içinde kendini bildiğin vücudunu sevmenin ötesinde bilgelik denizi biter…

“Şeytanlarımı almayın meleklerimi de kaybederim…”[1] diyen şaire kulak verin…

Beş yaşındaki otistik kız Nadya’nın hikâyesi[2] onu doğruluyor:

Resmin üstün yetenekleri düzeyinde el becerisi var…

Müthiş resimler çiziyor…

Tedavi eden doktorlar, iyileşirse büyünün bozulacağını ve yeteneğinin kaybolacağını öngörüyor.

Dedikleri çıkıyor…

Nadya iyileşiyor ve artık çizemiyor…

Deli bir büyük sanatçıyken, normal –aklı başında- sıradan biri oluyor…

Hikâyeyi anlatan editör Nadya’nın iyileştirilmemesi gerektiğini savunuyor…
∘∘∘


Büyük yazar Dostoyevski (ö. 1881) annesine işkence eden sarhoş babasından nefret etti onu hep öldürmek istedi…

Saralı olmasının nedeninin de baba nefreti olduğu söylenir…

Ayrıca kumarbazdı…

Bunlar olmasa belki de büyük bir romancı olamazdı…
∘∘∘


Tuhaf…

Doğru bilgi için yanlışları atmak lazım…

Doğru insan için eksiklere, bozukluklara kafayı takmak bir yana onları kabullenip seveceksin…

Ayarlarındaki bozukluklarınla ve iyi taraflarınla bir bütünsün…

Örneğin öfkeni yok edersen yaratıcılığına ve yaşam enerjine veda edebilirsin…
∘∘∘


Zaten hiçbir arızanı düzeltemezsin…

Zaman kaybedersin…

İyisi mi kendini parça parça öldürmeyi bırakıp mucizeler aramak...
∘∘∘





[1] Rilke (ö. 1926) Büyük Alman şairi.
[2] Susan Sontag (ö. 2004), Bilincin Kapısını Aralamak, Söyleşi.