28 Şubat 2016 Pazar

Karagöz Hacivat ve Uzmanlar




Vatandaş ile uzmanların ilişkisi çoğu kez gölge oyununa benziyor.
Karagöz ile Hacivat gibi…
∘∘∘
Biraz para biriktirmiş bankaya yatıracak.
Bir sürü hesap çeşidi var…
Soruyor vatandaş uzmana, hangisinin faizi yüksek diye.
İnternetten kendin yaparsan faizi daha yüksek diyorlar.
O da gidiyor komşunun oğluna rica ediyor, internetten açtırıyor hesabı.
Ay sonunda faizini alınca anlaşılıyor ki, internetten açılan hesabın faizi yüksek, ancak getirisi daha düşük.
Cuma açılan hesabın vade başlangıcı pazartesi!..
Gölge oyununda uzman,  Hacivat olsa, “Yahu Karagözüm, bilgisayar ne derse o, sen ne diye  olur olmaz yerde işlere nifak sokarsın…” derdi...
 Karagöz de, “Yahu Hacı Cavcav  faiz yüksek gelirin düşük olduğunu neden söylemedin,” diye tokatı aşk ederdi. “Köftehor senin de haberin yoktu değil mi!.. ”
∘∘∘
Uzmanların gerçekten bilgili olanlarına her köşe başında rastlanmaz..
Rolleri gereği onlar başkalarının  sorularının yanıtlarını satarlar.
İşe yarar bilgi kendi sorularınızın cevaplarıdır.
Uzmanların, onları cevaplamasını sağlarsınız.
İşiniz kolaylaşır, çoğu sıkıntıyı başınızdan defedersiniz.
∘∘∘
Mühendisler, mimarlar, borsacılar, yatırım uzmanları, -hatta çok özel bir durum olmasına karşın- sağlık uzmanları için durum pek farklı değildir.
Gündelik hayatta ne denli eğitimli ve akıllı olursanız olun kural dışı bazı durumlar dışında “Kurbanlık koyun mantığı” kullanırsınız.
Dün nasılsa, bugün neye benziyorsa yarının da öyle olacağını varsayarsınız.
Garantisi olmadığını bile bile hikâyelerle düşünürsünüz:
Şöyle şöyle yapmıştık iyi olmuştu, şimdi de böyle yaparsak iyi olacaktır…
Başka çareniz yoktur.
Hacivatlar karşısında Karagöz olursunuz…

∘∘∘

26 Şubat 2016 Cuma

Adam Kadında Ne Arar




Gözüne güzel gözüken her şeyi.
Sorsalar, uzunca endam ile ince bilekli tatlı orantılar veren bacakları kadın güzelliği diye çizer.
Kadında –eşinde- dayanılmaz çekici bulduklarının bunlarla aykırı düşmesini sorgulamaz.
Öyle görüyorsa öyledir…
Kendisi sanki Kıvanç Tatlıtuğ mudur?
∘∘∘

Onun için Kadın, iş ‘güvenlik’e gelince gözü kapalı Adamın arkasında durmalıdır.
Hayat korkularıyla omuz omuza baş etmeye çalışmak değilse, nedir ki Adam-Kadın ortaklığı?
Hayalindeki ‘hayat’ tanımından vazgeçmez Kadın. Yaşama yakın durmasını sağlayan budur.
Gündelik hayat telaşının hararetli bir yerinde Kadının yalnız başına davranmasının akıl dışı dinamosu bu ‘tatlı hayat’ düşüncesidir Adama göre.
∘∘∘

Tatlı hayat korkularla baş etmek yerine onları göz ardı eder. Unutur.
Adama böyle bir davranışı kimse anlatamaz.
Hayatı keşfetmek, tatlı hayatı yakalamaya çalışmak değildir.
∘∘∘

Adam ısrarla Kadını akıl dışı davranmakla suçlar.
Gündelik hayat savaşlarının orta yerinde duygularla davranmak rasyonel –akla uygun- değildir.
Kadına göre Adamın bu denli anlayışsız olabilmesi Tanrı’nın bir gazabıdır!
∘∘∘

Olan şudur.
Adam olanları anlamaya çalıyor, ancak yanlış anlıyordur.
Kadın anlamak yerine duygularıyla yürüyordur.
∘∘∘

Bilinçsizlik bir vatan, bilinç bir sürgünse’ eğer Adam gönüllü sürgündür
Kadın vatandan ayrı kalmak istemez…
∘∘∘

25 Şubat 2016 Perşembe

Kadın Adamda Ne Arar




İlk aklınıza gelene en iyi olasılıkla üçüncü sırada rastlarsınız.
Aşk, olsa olsa ‘güvenliğin’ (hayat korkusu) ve ‘başka kadınlar ne der’in (ölüm korkusu gibi bir şey) ardından üçüncü sırada mahcup duruyordur.
∘∘∘

Herkesin bir akıl yürütme bir de duygulanım haritası var; sırasıyla karar alırken ve eyleme geçerken kullandığı.
İlkiyle fikir üretir –veya bulur- ikincisiyle bunlardan birini seçeriz.
Duygu haritalarımızı çıkarmak için yaşıyor olmak yeterli, otomatik bir kaydedici kafamızda bir yerlere kaydeder.
Genç kızlığa, delikanlılığa gelince haritanız hazırdır.  Ona göre davranırsınız.
Elbette düzeltme yapabilirsiniz haritanızda, ancak bedeli yıllar geçtikçe çığ gibi büyür, ağırlaşır, taşınmaz olur.
Gün gelir küçük bir revizyon yıllarca süren uykusuzluğa patlayabilir .
Vazgeçmek neredeyse yasaktır!
∘∘∘

Kadının seçiminde kural değişmez, duygu haritası baş roldedir.
Adamın yaşam riski ne kadar?
Diğer kadınların bakışlarında kıskançlık mı, küçümseme mi, umursamama mı olacak?
Ardından sevgi çıkar sahneye; aşk olur, beğenme olur…
∘∘∘

Duyguları baskındır; Kadını hayata yakın tutan budur.
Böyle olunca anlamayı çok kafaya takmaz…
Kafasındaki mutluluk yolculuğu değişmez. Aynı duraklara uğrayayım, alışık olduğum sıcak duyguları tekrar tekrar hissedeyim ister…
Vazgeçmek haritaya aykırıdır, revizyon zor gelir…
∘∘∘

Bilinçsizlik bir vatan, bilinç bir sürgünse’[1] eğer, Kadın sürgün olmayı pek istemez.
Vatandan ayrılmak zor gelir...
∘∘∘



[1] Emile Cioran

23 Şubat 2016 Salı

K. R. POPPER - ( Kant - Hegel)

Kant (ö: 1804)

Kant bilgi anlayışı açısından akılcılıkla ampirizm arasında yer alır. Spekülatif akılcılarla deneyciler arasında modern bilime ışık tutan yeni bir bilgi kuramı geliştirmiştir… Spekülatif akılcılar: Platon (ö: m.ö.347) , Descartes (ö:1650), Spinoza (ö: 1677), Leibnitz’ (ö: 1716) dir… Deneyciler ise ampirizme yakın olan Aristoteles (ö: m.ö.322), Locke (ö: 1704), Berkeley (ö: 1753), Hume’dur (ö: 1776)… Deneyciler bilginin daha çok gözlemden kaynaklanarak çoğaldığını savunmaktadır. 
Prusya’nın iddiasız bir kenti olan Konigsberg’de, fizikçi Newton’un ölümünden üç yıl önce 1724’de doğmuş ve doğduğu şehirden dışarı çıkmadan 80 yıl yaşamıştır.
Bir zanaatkarın oğludur. Hiç evlenmemiştir. Büyük bir disiplinle uyguladığı gündelik yaşam kurallarını hiç bozmadığı söylenmektedir: Sabahın beşinde kalkar, kahvaltı eder, çalışır, üniversiteye gider, öğleden sonra saat üçde bir saat sürecek yürüyüşüne çıkar… Akşamları (genellikle bilim dışından) olan konuklarını ağırlar, saat 10:15’de hiçbir zaman ısıtmadığı  odasına yatmaya çekilir. Yürüyüşlerinde sağlığına iyi geldiğinden sürekli nefesini burnundan alıp ağzından verdiği, soğuk odasında hep aynı biçimde yatmaya özen gösterdiği ileri sürülmüştür…
Kant’ın mekanik bir monotonlukla geçtiği izlenimi veren yaşantısı içinde ilginç bir kişilik taşıdığı kesindir. Keyifle izlenen derslerine ek olarak neşeli, tatlı dilli ve hoş sohbettir.
Yaşamının en çarpıcı yanı 57 yaşından itibaren yayımladığı “Saf (Salt) Aklın Eleştirisi” (1781), “Prolegomena”(1783), “Pratik Aklın Eleştirisi”(1788), “Yargının Eleştirisi”(1790) gibi  yapıtlarıyla, düşünsel insanlık tarihinin en büyüklerinden biri (belki de en büyüğü) olarak kabul edilmiş olmasıdır.
“Saf Aklın Eleştirisi” kuşkusuz felsefenin en önde gelen baş yapıtıdır.

○○○

Kant idealist değildir

Kant için “Biraz daha açık ve anlaşılır yazabilseydi dünya daha değişik bir yer olurdu” görüşü ileri sürülmektedir. Yazılarını İngilizceden okumanın, orijinal Almancasından okumaktan daha kolay olduğu anlayışı oldukça yaygındır. Bu yorumlar üstüne değişik görüşler ileri sürülebilir… Genel kabul gören yargı Kant’ı okuyup anlayabilmenin  gerçekten zor olduğudur…
Bunun nedeni, ileri sürüldüğü gibi yaşı ilerlediğinden bir an önce kitaplarını bitirme isteği ile acele etmiş olabileceği… Almancanın henüz felsefe dili olarak fazla işlenmediği… Veya yazarın “yazma yeteneği” olabilir…
Bütün bunlara ek olarak bilgi kuramında bazı görüşlerini “Transendental İdealism” olarak tanımlaması, onun bir idealist düşünür olarak tanınmasına neden olmuştur…
Idealist görüşte olanlar bilindiği gibi çevremizde gördüğümüz şeylerin (masa, sandalye, kitap, kalem…) gerçek olmadığını savunurlar. Rüyada olup olmadığımızı kimsenin bilemeyeceğini ileri sürüp (Popper’ın basitleştirdiği şekilde) “dünya benin rüyamdır” görüşündedirler…
Oysa Kant fiziksel  nesnelerin, sağduyunun gösterdiği gibi, gerçek olduğuna inanan bir realist (gerçekçi) dir…

○○○
Çoğu kez 19. yüzyılın Alman idealizmi ondan kaynaklanmış gibi gösterilmektedir. Ancak bu yanlış kanıya en büyük katkının, Fichte ( -1814), Schelling ( -1854), Hegel ( -1831) gibi idealist düşünürlerin kendilerinden geldiği de bir gerçektir.
Bu filozofların, Kant’ın prestijinden faydalanabilmek için kendilerini onun devamı gibi göstermeye dönük çaba harcadıkları söylenebilir… Onun iyi anlaşılamaması kuşkusuz ki gölgesinde daha güçlü olacaklarını sananlara uygun ortam hazırlamıştır.
Tüm bu karmaşa Kant’ı anlayabilmeyi daha da zorlaştırmaktadır.
Örneğin, değerli hocamız Macit Gökberk Alman idealizmine Kant’ın kaynaklık ettiğini öne sürmektedir… Onun bir yandan Rönesansdan beri gelişen modern felsefeyi özetlediği, diğer yandan da kendisinden sonra gelen Alman idealizmini beslediği görüşündedir.[1]
Hocamızın bu iddiası idealistlerin sözlerine bakılırsa doğrudur.
Kant metafizikten yorgun düşen insanlığı bu beladan kurtarmak amacıyla “Saf Aklın Eleştirisi”ni yazdığını açıklamaktadır…[2]
Alman idealistlerinin ise işi, metafizik iddialarla sistem (!) kurmaya çalışıp durmak şeklinde açıklanabilir.
Aşağıda Kant’ın bilgi kuramını iki ana başlık altında anlatmaya çalışacağız. Onun bilgi kuramı akılla deneyimi birleştirmeye çalışmıştır… Tek başına ne aklın ne de deney ve gözlemin başarılı olabileceğini göstermeyi amaçlamıştır…
Böylelikle metafiziğin etkisini kırmayı düşünmüştür.
Kant’ın bilginin iki kutbu denebilecek akıl ve deneyimin, neden tek başlarına geçerli bilgi üretemeyeceğini anlatan argümanları, sırasıyla aşağıdaki iki bölümün konusudur.

○○○

Saf akıl (metafizik) neden güvenilir 
değildir

Kant’ın ilk ilgi alanı evrenbilim (kozmoloji) olmuştur… “Evrenin bir başlangıcı var mı?” sorusuna yanıt ararken, onu dogmatik uykularından uyandıran iki şeyden ilkiyle karşılaştığını söylemektedir.
Kant evrenin hem a) zaman içinde bir başlangıcının olduğunun, hem de  b) hep var olduğundan bir başlangıcının söz konusu olmadığının, yalnız akıl yürütmelerle, gözleme ve deneye başvurmadan, ispatlanabileceğini göstermeye çalışmıştır:
Kısaca özetlemek istersek Kant’ın kanıtlamaları şöyledir:[3]


Tez: …………Dünyanın zaman içinde bir başlangıcı (sınırı) vardır…

Antitez:………Dünya sonsuzdan beri vardır. Zamanda bir başlangıcı (sınırı) yoktur...
○○○

Tezin kanıtlanması:
Diyelim ki dünya hep vardır, sonsuzdan beri var olmaya devam etmektedir… Önce sonsuz zaman (örneğin yıl) dizisinin ne olduğunu anlamaya çalışalım… Bir sonsuz yıl dizisinin sürekli uzayan ve hiç sona ermeyen bir dizi olmaklığı gerekir… Sonsuz bu demektir… Hiçbir zaman tamamlanmamalıdır. Tamamlanan, bitip tükenen sonsuz bir yıl dizisi kendisiyle çelişkili demektir… İşte Kant’ın argümanı burada başlar: Dünyanın bir başlangıcı olması gerekir, aksi halde içinde bulunduğumuz şu anda, sonsuz zaman dizisi bitmiş sona ermiş olurdu… Bu ise olanaklı değildir…
○○○
Antitezin  kanıtlanması:
Dünyanın bir başlangıcı olduğunu kabul edelim… Bu başlangıç zamanından önce bir “boş zaman” olması gerekir… Hiçbir şeyin var olmadığı bu boş zamanın tüm bölümlerinin şeyler ve olaylarla olan zamansal ilişkileri farklı olmamalıdır. Çünkü şeyler ve olayların zaten varlığı söz konusu değildir… Oysa dünyanın başladığı zamandan tam önceki boş zamanın son bölümünü düşünürsek, diğer boş zaman bölümlerinden farklı olduğunu görürüz. Çünkü onun dünyanın başlama olayına olan zamansal ilişkisi diğerlerinden farklıdır… Aynı zamanda bu son bölümün de boş zaman olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu ise bir çelişkidir ve olması olanaklı değildir… Bu nedenle Kant’a göre dünyanın zaman içinde bir başlangıcı olamaz...[4]
○○○
Her ikisi de akılla kanıtlanabilen, birbirinin tersi bu önermelerin işaret ettiği çıkmaz açıktır… Bu durumu Kant “antinomi” (çelişki) diye adlandırmıştır…
Bu çelişkiler nasıl ortaya çıkmaktadır?
Kant’ın açıklaması şöyledir:
Uzay (mekan) ve zaman anlayışımız bir bütün olarak evrene uygulanamıyor… Uzayı ve zamanı evrenin bir nesnesi olarak gözlemleyemeyiz… Onlar evrenin bir nesnesi değildir… Uzayı ve zamanı sıradan gözlemlerimize uygularız… Onları şeyleri ve olayları gözlemlerken kullandığımız bir değerlendirme çerçevesi olarak düşünebiliriz…  Yani uzay ve zaman çevremizde gördüğümüz fiziksel varlıklardan oluşan ortamın bir parçası değildir… İnsanların zihinsel donanımlarının bir parçasıdır…
Bizler fiziksel dünyayı değerlendirirken şeyleri sanki “uzay” ve “zaman” dosyalarına koyup muhafaza edebiliyoruz…
“Zaman” ve “mekan” düzenine sokamadığımız şeyleri anlayabilmemiz olanaklı değil…
Ne zaman ki çevremizi deneyimleme donanımımızın (beş duyu ve zihin gibi) bir parçası olan  uzayı ve zamanı, deneyimlerimizin olanaklı olduğu alanın dışında kullanmaya kalkarız… (Evrenin başlangıcıyla ilgili akıl yürütmelerimizde olduğu gibi) çıkmaza giriveririz…[5]

○○○



Tek başına deneyimlerimize neden 
güvenmemeliyiz

Kant, gözlem ve deneyin kontrolü dışında, yalnızca aklımızla işlerin yürümediğini görmüştü… Deneyimlerin aklın kullanılmasındaki gerçek rolüne de Newton’un tartışılmaz doğru olarak kabul edilen “kütle çekimi” ve hareket kanunlarını inceleyerek açıklık getirmeye çalıştı.
Newton’la birlikte genelde fizik, özelde ise Newton müthiş prestij kazanmıştı.
Kant’ın aklı bir türlü, Newton’un yasalarının, ampiristlerin (Locke) savunduğu gibi bir dizi gözlemler sonucunda ulaşılabilen bir sonuç olduğuna yatmıyordu…
Dogmatik uykusundan onu iki şeyin uyandırdığını söylemişti. İlkinden söz ettik: Evrenin başlangıcı ile ilgili çelişkiler (antinomiler)(1769)… Diğeri ise ünlü iskoç düşünürü David Hume’un ( -1776) tümevarım mantığının geçerli olmadığı yolundaki savlarıdır (1772)...[6]
Kant 1770’lerdeki yazılarında  metafiziğin bir bilim dalı olabileceğini söylemektedir...[7]
Kuşkusuz Hume’un argümanlarının etkisi çok önemlidir. Hume’a göre deneyimlerimizle (b)’nin nedeninin (a) olduğunu hiçbir zaman kanıtlayamayız... Ne kavramsal olarak ne de deneysel olarak olgusal dünyaya ilişkin iddialarımız için bu olanaklı değildir…
Gözlemlerimiz ancak (b) nin, sürekli (a) nın ardından geldiğini bize gösterebilir… (a) nın (b) nin nedeni olduğunu değil...
Ortalama 24 saatte bir güneş doğuyor… Gece ile gündüzü birbiri ardına izliyoruz… Bildiğimiz gibi bunlar, Dünyanın hem kendi etrafında hem de Güneş etrafında dönüyor olmasının sonucudur… Güneş sistemindeki en ufak bir sapma bu değerlerin tümünün değişmesine neden olabilir…
Bu yüzden Güneş’in doğmasını ne kadar gözlemlersek gözlemleyelim, gözlem sonuçlarından evrensel bir kurala ulaşamayız… Yalnızca Güneş’in 24 saatte bir tekrar doğduğunu söyleyebiliriz…
○○○
Hume’un bu görüşleri doğru ise yalnız metafizik değil tüm bilimler tehlikeye düşmektedir!.. [8]
Hume’un ortaya attığı bu tümevarım problemi Popper tarafından 1920’lerde yeni bir bilgi kuramıyla çözülecektir…
Kant, bu ve benzeri tereddütler içindeydi… Newton’un, gözlem sonuçlarını inceleyerek kuramını geliştirdiği savını mantıklı bulmuyordu…
Bu durumda Newton’un kuramını geliştirme yöntemini nasıl açıklayacaktık?
Bu soruyu Popper şöyle yanıtlıyor:
Kant, Newton’un buluşlarını Euclid (m.ö. 300) geometrisine benzetiyordu… Hareket kanunları gezegenlerin davranışlarını matematiksel duyarlıkta öngörebiliyordu… Kant’a göre Euclid’in geometrisi, gözlemlere dayanılarak değil, mekansal ilişkilerin sezgileriyle geliştirilmişti...[9]
Newton’un kuramının da benzer bir durumu vardı… Gözlemlerle doğrulanmasına karşın bu gözlemlerin bir sonucu değildi…Duyu verilerini düzenlemek isteyen, anlamaya, entellektüel olarak sindirmeye çalışan bizim kendi düşünce biçimimizin bir sonucuydu… Kuramlarımızı oluşturan duyu verileri değil, zihnimizin mevcut verileri işlemeye çalışan organizasyonu, yani aklımızdır... Bildiğimiz kadarıyla doğa, düzeni ve kanunlarıyla genel olarak aklımızın, özümsemeye çalışan ve düzenleyen etkinliklerinin bir ürünüdür.[10]
Kant’ın kendi çarpıcı sözleriyle bu görüş şöyle seslendirilmiştir:
Aklımız bulduğu yasaları doğadan almaz (öğrenmez)… Kendi kanunlarını doğaya yükler (empoze eder)…”[11]

○○○
Kant, bilimsel bilginin nasıl bulunduğuna ilişkin yukarıdaki yargıya varmadan önce şöyle demektedir: “Bu bölümde savunduğum şeyler, yani doğanın evrensel yasalarının a priori [12]olarak bilinebilmesi,  bizi doğal olarak şu önermeye götürür: Doğanın en üst kurallarının bizim içimizde, yani aklımızda olmaklığı gerekir... Biz bu nedenle doğanın evrensel yasalarını doğada deney yoluyla aramaya kalkmamalıyız... Tam tersine, doğanın, yasalara evrensel olarak uyup uymadığını görmek için onu (doğayı), duyumlarımız ve kavrayışımızla anlayabileceğimiz deney koşulları içinde, incelemeliyiz...[13]
Kant, deney ve gözlem sonuçlarını, bizleri doğa yasalarına götüren veriler olarak görmemektedir. Bizim içimizde olan, icat ettiğimiz kanunların test edildiği bir sınama ortamı olarak ele almaktadır.
Böylelikle Kant, Newton kuramlarına benzeyen, insan aklının bulduğu kesin yasaların olanaklı olabildiğini açıklamaktadır… Yasaları bulup doğaya uygun olup olmadığını sürekli araştıran bir insan vardır… Yasaların bulunmasını olanaklı hale getiren insanın etkin ve aktif araştırma durumudur bu…
Kant’ın bu yaklaşımını Popper şu şekilde okumaktadır:
İnsan, doğanın edilgen (pasif) gözlemcisi değildir… Doğanın kendi yasalarını kafamıza sokmasını, bizlere öğretmesini beklemez…. Bu görüşleri terkedip yerine şunları  benimsemeliyiz: Duyu verilerini işlerken, özümserken, aklımızın düzenini ve yasalarını aktif olarak onlara (duyu verilerine) kabul ettirmeye çalışmalıyız... Evrenimiz aklımızın izlerini taşımaktadır...[14]
Kant bu buluşu “Kopernik Devrimi”ne benzetmektedir. Polonyalı fizikçi Kopernik (  -1543), bildiğimiz gibi Dünya merkezli diye bilinen gezegen sistemimizin, Güneş merkezli olduğunu savunan bir bilgindir… Merkezdeki Dünyayı (ve insanı) çevreye atmış bir bilgindir… Kant ise yukarıda açıkladığımız bilgi kuramı ile çevredeki insanı tekrar merkeze almaktadır…
Kant’ın Kopernik devrimi 200 yıldır doğrulanmaktadır.

○○○



Kaçınılmaz hata sonucu öznel bilginin 
aşılamaması

Kant’ın kuramında, farketmesinin beklenemiyeceği bir hata olduğunu ileri sürüyor  Popper.
18. yüzyılın bilim çevrelerinde Newton kuramına duyulan aşırı güven nedeniyle, Kant, benzer kuramları “kesin doğru” diye yorumlamış ve onları “ Sentetik a priori geçerli” olan kuramlar diye tanımlamıştır... Başka bir deyişle, Kant, insanın dış dünyaya empoze ettiği bilgileri kesin doğru diye nitelemiştir… Ancak zihnimizde bulduğumuz yasaların büyük bir bölümü ne yazık ki doğru değildir…
Kant’tan yüz on bir yıl sonra Einstein ( -1955), Newton’un kütle çekim yasasını yanlışlamayı başardı… Üstelik kendi genel görelilik yasasının da ilerde mutlaka aşılacağını, daha doğru bir birleşik alan yasasının bulunacağını savundu… Einstein, tüm büyük bilimsel yasaların bile varsayımsal olup kesin olmadığını gösteriyordu…
Kaçamayacağı bu yanlış nedeniyle Kant, Kopernik devrimiyle bilimsel buluşun özünü yakalayan ilk düşünür olmuş; ancak “öznel” bilgiden “nesnel” bilgiye geçememiştir...
Newton’un yasasını kesin diye nitelediğinden, bilgiyi insan kafasının içinden dışarı çıkaramamıştır.. Kesinlik ancak öznel bilgiye özgü bir niteliktir…
Oysa bilgi dışarıya ancak “tahmin”, “varsayım”, “kestirim” olarak çıkabilmekte ve eleştiriye açılabilmektedir…
Kant’ın dediği gibi bunları deneyimlerimizle sınayıp geçerli olmayanları elemekteyiz…

○○○



Kant’a göre diyalektik                                   

Kant bazı alanların deneyimlerimizi aştığını belirtmek için, bu görüşüne “transendental idealizm” adını vermişti.
Yukarıda belirtildiği gibi Kant, saf akıl dediği spekülatif düşünceden, metafizik bilgi çıkmazlarından, insanları kurtarabilmek amacındaydı.
Deneyle test edilemeyen alanlarda (aşkın, transandental) saf akılla ulaşılan metafizik yargılardaki çelişkileri ortaya çıkarmıştır… Bu amaçla kullandığı akıl yürütmelere, tartışmalara, Socrates’in tartışmalarına benzeterek olsa gerek “diyalektik” adını vermiştir.
Modern felsefede bu sözcüğü ilk defa Kant kullanmıştır.
Diyalektik, Kant’ın elinde metafizik bilgiyi ortadan kaldırmaya yarayan bir araç olmuştur.
Oysa daha sonra aynı sözcük Hegel’in elinde insanın istediği her kavramı işe yaramaz ve kötü göstermek için kullanabileceği, başkalarını yanıltmak için faydalanacağı bir araca dönüşecektir.

○○○



Nesnel ahlak anlayışı

İlginçtir… Kant’ın ahlak yasası bilgi kuramının aksine nesneldir. Değerlerimizin sürekli sınanarak daha ileri bir düzeye getirilebileceği ileri sürülmektedir.
Kant insanı doğanın kanun koyucusu yaptığı gibi, ahlak kurallarının da belirleyicisi olarak görmüştür…….  Bilimi ve etiği insan odaklı hale getirmiştir.[15]
Pratik Aklın Eleştirisi” nin son bölümünde “Üstümüzdeki yıldızlı gökyüzü ve içimizdeki ahlak yasası[16]diyerek kendi düşüncesinin iki esin kaynağına işaret etmektedir.
Kant bölümünü Popper’ın sözleriyle kapayacağız:
Kant bilgi ve etik alanına yeni yorum getirmiştir… Ve bütün bunlara ‘özgür insan topluluğu’ görüşünü eklemiştir. Göstermiştir ki, özgür doğduğu için değil özgür karar verme sorumluluğu ile birlikte doğduğu için her insan özgürdür...[17]

○○○
NOTE:  Bu yazı blog'un "SAYFALAR" bölümünde       bulunuyor.
Bütün blog'un en çok okunanı olduğundan "ANA SAYFA" bölümünde de olsun istedim. İlgilenen okurlar için.

2. Bölüm HEGEL daha sonra yayınlanacak.





[1] Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul: Bilgi, 1974( 1961), 503 pp, 24 cm, s. 427.

[2] Kant, İmmanuel, Prolegomena to Any Future Metaphysics, Edited with an İntroduction by Lewis White Beck,
New York: The Liberal  Arts Press. İnc., 1950(1783), xxiv, 136 pp;  s. 126.

[3] Kant, Immanuel, Critique of Pure Reason, Translated and Edited by Paul Guyer and Allen W. Wood, UK:
Cambridge University Press, 1998(1781), xi,  785 pp, s. 470, 471.
 Kant, Immanuel, Prolegomena,   s. 87.


[4]İbid.,
Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations (Kestirimler ve Yanlışlamalar), London: Routledge, 1963, xiii,
431 pp, s. 178.

[5] Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations (Kestirimler ve Yanlışlamalar);    s. 179.

[6] Kant, İmmanuel, Prolegomena ;  s. xi, dipnot 5.

[7] İbid., s. xii.
[8] İbid.
[9] Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations (Kestirimler ve Yanlışlamalar);, s. 180.
[10] İbid.
[11] Kant, İmmanuel, Prolegomena, s. 67.
[12] A priori: Önsel, deney öncesi, gözlemden dolaysız olarak çıkarılmadan zihinde icat edilen.
[13] Kant, Prolegomena, s. 66, Bölüm 36.
[14] Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations (Kestirimler ve Yanlışlamalar),  s. 180, 181.

[15] İbid., s. 181.
[16] Kant, Immanuel, Pratik Usun Eleştirisi, Türkçesi İ. Zeki Eyüboğlu, İstanbul: Say, 2001(1785), 215 pp, 19,5 cm,
s. 213.

[17] Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations (Kestirimler ve Yanlışlamalar),  s. 183.