14 Ocak 2019 Pazartesi

"Ne Yaparak Yaşayacaksın" Fakültesi (H2)





Uzun beyaz saçları omuzlarına dökülmüş ak sakallı noel baba kılıklı bir yaşlı vardı kapıda. Elinde orta boy bir spor çantası. Göbeğinin altına sarkmış pantolon kemerinin üstünden gömleğinin ucu dışarı fırlamış. Ayakkabılarını görünmez kılacak denli geniş pantolonu ha düştü ha düşecek. Gömülmüş gözlerinin altında mor damarlı çukurlar. Ve pembe-kırmızı yanakları…
Yayvan ve dolgun yüzünün üstünden saldığı delici bakışları  kucaklıyor ve güven veriyor. Ben, diyor, sana aldırmıyorum; iyisi mi sen de beni kendine yük edinme… Ama sıcak, ama sevecen…
Boğazını temizledi ve konuştu. “Bu saatte beni affedin, Melâhat Hanım’ların ne zaman geleceğini biliyor musunuz diye soracaktım. Uzun yoldan geldim de…”
Melahat Hanım’lar karşı komşularıydı. İyi dosttular.
Anne araya girdi. “Öyle mi, onlar sanıyorum üst sokakta bir tanıdıklarına uğradılar. Buyurun burada bekleyin birazdan gelirler.”
Beyaz saçlı ak sakallı adam “çok sağolun, pek nazik davrandınız…” dedi. Anne ile Baba’nın arasından içeri girdi. Çantasını duvar dibine koydu. Yemek masasına doğru “nereye otursam ki?”  bakışları gönderdi.
Anne sandalyelerden birini çekerek masada yer açtı. “Yemekteydik… Böyle buyurun, belki bir şeyler içmek istersiniz.”
Adam yavaşça çöktü gösterilen yere. Sağında Baba, solunda Anne, karşıda Kız.
“Merhaba amca, hoş geldin,” dedi Kız.
“Ne vereyim size? Karnınız aç mı?” Baba içten bir gülücük eşliğinde yaptı önerilerini. “Yo, sağ olun karnım tok, yeni yedim, Ama bir duble rakıya hayır demem.”
Baba torpilli bir duble rakı doldurdu. Adam rakıyı suyla dumanlandırdı ve sağlığınıza dilekleriyle bardağın yarısını içti. Yüzüne içkinin verdiği hoş sertligin çizgileri uğramadı bile.
Adam rakıyla epeydir içli dışlı diye geçirdi içinden Baba. Sağ elinin tersini dudaklarının üstünde gezdirdi Adam. Baş ve işaret parmaklarıyla alt dudağının altındaki ıslaklıkları da aldı. Rakı keyfine keyif katmıştı.
“Bu güzel kız ne yapıyor bakalım?” Ortaya konuştu Adam. ”Söyle bakalım gözün nerede, ne okumak istiyorsun?”
Üçünden de gülücükler yayıldı. Baba açıkladı. “Günlerdir onu tartışıyoruz… Hâlâ bir karara varabilmiş değiliz. Ondan güldük…”
Tartışmalarını özetledi Baba.
“Peki bu kızımız ne diyor bunlara?”
“Bazen anneme bazen de babama yakın duruyorum. Çıkamıyorum içinden…” diye söze girdi Kız.
“Nasıl çıkacaksın a güzel kızım, Sokrates’ten (ö. m.ö. 399) bu yana tartışılıyor dedikleriniz, insanlık karar kılamadı ki! Bak ne diyeceğim sana, bu akşam beni kader sizin masanıza attı. Demek sana birkaç tümce söylemek varmış. Dinlemek istersen tabii ki?
Evetleyen bakışlarla gülümsedi Baba, Anne ve Kız.
“Ancak küçük bir koşulum var. Bana bir duble rakı daha dolduracaksınız.”
Baba kalktı, rakıyı cömertçe boşaltı bardağına, su ve buz uzattı. Yeni bir görüş dinleyecek olmaktan mutluydu. Belki kafasındaki tıkanıklığı aşabilir, Anne’yi ve Kız’ı daha kolay inandırabilirdi.
Rakısından büyük bir yudum çeken Adam Kız’a döndü.
“Bak kızım, sen daha yenisin bu dünyada daha neler göreceksin… İki cins insan vardır. Bir, anlamak isteyenler, iki, anlamaya kafayı takmayanlar. İnsan kendini tartmadan, önemli bir karara atılmadan –ne konuda olursa olsun- hangi grupta olduğunu iyi bilmeli…
Bu arada hemen söyleyeyim, dediklerim öğüt değil hayallerimdir. Benim rüyalarım başka, der, boş verirsen de normaldir, arasında biraz dolaşmak, neden olmasın dersen de olağandır.
Ne diyordum, Sokrates’in kendini bil demesi bu olsa gerek…
Anlamak isteyenlerden misin; yoksa boş verip hayatı gelişine mi yaşıyorsun? Her şeyin çivisi burada çıkar.
Anlamak isteyen, hangi oyunu oynarsa oynasın sonuçları sorgular; neden böyle olmuştur? Her zaman aynı sonuç alınır mı? Binlerce soru… Kediyi öldüren merak gizlidir kafasında.
Anlamaya kafayı takmayan, sonucu Allah emri gibi alır. Aynı şeyleri yaparsa aynı sonucu alacağından öyle emindir ki, kuşku duyanlara ahmak der…
Kız düşünmeye başlamıştı çoktan hangi gruptayım diye. “O kadar kolay değil yanıtlamak!”
İlk grup gündelik hayatta “köyün delisi” rolündedir. Köyün delisi müslüman mahallesinde salyangoz satar. Hep vurgun yer, hep acı çeker; olgunlaşır adam olur belki sonunda ama diyeti korkutucudur.
Meslekler gündelik hayat oyunlarıdır. Anlamak isteyen insan meslek sahibi olursa acıyı göze almalı. Gündelik hayat işini gören gerisini boş verenlerin dünyasıdır. Kısaca “anlamayı kafaya takmayanların” dünyası…
Anne uykudan uyanır gibi ayrıldı düğşüncelerinden. Adam’a soracaklarını sıralıyordu ki… Asansörden tıkırtılar geldi. “Melâhat Hanım’lar geldi” diye ayağa kaltı Baba, dış kapıya yöneldi.
Melâhat hanım başını uzattı. “Komşu ne olur kusura bakmayın, haberim olsa gider miyim! Gel ağabey, gel hadi… Bak hâlâ masayı bile kaldıramamışlar…”
Bin bir özürle aldılar Adamı.
∘∘∘

Baba Kız, ertesi gün üniversiteye gitti. Anne’nin işi çıktı gelemedi. Kız’ı “Ne Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi’ne yazdırdılar.
∘∘∘

Ertesi akşam yemek güle oynaya yendi. Anne bile bir kadeh kırmızı şarapla kutladı kızının yeni okulunu.
“İster misiniz” diye sordu Baba “bu akşam şöyle güzel bir filim koyup seyredelim?”
Hurra! Tam destek. Hızla masayı toplamaya başladılar. Birlikte. O da ne? Kapı çalıyor! Bu vakitte!
“Ohh Melâhat Hanım buyurun, buyurun canım geri durmayın!”
Melahat Hanım dış kapıdan kafayı uzatmış -içeri girmeden- fısıltıyla konuştu. “Komşum ne olursunuz, kusurumuza bakmayın. Dün akşam telaştan sizinle konuşamadım. Ağabeyim içerde gene pek rahat konuşamıyorum. Ama sizi mutlaka uyarmalıyım, o biraz kafadan, nasıl söylemeli, uçuktur, olur olmaz ileri geri bir sürü saçmalık anlatmıştır. Aman gözünüzü seveyim dediklerini ciddiye almayın. Bizde onu kimse dinlemez.   Tekrar kusurumuza bakmayın.”
∘∘∘




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder