Baba,
sesini yükseltti.
“Boş
yere tartışmayla zaman kaybetmeyelim; iki şey var: Bir, nasıl para kazanacak bu Kız? İki, nasıl
bir hayat yaşayacak? Bana sorarsanız parayı bir kazanmaya gör, hayat cennetteki
ırmaklar gibi sütliman, gözünün içine bakarak akacaktır.
İstediğini
yaşayarak geçirebilirsin ömrünü. Para varsa hayat da vardır… Para mı hayat mı, diye
bir ikilem yok; durduk yerde kafaları karıştırmayın.”
Sustu,
boğazını temizledi, pencereye yürüdü perdeyi araladı ve soğuk akşam karanlığına
baktı. Gece diğer gecelerden farksız, ne kadar gidebilirsen o kadar derin…
“Paran
yoksa,” diye sürdürdü bakışlarını geceden ayırmadan, ”ne yapacağın belli, bir
yolunu bulup kazanacaksın… ‘Paran varsa nasıl yaşayacaksın?’ diye bir soru yok
aslında, siz uyduruyorsunuz…
İnsanların
faka bastığı yer burası… Kime anlatacaksın? Sor bakalım kıza şu kadar parası
olsun nasıl yaşayacak? Böyle ahmakça tartışma olur mu? Zaten zor canına
yandığım yaşamak, bir de siz zorlaştırıyorsunuz… En iyisi insanları salıvermeli
sokağa kim ne yaparsa yapsın! Görürsünüz o zaman hanyayı konyayı.”
“Ne
kadar param var baba?” Araya girdi Kız. Gözlerindeki ışık yaptığı şakanın
işaret fişeği.
Kaşlarını
kaldırdı Baba. Elinde olsa filmi yeniden saracak Kız…
Para
kazanmalı mı, kazanmamalı mı umursadığı yok; yalnızca kendini bildik
mesleklerin hiçbirinin kalıbına sokamıyor.
Baba’nın
ağzı açıldı, kapandı. Son yuttuğu lokmanın tadını yeniden yudumlar gibi. Dili
çıktı içeri girdi. Söylediklerim yetti, demiş olmalı. Konuyu kapattı.
∘∘∘
Anne
o akşam söze girmedi. O da şaşırdı buna, nasıl yapabilmişti? Ortaya, uyan
uymayan bir şeyler söyler, başıboş giden tartışmayı gemlemekten çok
alevlendirirdi hep.
Bu
konu önemli, çok önemli… Kızı kendi çektikleriyle tanışmamalı… Onu biliyor onu
söylüyordu. .
Çalışmak
zorunda değildi, ama saçmalıklarla zaman öldürmekten alıkoyamıyordu kendini
Anne. Sabah kalkışla akşam yatağa dönüş arasında bir damlacık olsun sevinç yüklenememenin
çaresizliğini kime anlatacaktı… Yemekten yemeğe, kahveden şaraba, konkenden
briçe, giyinmekten mürüvvet görmeye koşturan arkadaşlarına mı?
Kocası
dinleyen biri değildi. Ne istersen yap der, keser atardı… Sonucu acımasızca
sorgulardı. Oysa o yolu aydınlatılsın, duraklar bilinsin, arkadan itilsin
isterdi… Başka türlüsünü becerecek donanımı yoktu.
Nasıl
yaşayacağını seçerken kimsenin seni anlamasını beklemezsin… Bekliyorsan
kimsenin aydınlatamayacağı karanlıklardasın… Bunları düşünüyor, aklına yatıyor,
ancak kapıyı çarpıp yola düşemiyordu. Ne eksikti bilmiyordu, uzaklardan bazı
şeyleri seziyor, resmin tamamını çıkaramıyordu.
Parası
vardı, tamam mı, anlıyor musunuz? Ancak hayatı istediği gibi değildi.
Parasız
olmuyordu doğru; ama hayatsız hiç olmuyordu. Hangisi önce diye sormak
budalalıktı. Elbette her şey yaşam içindi; para, varsa, gerekli bir ayrıntıydı,
yoksa can suyu…
Kendisinin
baş edemediği açmaza kızı da düşsün istemiyordu. “Biz paradan başladık ta ne
oldu? Eh fena da olmadı… Ama yine çıkmazdayım. En azından şimdi ne istediğimi
biliyorum kızım “hayat”tan başlamalı… Para yerine…”
Düşünüyor,
düşünüyor, kocasına anlatamıyordu… O önce lanet olası “altın bilezik” diyordu; göremiyordu,
meslek denilen yapıştırma becerinin insanın içindeki ustalık cinini
öldürdüğünü…
Ustalık
cini hayattı; işlenmeyi, büyütülmeyi, dallanıp budaklanmasının önünün
açılmasını, sevinç doğuracak kıvama getirilmesini bekleyip duruyordu kafanda.…
Şanslı istisnalar dışında meslek, toprağını çöle çeviriyordu ustalığın… Anne
bunları duyumsuyor ama seslendiremiyordu.
∘∘∘
Kız’ın
çevresine karşın yürüyecek cesareti toplayacak birikimi –henüz- yoktu. Gündelik
rüzgârlarla her mevsin değişik yönlere eğiliyordu. Kimi dinlerse ona
çeviriyordu pusulayı.
Babayla
parayı, anneyle hayatı seviyordu.
Yazık
çocuğa!
∘∘∘
Bir
hafta kadar geçti. Bu konu bir akşam yeniden açıldı. Karar günü yaklaşıyordu. Ya
gidecek adını duyup durduğu mesleklerden birine yazılacak ya da “ne yaparak
yaşarsa daha iyi olacağını çıkarabilmek” için “insan bilimleri” okuyacaktı.
İnsan
bilimlerinde “Ne Yaparak Yaşayacaksın?” bölümü son on yıldır vardı. Öğrenci
giriyor, dört yıl boyunca “içindeki gerçek sesini” duymaya çalışıyordu.
Psikolojiden, felsefeye, sosyolojiden sanata, edebiyattan müziğe, şiirden tarihe,
matematikten mantığa, her daldan hocalar elinden tutuyor, zihnindeki büyümeye
hazır tohumlara –büyümeye elverişli saklı zihinsel organlara- dokunmasına yardım ediyordu..
“Ne
Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi adını vermişlerdi bölüme. Kız en çok bu ada vurgundu.
∘∘∘
Üniversite
çok saygın, gel gör ki “Ne Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi’ni bilen yok…
“Ben
iş arıyorum beyefendi.”
“Buyurun
kızım. Nedir mesleğiniz?”
“Ne
Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi’ni bitirdim.
“Eğlenme
be kızım bizimle, işimiz var şurasında!”
∘∘∘
Okul
diploma yanında, neler okutulduğunu, hangi çalışmalar yapıldığını gösteren
bir-iki sayfalık açıklama vermeyi de unutmamış. Biliyorlar insanların başına ne
geleceğini.
Bitirenlerin
büyük bölümü iş aramıyor olsa da, arayanlar çabucak buluyor ve de pek
başarılılar. İnanmak kolay değil, Anne de inanamıyor buna.
Akşam
yemekte havadan sudan konuşuluyor. Anne de Baba da biliyor konunun dönüp
dolaşıp Kız’ın üniversite tercihlerine geleceğini. Şurada iki hafta kalmış
başka ne konuşacaklardı ki? Kız fazla dert etmiyor görünse bile içten içe ince
bir sızı çektiğini biliyorlar. Onu yoran belirsizlik.
Anne
kafaya koymuş, bu akşam Baba’yı ikna etmeyi başaracak. Düşüncelerinin
sağlamlığına inandıracak. Ne yapsam da uygun bir yerde punduna getirip derdimi
anlatsam?
“Biliyor
musun, biz çok çektik kalkışta…” Bu da ne demek şimdi diye dik dik süzdü
karısını Baba. Anlamaya çalışıyor belli. Kafası karıştığı için kaşları çatık.
“Yani
evliliğimizin ilk yıllarında…” diye açıklık getirdi Anne. “Şimdi durduk yerde
niçin söyledim bunu, şunun için, kızımız çekmesin bu sıkıntıları…”
Baba
da Kız da gerçek gündeme girdiklerini son sözlerle anladı. İkisi de
ağızlarındaki lokmayı çiğnemeyi keserek Anne’ye baktı. Tedirgin bir sessizlik
kısa süreliğine egemen oldu masada. Anne, anlamaya çalışan kuvvetli bakışlar
altında ezildiğini hissetti. Yumuşacık, sevecen bir çıkışla hava yumuşasın
istedi.
“Yani
biz para için yorulduk, o yorulmasın. Kötü olasılıkla diyelim ki parasız kaldı;
biz destekleyelim onu. Şimdiden, onun adına ne yatırım yapabilirsek yapalım.”
Kızın
yüzünde gülücükler açtı. Baba üstüne alınmadı. Tabağını uzattı biraz pilav
koymasını işaret etti karısına. Söyleyeceklerini düzene sokmak için zaman
kazandığı açıktı. Bakmadan yemek istemişti. Bakışları düşüncelerine yönelmişti.
Sessizlik
sürüyordu.
Kız’ın
yüzündeki gülümseme biraz daha yayıldı; içinden bir ses şimdi konuşma zamanı
değil, diye uyarıyordu. Keyifle uydu bu ihtara. Doğrusu böyle bir niyeti yoktu.
Belli
ki kadınlar sessizliğin ucunu Baba noktalayıncaya dek açık bırakmıştı. Duyarsız
jestlerle yemeklerini yiyor, bir sözün varsa dinlemeye hazırız mesajı
veriyorlardı.
