14 Ocak 2019 Pazartesi

"Ne Yaparak Yaşayacaksın" Fakültesi (H1)





Baba, sesini yükseltti.
“Boş yere tartışmayla zaman kaybetmeyelim; iki şey var:  Bir, nasıl para kazanacak bu Kız? İki, nasıl bir hayat yaşayacak? Bana sorarsanız parayı bir kazanmaya gör, hayat cennetteki ırmaklar gibi sütliman, gözünün içine bakarak akacaktır.
İstediğini yaşayarak geçirebilirsin ömrünü. Para varsa hayat da vardır… Para mı hayat mı, diye bir ikilem yok; durduk yerde kafaları karıştırmayın.”
Sustu, boğazını temizledi, pencereye yürüdü perdeyi araladı ve soğuk akşam karanlığına baktı. Gece diğer gecelerden farksız, ne kadar gidebilirsen o kadar derin…
“Paran yoksa,” diye sürdürdü bakışlarını geceden ayırmadan, ”ne yapacağın belli, bir yolunu bulup kazanacaksın… ‘Paran varsa nasıl yaşayacaksın?’ diye bir soru yok aslında, siz uyduruyorsunuz…
İnsanların faka bastığı yer burası… Kime anlatacaksın? Sor bakalım kıza şu kadar parası olsun nasıl yaşayacak? Böyle ahmakça tartışma olur mu? Zaten zor canına yandığım yaşamak, bir de siz zorlaştırıyorsunuz… En iyisi insanları salıvermeli sokağa kim ne yaparsa yapsın! Görürsünüz o zaman hanyayı konyayı.”
“Ne kadar param var baba?” Araya girdi Kız. Gözlerindeki ışık yaptığı şakanın işaret fişeği.
Kaşlarını kaldırdı Baba. Elinde olsa filmi yeniden saracak Kız…
Para kazanmalı mı, kazanmamalı mı umursadığı yok; yalnızca kendini bildik mesleklerin hiçbirinin kalıbına sokamıyor.
Baba’nın ağzı açıldı, kapandı. Son yuttuğu lokmanın tadını yeniden yudumlar gibi. Dili çıktı içeri girdi. Söylediklerim yetti, demiş olmalı. Konuyu kapattı.
∘∘∘

Anne o akşam söze girmedi. O da şaşırdı buna, nasıl yapabilmişti? Ortaya, uyan uymayan bir şeyler söyler, başıboş giden tartışmayı gemlemekten çok alevlendirirdi hep.
Bu konu önemli, çok önemli… Kızı kendi çektikleriyle tanışmamalı… Onu biliyor onu söylüyordu. .
Çalışmak zorunda değildi, ama saçmalıklarla zaman öldürmekten alıkoyamıyordu kendini Anne. Sabah kalkışla akşam yatağa dönüş arasında bir damlacık olsun sevinç yüklenememenin çaresizliğini kime anlatacaktı… Yemekten yemeğe, kahveden şaraba, konkenden briçe, giyinmekten mürüvvet görmeye koşturan arkadaşlarına mı?
Kocası dinleyen biri değildi. Ne istersen yap der, keser atardı… Sonucu acımasızca sorgulardı. Oysa o yolu aydınlatılsın, duraklar bilinsin, arkadan itilsin isterdi… Başka türlüsünü becerecek donanımı yoktu.
Nasıl yaşayacağını seçerken kimsenin seni anlamasını beklemezsin… Bekliyorsan kimsenin aydınlatamayacağı karanlıklardasın… Bunları düşünüyor, aklına yatıyor, ancak kapıyı çarpıp yola düşemiyordu. Ne eksikti bilmiyordu, uzaklardan bazı şeyleri seziyor, resmin tamamını çıkaramıyordu.
Parası vardı, tamam mı, anlıyor musunuz? Ancak hayatı istediği gibi değildi.
Parasız olmuyordu doğru; ama hayatsız hiç olmuyordu. Hangisi önce diye sormak budalalıktı. Elbette her şey yaşam içindi; para, varsa, gerekli bir ayrıntıydı, yoksa can suyu…
Kendisinin baş edemediği açmaza kızı da düşsün istemiyordu. “Biz paradan başladık ta ne oldu? Eh fena da olmadı… Ama yine çıkmazdayım. En azından şimdi ne istediğimi biliyorum kızım “hayat”tan başlamalı… Para yerine…”
Düşünüyor, düşünüyor, kocasına anlatamıyordu… O önce lanet olası “altın bilezik” diyordu; göremiyordu, meslek denilen yapıştırma becerinin insanın içindeki ustalık cinini öldürdüğünü…
Ustalık cini hayattı; işlenmeyi, büyütülmeyi, dallanıp budaklanmasının önünün açılmasını, sevinç doğuracak kıvama getirilmesini bekleyip duruyordu kafanda.… Şanslı istisnalar dışında meslek, toprağını çöle çeviriyordu ustalığın… Anne bunları duyumsuyor ama seslendiremiyordu.
∘∘∘

Kız’ın çevresine karşın yürüyecek cesareti toplayacak birikimi –henüz- yoktu. Gündelik rüzgârlarla her mevsin değişik yönlere eğiliyordu. Kimi dinlerse ona çeviriyordu pusulayı.
Babayla parayı, anneyle hayatı seviyordu.
Yazık çocuğa!
∘∘∘

Bir hafta kadar geçti. Bu konu bir akşam yeniden açıldı. Karar günü yaklaşıyordu. Ya gidecek adını duyup durduğu mesleklerden birine yazılacak ya da “ne yaparak yaşarsa daha iyi olacağını çıkarabilmek” için “insan bilimleri” okuyacaktı.
İnsan bilimlerinde “Ne Yaparak Yaşayacaksın?” bölümü son on yıldır vardı. Öğrenci giriyor, dört yıl boyunca “içindeki gerçek sesini” duymaya çalışıyordu. Psikolojiden, felsefeye, sosyolojiden sanata, edebiyattan müziğe, şiirden tarihe, matematikten mantığa, her daldan hocalar elinden tutuyor, zihnindeki büyümeye hazır tohumlara –büyümeye elverişli saklı zihinsel organlara-  dokunmasına yardım ediyordu..
“Ne Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi adını vermişlerdi bölüme. Kız en çok bu ada vurgundu.
∘∘∘

Üniversite çok saygın, gel gör ki “Ne Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi’ni bilen yok…
“Ben iş arıyorum beyefendi.”
“Buyurun kızım. Nedir mesleğiniz?”
“Ne Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi’ni bitirdim.
“Eğlenme be kızım bizimle, işimiz var şurasında!”
∘∘∘

Okul diploma yanında, neler okutulduğunu, hangi çalışmalar yapıldığını gösteren bir-iki sayfalık açıklama vermeyi de unutmamış. Biliyorlar insanların başına ne geleceğini.
Bitirenlerin büyük bölümü iş aramıyor olsa da, arayanlar çabucak buluyor ve de pek başarılılar. İnanmak kolay değil, Anne de inanamıyor buna.
Akşam yemekte havadan sudan konuşuluyor. Anne de Baba da biliyor konunun dönüp dolaşıp Kız’ın üniversite tercihlerine geleceğini. Şurada iki hafta kalmış başka ne konuşacaklardı ki? Kız fazla dert etmiyor görünse bile içten içe ince bir sızı çektiğini biliyorlar. Onu yoran belirsizlik.
Anne kafaya koymuş, bu akşam Baba’yı ikna etmeyi başaracak. Düşüncelerinin sağlamlığına inandıracak. Ne yapsam da uygun bir yerde punduna getirip derdimi anlatsam?
“Biliyor musun, biz çok çektik kalkışta…” Bu da ne demek şimdi diye dik dik süzdü karısını Baba. Anlamaya çalışıyor belli. Kafası karıştığı için kaşları çatık.
“Yani evliliğimizin ilk yıllarında…” diye açıklık getirdi Anne. “Şimdi durduk yerde niçin söyledim bunu, şunun için, kızımız çekmesin bu sıkıntıları…”
Baba da Kız da gerçek gündeme girdiklerini son sözlerle anladı. İkisi de ağızlarındaki lokmayı çiğnemeyi keserek Anne’ye baktı. Tedirgin bir sessizlik kısa süreliğine egemen oldu masada. Anne, anlamaya çalışan kuvvetli bakışlar altında ezildiğini hissetti. Yumuşacık, sevecen bir çıkışla hava yumuşasın istedi.
“Yani biz para için yorulduk, o yorulmasın. Kötü olasılıkla diyelim ki parasız kaldı; biz destekleyelim onu. Şimdiden, onun adına ne yatırım yapabilirsek yapalım.”
Kızın yüzünde gülücükler açtı. Baba üstüne alınmadı. Tabağını uzattı biraz pilav koymasını işaret etti karısına. Söyleyeceklerini düzene sokmak için zaman kazandığı açıktı. Bakmadan yemek istemişti. Bakışları düşüncelerine yönelmişti.
Sessizlik sürüyordu.
Kız’ın yüzündeki gülümseme biraz daha yayıldı; içinden bir ses şimdi konuşma zamanı değil, diye uyarıyordu. Keyifle uydu bu ihtara. Doğrusu böyle bir niyeti yoktu.
Belli ki kadınlar sessizliğin ucunu Baba noktalayıncaya dek açık bırakmıştı. Duyarsız jestlerle yemeklerini yiyor, bir sözün varsa dinlemeye hazırız mesajı veriyorlardı.
Baba, olan bitenin ayırdına varacak denli zeki. Karısı haksız değil. Kızı para derdi çekmese iyi olur. Anne-babası zamanınca yeterince acılı gün geçirdi lanet olası para pisliğinin ardından. İlle de kızı da aynı yoldan yürümek zorunda mı?, O kadarını anladı anlamasına…
Ama ya zaman beklendiği gibi dönmezse, üç-beş kuruş birikmişleri bugün ona –kızına- da yeter örünse bile, belli mi olurdu… Zamana kim güvenmiş ki ondan güvenmesini istiyorlardı. Hem kadınlara, iş paraya gelince, güvenmemek bildiği ender doğrularından biriydi.
Onlar risk nedir tehlike nedir, burunlarının dibine girinceye kadar koku almazlar. Daha cesur görünmeleri bu yüzden. Görünür görünmez hiçbir macerayı  hesaplamazsan, insandaki kötülüğe, akıldaki budalalığa,  cüzdanında ve   duygularında karşılık ayırmazsan cesaret havadan ucuzdur.
Risk hesaplarını yalnız başına görmeye, kimseye, özellikle yakınındaki kadınlara, güvenmemeyi huy edinmişti Baba.
Kimseye sormaz. Söylerlerse dinlemez. Zorlarlarsa kırardı.
Yemeği ağırdan alıp rakısını yudumlarken kafasından bu düşünceler akın akın bir o köşeye bir bu köşeye saldırıp duruyordu. Karısına düşüncelerinin değişmediğini, kızının da kendi yaptığı gibi işi sağlama alıp önce iyi kötü para kazanacak bir meslek edinmesini gerektiğini söyleyip kestirip atmak istedi. Hep yaptığı gibi…
Ama değil… Bu kez durum değişik olabilir mi? Sağlam oynasın derken, kızı hayatı kaçırabilir mi?
Belki? Belki… Kendisi de bu denli güvenli tarafta olmayı öne almasaydı, daha yaşamaya değer bir ömür sürebilirdi; kim bilebilir. Ama böyle düşününce işin içinden nasıl çıkacaktı.
Kadınlara takılırsan seni hep böyle iki arada bir derede bırakırlar, yürü bildiğin gibi, şimdiye dek böyle yaptın da neyin eksildi. Efendim, kendi sesini duymakmış… Ne yaparak yaşamak için yaratılmışsın, onu keşfetmekmiş…
Kafalardaki iblisin dürtüleri bunlar.
Rakısını dipledi. Canı sıkılmıştı. Bir şeyi çok düşünmeyeceksin. Doğru bildiğini yapacak ve yürüyeceksin. Durmayı sevmez hayat. Durmak geç kalmaktır. Kalktı. Kimseye bir şey söylemeden dışarı koridora çıktı.
İçerdekiler banyoya gittiğini adımlarını dinleyerek anladılar.
∘∘∘

Baba yüzünü yıkamış, masaya dönmüş. Yerinde, rakısını tazeliyor. Kız tatlıya başlamış ikinci dilim baklavasını kesmekle meşgul. Anne, içindeki dinginlik yüzüne vurmuş, kalan salatayı önüne çekmiş dibini sıyırıyor.
Tv açık, sesi kısılmış, mırıl mırıl bir program dönüyor. Sessiz ve baygın bir gece kimsenin ilgilenmediği tv programına eşlik ederek kendiliğinden akıyor.
Anne önerisine doğrudan karşı çıkılmamasını ileri bir adım diye yorumlamış. Kız fikri sorulmamasından yakınmak şöyle dursun, mutlu. Baba bir adım yumuşamış ama sonunda kızı meslek sahibi yapmakta kararlı. Doğrudan karşı çıkmadığı bir öneri altında geri çekilme diye yorumlanan duruş sergilediğini görüyor. Aslında aynı yerde, kararlılığından sapma yok, ancak ailesini zarifçe kendi çizgisine nasıl çekeceğini bilemiyor.  
Onu bulunduğu ikircikli durumda tutan karısının önerisindeki kolayca yakıp yıkılamayacak kuvvetli ve saygın bir iddia..
Kızı onların atlattığı badirelerden geçmek zorunda olmamalı… Bu görüşe saygılıydı.
Gecenin zihinsel ve duygusal dengeleri öyle hassas ve kırılgandı ki kimse yerinden oynamasını istemediğinden gündeme dönmeye cesaret edemiyordu.
Durumdan yakınan yoktu. Zaman donmuştu. Masadakiler yemek yer gibi görünseler de aslında kafalarındaki kavramlarla ve imgelerle oynuyorlardı.
Baba sonunda artık işi noktalaması gerektiğini gördü.
İyi ki tam bu sırada kapının zili çaldı çünkü hâlâ nasıl başlayacağını bilmiyordu.
Bu saatte! Birbirlerine baktılar. Kimse konuşmadı. Baba kapıya yöneldi.

(Devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder