Kant (ö: 1804)
Kant
bilgi anlayışı açısından akılcılıkla ampirizm arasında yer alır. Spekülatif
akılcılarla deneyciler arasında modern bilime ışık tutan yeni bir bilgi kuramı
geliştirmiştir… Spekülatif akılcılar: Platon (ö: m.ö.347) , Descartes (ö:1650),
Spinoza (ö: 1677), Leibnitz’ (ö: 1716) dir… Deneyciler ise ampirizme yakın olan
Aristoteles (ö: m.ö.322), Locke (ö: 1704), Berkeley (ö: 1753), Hume’dur (ö: 1776)…
Deneyciler bilginin daha çok gözlemden kaynaklanarak çoğaldığını
savunmaktadır.
Prusya’nın iddiasız bir
kenti olan Konigsberg’de, fizikçi Newton’un ölümünden üç yıl önce 1724’de
doğmuş ve doğduğu şehirden dışarı çıkmadan 80 yıl yaşamıştır.
Bir zanaatkarın oğludur.
Hiç evlenmemiştir. Büyük bir disiplinle uyguladığı gündelik yaşam kurallarını
hiç bozmadığı söylenmektedir: Sabahın beşinde kalkar, kahvaltı eder, çalışır,
üniversiteye gider, öğleden sonra saat üçde bir saat sürecek yürüyüşüne çıkar…
Akşamları (genellikle bilim dışından) olan konuklarını ağırlar, saat 10:15’de
hiçbir zaman ısıtmadığı odasına yatmaya
çekilir. Yürüyüşlerinde sağlığına iyi geldiğinden sürekli nefesini burnundan
alıp ağzından verdiği, soğuk odasında hep aynı biçimde yatmaya özen gösterdiği
ileri sürülmüştür…
Kant’ın mekanik bir
monotonlukla geçtiği izlenimi veren yaşantısı içinde ilginç bir kişilik
taşıdığı kesindir. Keyifle izlenen derslerine ek olarak neşeli, tatlı dilli ve
hoş sohbettir.
Yaşamının en çarpıcı yanı
57 yaşından itibaren yayımladığı “Saf
(Salt) Aklın Eleştirisi” (1781), “Prolegomena”(1783), “Pratik Aklın Eleştirisi”(1788), “Yargının Eleştirisi”(1790) gibi
yapıtlarıyla, düşünsel insanlık tarihinin en büyüklerinden biri (belki
de en büyüğü) olarak kabul edilmiş olmasıdır.
“Saf Aklın Eleştirisi”
kuşkusuz felsefenin en önde gelen baş yapıtıdır.
○○○
Kant idealist
değildir
Kant için “Biraz daha açık ve anlaşılır yazabilseydi
dünya daha değişik bir yer olurdu” görüşü ileri sürülmektedir. Yazılarını
İngilizceden okumanın, orijinal Almancasından okumaktan daha kolay olduğu
anlayışı oldukça yaygındır. Bu yorumlar üstüne değişik görüşler ileri
sürülebilir… Genel kabul gören yargı Kant’ı okuyup anlayabilmenin gerçekten zor olduğudur…
Bunun
nedeni, ileri sürüldüğü gibi yaşı ilerlediğinden bir an önce kitaplarını
bitirme isteği ile acele etmiş olabileceği… Almancanın henüz felsefe dili
olarak fazla işlenmediği… Veya yazarın “yazma yeteneği” olabilir…
Bütün bunlara ek olarak
bilgi kuramında bazı görüşlerini “Transendental
İdealism” olarak tanımlaması, onun bir idealist düşünür olarak tanınmasına
neden olmuştur…
Idealist görüşte olanlar
bilindiği gibi çevremizde gördüğümüz şeylerin (masa, sandalye, kitap, kalem…)
gerçek olmadığını savunurlar. Rüyada olup olmadığımızı kimsenin bilemeyeceğini
ileri sürüp (Popper’ın basitleştirdiği şekilde) “dünya benin rüyamdır”
görüşündedirler…
Oysa Kant fiziksel nesnelerin, sağduyunun gösterdiği gibi,
gerçek olduğuna inanan bir realist (gerçekçi) dir…
○○○
Çoğu kez 19. yüzyılın Alman
idealizmi ondan kaynaklanmış gibi gösterilmektedir. Ancak bu yanlış kanıya en
büyük katkının, Fichte ( -1814), Schelling ( -1854), Hegel ( -1831) gibi
idealist düşünürlerin kendilerinden geldiği de bir gerçektir.
Bu filozofların, Kant’ın
prestijinden faydalanabilmek için kendilerini onun devamı gibi göstermeye dönük
çaba harcadıkları söylenebilir… Onun iyi anlaşılamaması kuşkusuz ki
gölgesinde daha güçlü olacaklarını sananlara uygun ortam hazırlamıştır.
Tüm bu karmaşa Kant’ı
anlayabilmeyi daha da zorlaştırmaktadır.
Örneğin, değerli hocamız
Macit Gökberk Alman idealizmine Kant’ın kaynaklık ettiğini öne sürmektedir…
Onun bir yandan Rönesansdan beri gelişen modern felsefeyi özetlediği, diğer
yandan da kendisinden sonra gelen Alman idealizmini beslediği görüşündedir.
Hocamızın bu iddiası
idealistlerin sözlerine bakılırsa doğrudur.
Kant metafizikten yorgun
düşen insanlığı bu beladan kurtarmak amacıyla “Saf Aklın Eleştirisi”ni
yazdığını açıklamaktadır…
Alman idealistlerinin ise
işi, metafizik iddialarla sistem (!) kurmaya çalışıp durmak şeklinde
açıklanabilir.
Aşağıda Kant’ın bilgi
kuramını iki ana başlık altında anlatmaya çalışacağız. Onun bilgi kuramı akılla
deneyimi birleştirmeye çalışmıştır… Tek başına ne aklın ne de deney ve gözlemin
başarılı olabileceğini göstermeyi amaçlamıştır…
Böylelikle metafiziğin
etkisini kırmayı düşünmüştür.
Kant’ın bilginin iki kutbu
denebilecek akıl ve deneyimin, neden tek başlarına geçerli
bilgi üretemeyeceğini anlatan argümanları, sırasıyla aşağıdaki iki bölümün
konusudur.
○○○
Saf akıl
(metafizik) neden güvenilir
değildir
Kant’ın ilk ilgi alanı
evrenbilim (kozmoloji) olmuştur… “Evrenin bir başlangıcı var mı?” sorusuna
yanıt ararken, onu dogmatik uykularından uyandıran iki şeyden ilkiyle
karşılaştığını söylemektedir.
Kant evrenin hem a) zaman
içinde bir başlangıcının olduğunun, hem de
b) hep var olduğundan bir başlangıcının söz konusu olmadığının, yalnız
akıl yürütmelerle, gözleme ve deneye başvurmadan, ispatlanabileceğini
göstermeye çalışmıştır:
Kısaca özetlemek istersek
Kant’ın kanıtlamaları şöyledir:
Tez: …………Dünyanın zaman
içinde bir başlangıcı (sınırı) vardır…
Antitez:………Dünya
sonsuzdan beri vardır. Zamanda bir başlangıcı (sınırı) yoktur...
○○○
Tezin kanıtlanması:
Diyelim ki dünya hep
vardır, sonsuzdan beri var olmaya devam etmektedir… Önce sonsuz zaman (örneğin
yıl) dizisinin ne olduğunu anlamaya çalışalım… Bir sonsuz yıl dizisinin sürekli
uzayan ve hiç sona ermeyen bir dizi olmaklığı gerekir… Sonsuz bu demektir…
Hiçbir zaman tamamlanmamalıdır. Tamamlanan, bitip tükenen sonsuz bir yıl dizisi
kendisiyle çelişkili demektir… İşte Kant’ın argümanı burada başlar: Dünyanın bir başlangıcı olması gerekir,
aksi halde içinde bulunduğumuz şu anda, sonsuz zaman dizisi bitmiş sona ermiş
olurdu… Bu ise olanaklı değildir…
○○○
Antitezin kanıtlanması:
Dünyanın bir başlangıcı
olduğunu kabul edelim… Bu başlangıç zamanından önce bir “boş zaman” olması
gerekir… Hiçbir şeyin var olmadığı bu boş zamanın tüm bölümlerinin şeyler ve
olaylarla olan zamansal ilişkileri farklı olmamalıdır. Çünkü şeyler ve
olayların zaten varlığı söz konusu değildir… Oysa dünyanın başladığı zamandan
tam önceki boş zamanın son bölümünü düşünürsek, diğer boş zaman bölümlerinden
farklı olduğunu görürüz. Çünkü onun dünyanın başlama olayına olan zamansal
ilişkisi diğerlerinden farklıdır… Aynı zamanda bu son bölümün de boş zaman
olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu ise bir çelişkidir ve olması olanaklı
değildir… Bu nedenle Kant’a göre dünyanın
zaman içinde bir başlangıcı olamaz...
○○○
Her ikisi de akılla
kanıtlanabilen, birbirinin tersi bu önermelerin işaret ettiği çıkmaz açıktır…
Bu durumu Kant “antinomi” (çelişki) diye adlandırmıştır…
Bu çelişkiler nasıl ortaya
çıkmaktadır?
Kant’ın açıklaması
şöyledir:
Uzay (mekan) ve zaman
anlayışımız bir bütün olarak evrene uygulanamıyor… Uzayı ve zamanı
evrenin bir nesnesi olarak gözlemleyemeyiz… Onlar evrenin bir nesnesi değildir…
Uzayı ve zamanı sıradan gözlemlerimize uygularız… Onları şeyleri ve olayları
gözlemlerken kullandığımız bir değerlendirme çerçevesi olarak
düşünebiliriz… Yani uzay ve zaman
çevremizde gördüğümüz fiziksel varlıklardan oluşan ortamın bir parçası
değildir… İnsanların zihinsel donanımlarının bir parçasıdır…
Bizler fiziksel dünyayı
değerlendirirken şeyleri sanki “uzay” ve “zaman” dosyalarına koyup muhafaza
edebiliyoruz…
“Zaman” ve “mekan” düzenine
sokamadığımız şeyleri anlayabilmemiz olanaklı değil…
Ne zaman ki çevremizi
deneyimleme donanımımızın (beş duyu ve zihin gibi) bir parçası olan uzayı ve zamanı, deneyimlerimizin olanaklı
olduğu alanın dışında kullanmaya kalkarız… (Evrenin başlangıcıyla ilgili akıl
yürütmelerimizde olduğu gibi) çıkmaza giriveririz…
○○○
Tek
başına deneyimlerimize neden
güvenmemeliyiz
Kant,
gözlem ve deneyin kontrolü dışında, yalnızca aklımızla işlerin yürümediğini
görmüştü… Deneyimlerin aklın kullanılmasındaki gerçek rolüne de Newton’un
tartışılmaz doğru olarak kabul edilen “kütle çekimi” ve hareket kanunlarını
inceleyerek açıklık getirmeye çalıştı.
Newton’la
birlikte genelde fizik, özelde ise Newton müthiş prestij kazanmıştı.
Kant’ın
aklı bir türlü, Newton’un yasalarının, ampiristlerin (Locke) savunduğu gibi bir
dizi gözlemler sonucunda ulaşılabilen bir sonuç olduğuna yatmıyordu…
Dogmatik
uykusundan onu iki şeyin uyandırdığını söylemişti. İlkinden söz ettik: Evrenin
başlangıcı ile ilgili çelişkiler (antinomiler)(1769)… Diğeri ise ünlü iskoç
düşünürü David Hume’un ( -1776) tümevarım mantığının geçerli olmadığı yolundaki
savlarıdır (1772)...
Kant
1770’lerdeki yazılarında metafiziğin bir
bilim dalı olabileceğini söylemektedir...
Kuşkusuz
Hume’un argümanlarının etkisi çok önemlidir. Hume’a göre deneyimlerimizle (b)’nin nedeninin (a) olduğunu hiçbir
zaman kanıtlayamayız... Ne kavramsal olarak ne de deneysel olarak olgusal
dünyaya ilişkin iddialarımız için bu olanaklı değildir…
Gözlemlerimiz ancak (b) nin,
sürekli (a) nın ardından geldiğini bize gösterebilir… (a) nın (b) nin nedeni
olduğunu değil...
Ortalama
24 saatte bir güneş doğuyor… Gece ile gündüzü birbiri ardına izliyoruz…
Bildiğimiz gibi bunlar, Dünyanın hem kendi etrafında hem de Güneş etrafında
dönüyor olmasının sonucudur… Güneş sistemindeki en ufak bir sapma bu değerlerin
tümünün değişmesine neden olabilir…
Bu
yüzden Güneş’in doğmasını ne kadar gözlemlersek gözlemleyelim, gözlem
sonuçlarından evrensel bir kurala ulaşamayız… Yalnızca Güneş’in 24 saatte bir
tekrar doğduğunu söyleyebiliriz…
○○○
Hume’un
bu görüşleri doğru ise yalnız metafizik
değil tüm bilimler tehlikeye düşmektedir!..
Hume’un
ortaya attığı bu tümevarım problemi Popper tarafından 1920’lerde yeni bir bilgi
kuramıyla çözülecektir…
Kant,
bu ve benzeri tereddütler içindeydi… Newton’un, gözlem sonuçlarını inceleyerek
kuramını geliştirdiği savını mantıklı bulmuyordu…
Bu
durumda Newton’un kuramını geliştirme yöntemini nasıl açıklayacaktık?
Bu
soruyu Popper şöyle yanıtlıyor:
Kant,
Newton’un buluşlarını Euclid (m.ö. 300) geometrisine benzetiyordu… Hareket
kanunları gezegenlerin davranışlarını matematiksel duyarlıkta öngörebiliyordu…
Kant’a göre Euclid’in geometrisi, gözlemlere dayanılarak değil, mekansal
ilişkilerin sezgileriyle geliştirilmişti...
“Newton’un kuramının da benzer bir durumu
vardı… Gözlemlerle doğrulanmasına karşın bu gözlemlerin bir sonucu değildi…Duyu
verilerini düzenlemek isteyen, anlamaya, entellektüel olarak sindirmeye çalışan
bizim kendi düşünce biçimimizin bir sonucuydu… Kuramlarımızı oluşturan duyu
verileri değil, zihnimizin mevcut verileri işlemeye çalışan organizasyonu, yani
aklımızdır... Bildiğimiz kadarıyla doğa, düzeni ve kanunlarıyla genel olarak
aklımızın, özümsemeye çalışan ve düzenleyen etkinliklerinin bir ürünüdür.”
Kant’ın
kendi çarpıcı sözleriyle bu görüş şöyle seslendirilmiştir:
“Aklımız bulduğu yasaları doğadan almaz
(öğrenmez)… Kendi kanunlarını doğaya yükler (empoze eder)…”
○○○
Kant,
bilimsel bilginin nasıl bulunduğuna ilişkin yukarıdaki yargıya varmadan önce
şöyle demektedir: “Bu bölümde savunduğum
şeyler, yani doğanın evrensel yasalarının a priori olarak
bilinebilmesi, bizi doğal olarak şu
önermeye götürür: Doğanın en üst kurallarının bizim içimizde, yani aklımızda
olmaklığı gerekir... Biz bu nedenle doğanın evrensel yasalarını doğada deney
yoluyla aramaya kalkmamalıyız... Tam tersine, doğanın, yasalara evrensel olarak
uyup uymadığını görmek için onu (doğayı), duyumlarımız ve kavrayışımızla
anlayabileceğimiz deney koşulları içinde, incelemeliyiz...”
Kant,
deney ve gözlem sonuçlarını, bizleri doğa yasalarına götüren veriler olarak
görmemektedir. Bizim içimizde olan, icat ettiğimiz kanunların test edildiği bir
sınama ortamı olarak ele almaktadır.
Böylelikle
Kant, Newton kuramlarına benzeyen, insan aklının bulduğu kesin yasaların
olanaklı olabildiğini açıklamaktadır… Yasaları bulup doğaya uygun olup
olmadığını sürekli araştıran bir insan vardır… Yasaların bulunmasını olanaklı
hale getiren insanın etkin ve aktif araştırma durumudur bu…
Kant’ın
bu yaklaşımını Popper şu şekilde okumaktadır:
“İnsan, doğanın edilgen (pasif) gözlemcisi
değildir… Doğanın kendi yasalarını kafamıza sokmasını, bizlere öğretmesini
beklemez…. Bu görüşleri terkedip yerine şunları
benimsemeliyiz: Duyu verilerini işlerken, özümserken, aklımızın düzenini
ve yasalarını aktif olarak onlara (duyu verilerine) kabul ettirmeye
çalışmalıyız... Evrenimiz aklımızın izlerini taşımaktadır...”
Kant
bu buluşu “Kopernik Devrimi”ne
benzetmektedir. Polonyalı fizikçi Kopernik (
-1543), bildiğimiz gibi Dünya merkezli diye bilinen gezegen
sistemimizin, Güneş merkezli olduğunu savunan bir bilgindir… Merkezdeki Dünyayı
(ve insanı) çevreye atmış bir bilgindir… Kant ise yukarıda açıkladığımız bilgi
kuramı ile çevredeki insanı tekrar merkeze almaktadır…
Kant’ın
Kopernik devrimi 200 yıldır doğrulanmaktadır.
○○○
Kaçınılmaz
hata sonucu öznel bilginin
aşılamaması
Kant’ın kuramında,
farketmesinin beklenemiyeceği bir hata olduğunu ileri sürüyor Popper.
18. yüzyılın bilim
çevrelerinde Newton kuramına duyulan aşırı güven nedeniyle, Kant, benzer
kuramları “kesin doğru” diye yorumlamış ve onları “ Sentetik a priori geçerli”
olan kuramlar diye tanımlamıştır... Başka bir deyişle, Kant, insanın dış
dünyaya empoze ettiği bilgileri kesin doğru diye nitelemiştir… Ancak zihnimizde
bulduğumuz yasaların büyük bir bölümü ne yazık ki doğru değildir…
Kant’tan yüz on bir yıl
sonra Einstein ( -1955), Newton’un kütle çekim yasasını yanlışlamayı başardı…
Üstelik kendi genel görelilik yasasının da ilerde mutlaka aşılacağını, daha
doğru bir birleşik alan yasasının bulunacağını savundu… Einstein, tüm büyük
bilimsel yasaların bile varsayımsal olup kesin olmadığını gösteriyordu…
Kaçamayacağı bu yanlış
nedeniyle Kant, Kopernik devrimiyle bilimsel buluşun özünü yakalayan ilk
düşünür olmuş; ancak “öznel” bilgiden
“nesnel” bilgiye geçememiştir...
Newton’un yasasını kesin
diye nitelediğinden, bilgiyi insan kafasının içinden dışarı çıkaramamıştır..
Kesinlik ancak öznel bilgiye özgü bir niteliktir…
Oysa bilgi dışarıya ancak
“tahmin”, “varsayım”, “kestirim” olarak çıkabilmekte ve eleştiriye
açılabilmektedir…
Kant’ın dediği gibi bunları
deneyimlerimizle sınayıp geçerli olmayanları elemekteyiz…
○○○
Kant’a göre
diyalektik
Kant bazı alanların
deneyimlerimizi aştığını belirtmek için, bu görüşüne “transendental idealizm” adını vermişti.
Yukarıda belirtildiği gibi
Kant, saf akıl dediği spekülatif düşünceden, metafizik bilgi çıkmazlarından,
insanları kurtarabilmek amacındaydı.
Deneyle test edilemeyen
alanlarda (aşkın, transandental) saf akılla ulaşılan
metafizik yargılardaki çelişkileri ortaya çıkarmıştır… Bu amaçla kullandığı
akıl yürütmelere, tartışmalara, Socrates’in tartışmalarına benzeterek olsa
gerek “diyalektik” adını vermiştir.
Modern felsefede bu sözcüğü
ilk defa Kant kullanmıştır.
Diyalektik, Kant’ın elinde
metafizik bilgiyi ortadan kaldırmaya yarayan bir araç olmuştur.
Oysa daha sonra aynı sözcük
Hegel’in elinde insanın istediği her kavramı işe yaramaz ve kötü göstermek için
kullanabileceği, başkalarını yanıltmak için faydalanacağı bir araca
dönüşecektir.
○○○
Nesnel ahlak
anlayışı
İlginçtir… Kant’ın ahlak
yasası bilgi kuramının aksine nesneldir. Değerlerimizin sürekli sınanarak daha
ileri bir düzeye getirilebileceği ileri sürülmektedir.
“Kant insanı doğanın kanun koyucusu yaptığı gibi, ahlak kurallarının da
belirleyicisi olarak görmüştür……. Bilimi ve etiği insan odaklı hale getirmiştir.”
“Pratik Aklın Eleştirisi” nin son bölümünde “Üstümüzdeki yıldızlı gökyüzü ve içimizdeki ahlak yasası “diyerek
kendi düşüncesinin iki esin kaynağına işaret etmektedir.
Kant bölümünü Popper’ın
sözleriyle kapayacağız:
“Kant bilgi ve etik alanına yeni yorum getirmiştir… Ve bütün bunlara ‘özgür
insan topluluğu’ görüşünü eklemiştir. Göstermiştir ki, özgür doğduğu için değil
özgür karar verme sorumluluğu ile birlikte doğduğu için her insan özgürdür...”
○○○
NOTE: Bu yazı blog'un "SAYFALAR" bölümünde bulunuyor.
Bütün blog'un en çok okunanı olduğundan "ANA SAYFA" bölümünde de olsun istedim. İlgilenen okurlar için.
2. Bölüm HEGEL daha sonra yayınlanacak.
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi,
İstanbul: Bilgi, 1974( 1961), 503 pp, 24 cm, s. 427.
|
Kant, İmmanuel, Prolegomena to Any Future Metaphysics, Edited with an
İntroduction by Lewis White Beck,
New York: The Liberal
Arts Press. İnc., 1950(1783), xxiv, 136 pp; s. 126.
|
Kant, Immanuel, Critique of Pure Reason,
Translated and Edited by Paul Guyer and Allen W. Wood, UK:
Cambridge University Press, 1998(1781), xi, 785 pp, s. 470, 471.
|
Kant, Immanuel,
Prolegomena, s. 87.
|
|
Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations (Kestirimler ve Yanlışlamalar),
London: Routledge, 1963, xiii,
431 pp, s. 178.
|
Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations
(Kestirimler ve Yanlışlamalar);
s. 179.
|
Kant, İmmanuel, Prolegomena ; s. xi,
dipnot 5.
|
Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations
(Kestirimler ve Yanlışlamalar), s.
180, 181.
|
Kant, Immanuel, Pratik Usun Eleştirisi,
Türkçesi İ. Zeki Eyüboğlu, İstanbul: Say, 2001(1785), 215 pp, 19,5 cm,
s. 213.
|
Popper, Karl Raimund, Conjectures and Refutations
(Kestirimler ve Yanlışlamalar), s.
183.
|