Baba,
olan bitenin ayırdına varacak denli zeki. Karısı haksız değil. Kızı para derdi
çekmese iyi olur. Anne-babası zamanınca yeterince acılı gün geçirdi lanet olası
para pisliğinin ardından. İlle de kızı da aynı yoldan yürümek zorunda mı?, O
kadarını anladı anlamasına…
Ama
ya zaman beklendiği gibi dönmezse, üç-beş kuruş birikmişleri bugün ona –kızına-
da yeter örünse bile, belli mi olurdu… Zamana kim güvenmiş ki ondan güvenmesini
istiyorlardı. Hem kadınlara, iş paraya gelince, güvenmemek bildiği ender
doğrularından biriydi.
Onlar
risk nedir tehlike nedir, burunlarının dibine girinceye kadar koku almazlar. Daha
cesur görünmeleri bu yüzden. Görünür görünmez hiçbir macerayı hesaplamazsan, insandaki kötülüğe, akıldaki
budalalığa, cüzdanında ve duygularında
karşılık ayırmazsan cesaret havadan ucuzdur.
Risk
hesaplarını yalnız başına görmeye, kimseye, özellikle yakınındaki kadınlara,
güvenmemeyi huy edinmişti Baba.
Kimseye
sormaz. Söylerlerse dinlemez. Zorlarlarsa kırardı.
Yemeği
ağırdan alıp rakısını yudumlarken kafasından bu düşünceler akın akın bir o
köşeye bir bu köşeye saldırıp duruyordu. Karısına düşüncelerinin değişmediğini,
kızının da kendi yaptığı gibi işi sağlama alıp önce iyi kötü para kazanacak bir
meslek edinmesini gerektiğini söyleyip kestirip atmak istedi. Hep yaptığı gibi…
Ama
değil… Bu kez durum değişik olabilir mi? Sağlam oynasın derken, kızı hayatı
kaçırabilir mi?
Belki?
Belki… Kendisi de bu denli güvenli tarafta olmayı öne almasaydı, daha yaşamaya
değer bir ömür sürebilirdi; kim bilebilir. Ama böyle düşününce işin içinden
nasıl çıkacaktı.
Kadınlara
takılırsan seni hep böyle iki arada bir derede bırakırlar, yürü bildiğin gibi,
şimdiye dek böyle yaptın da neyin eksildi. Efendim, kendi sesini duymakmış… Ne
yaparak yaşamak için yaratılmışsın, onu keşfetmekmiş…
Kafalardaki
iblisin dürtüleri bunlar.
Rakısını
dipledi. Canı sıkılmıştı. Bir şeyi çok düşünmeyeceksin. Doğru bildiğini yapacak
ve yürüyeceksin. Durmayı sevmez hayat. Durmak geç kalmaktır. Kalktı. Kimseye
bir şey söylemeden dışarı koridora çıktı.
İçerdekiler
banyoya gittiğini adımlarını dinleyerek anladılar.
∘∘∘
Baba
yüzünü yıkamış, masaya dönmüş. Yerinde, rakısını tazeliyor. Kız tatlıya
başlamış ikinci dilim baklavasını kesmekle meşgul. Anne, içindeki dinginlik
yüzüne vurmuş, kalan salatayı önüne çekmiş dibini sıyırıyor.
Tv
açık, sesi kısılmış, mırıl mırıl bir program dönüyor. Sessiz ve baygın bir gece
kimsenin ilgilenmediği tv programına eşlik ederek kendiliğinden akıyor.
Anne
önerisine doğrudan karşı çıkılmamasını ileri bir adım diye yorumlamış. Kız fikri
sorulmamasından yakınmak şöyle dursun, mutlu. Baba bir adım yumuşamış ama
sonunda kızı meslek sahibi yapmakta kararlı. Doğrudan karşı çıkmadığı bir öneri
altında geri çekilme diye yorumlanan duruş sergilediğini görüyor. Aslında aynı
yerde, kararlılığından sapma yok, ancak ailesini zarifçe kendi çizgisine nasıl
çekeceğini bilemiyor.
Onu
bulunduğu ikircikli durumda tutan karısının önerisindeki kolayca yakıp
yıkılamayacak kuvvetli ve saygın bir iddia..
Kızı
onların atlattığı badirelerden geçmek zorunda olmamalı… Bu görüşe saygılıydı.
Gecenin
zihinsel ve duygusal dengeleri öyle hassas ve kırılgandı ki kimse yerinden
oynamasını istemediğinden gündeme dönmeye cesaret edemiyordu.
Durumdan
yakınan yoktu. Zaman donmuştu. Masadakiler yemek yer gibi görünseler de aslında
kafalarındaki kavramlarla ve imgelerle oynuyorlardı.
Baba
sonunda artık işi noktalaması gerektiğini gördü.
İyi
ki tam bu sırada kapının zili çaldı çünkü hâlâ nasıl başlayacağını bilmiyordu.
Bu
saatte! Birbirlerine baktılar. Kimse konuşmadı. Baba kapıya yöneldi.
(Devam
edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder