Uzun
beyaz saçları omuzlarına dökülmüş ak sakallı noel baba kılıklı bir yaşlı vardı
kapıda. Elinde orta boy bir spor çantası. Göbeğinin altına sarkmış pantolon kemerinin
üstünden gömleğinin ucu dışarı fırlamış. Ayakkabılarını görünmez kılacak denli
geniş pantolonu ha düştü ha düşecek. Gömülmüş gözlerinin altında mor damarlı çukurlar.
Ve pembe-kırmızı yanakları…
Yayvan
ve dolgun yüzünün üstünden saldığı delici bakışları kucaklıyor ve güven veriyor. Ben, diyor, sana
aldırmıyorum; iyisi mi sen de beni kendine yük edinme… Ama sıcak, ama sevecen…
Boğazını
temizledi ve konuştu. “Bu saatte beni affedin, Melâhat Hanım’ların ne zaman
geleceğini biliyor musunuz diye soracaktım. Uzun yoldan geldim de…”
Melahat
Hanım’lar karşı komşularıydı. İyi dosttular.
Anne
araya girdi. “Öyle mi, onlar sanıyorum üst sokakta bir tanıdıklarına uğradılar.
Buyurun burada bekleyin birazdan gelirler.”
Beyaz
saçlı ak sakallı adam “çok sağolun, pek nazik davrandınız…” dedi. Anne ile Baba’nın
arasından içeri girdi. Çantasını duvar dibine koydu. Yemek masasına doğru “nereye
otursam ki?” bakışları gönderdi.
Anne
sandalyelerden birini çekerek masada yer açtı. “Yemekteydik… Böyle buyurun,
belki bir şeyler içmek istersiniz.”
Adam
yavaşça çöktü gösterilen yere. Sağında Baba, solunda Anne, karşıda Kız.
“Merhaba
amca, hoş geldin,” dedi Kız.
“Ne
vereyim size? Karnınız aç mı?” Baba içten bir gülücük eşliğinde yaptı
önerilerini. “Yo, sağ olun karnım tok, yeni yedim, Ama bir duble rakıya hayır
demem.”
Baba
torpilli bir duble rakı doldurdu. Adam rakıyı suyla dumanlandırdı ve sağlığınıza
dilekleriyle bardağın yarısını içti. Yüzüne içkinin verdiği hoş sertligin
çizgileri uğramadı bile.
Adam
rakıyla epeydir içli dışlı diye geçirdi içinden Baba. Sağ elinin tersini
dudaklarının üstünde gezdirdi Adam. Baş ve işaret parmaklarıyla alt dudağının
altındaki ıslaklıkları da aldı. Rakı keyfine keyif katmıştı.
“Bu
güzel kız ne yapıyor bakalım?” Ortaya konuştu Adam. ”Söyle bakalım gözün nerede,
ne okumak istiyorsun?”
Üçünden
de gülücükler yayıldı. Baba açıkladı. “Günlerdir onu tartışıyoruz… Hâlâ bir
karara varabilmiş değiliz. Ondan güldük…”
Tartışmalarını
özetledi Baba.
“Peki
bu kızımız ne diyor bunlara?”
“Bazen
anneme bazen de babama yakın duruyorum. Çıkamıyorum içinden…” diye söze girdi Kız.
“Nasıl
çıkacaksın a güzel kızım, Sokrates’ten (ö. m.ö. 399) bu yana tartışılıyor
dedikleriniz, insanlık karar kılamadı ki! Bak ne diyeceğim sana, bu akşam beni
kader sizin masanıza attı. Demek sana birkaç tümce söylemek varmış. Dinlemek
istersen tabii ki?
Evetleyen
bakışlarla gülümsedi Baba, Anne ve Kız.
“Ancak
küçük bir koşulum var. Bana bir duble rakı daha dolduracaksınız.”
Baba
kalktı, rakıyı cömertçe boşaltı bardağına, su ve buz uzattı. Yeni bir görüş
dinleyecek olmaktan mutluydu. Belki kafasındaki tıkanıklığı aşabilir, Anne’yi
ve Kız’ı daha kolay inandırabilirdi.
Rakısından
büyük bir yudum çeken Adam Kız’a döndü.
“Bak
kızım, sen daha yenisin bu dünyada daha neler göreceksin… İki cins insan
vardır. Bir, anlamak isteyenler, iki, anlamaya kafayı takmayanlar. İnsan
kendini tartmadan, önemli bir karara atılmadan –ne konuda olursa olsun- hangi
grupta olduğunu iyi bilmeli…
Bu
arada hemen söyleyeyim, dediklerim öğüt değil hayallerimdir. Benim rüyalarım
başka, der, boş verirsen de normaldir, arasında biraz dolaşmak, neden olmasın
dersen de olağandır.
Ne
diyordum, Sokrates’in kendini bil demesi bu olsa gerek…
Anlamak
isteyenlerden misin; yoksa boş verip hayatı gelişine mi yaşıyorsun? Her şeyin
çivisi burada çıkar.
Anlamak
isteyen, hangi oyunu oynarsa oynasın sonuçları sorgular; neden böyle olmuştur?
Her zaman aynı sonuç alınır mı? Binlerce soru… Kediyi öldüren merak gizlidir
kafasında.
Anlamaya
kafayı takmayan, sonucu Allah emri gibi alır. Aynı şeyleri yaparsa aynı sonucu
alacağından öyle emindir ki, kuşku duyanlara ahmak der…
Kız
düşünmeye başlamıştı çoktan hangi gruptayım diye. “O kadar kolay değil
yanıtlamak!”
İlk
grup gündelik hayatta “köyün delisi” rolündedir. Köyün delisi müslüman
mahallesinde salyangoz satar. Hep vurgun yer, hep acı çeker; olgunlaşır adam
olur belki sonunda ama diyeti korkutucudur.
Meslekler
gündelik hayat oyunlarıdır. Anlamak isteyen insan meslek sahibi olursa acıyı
göze almalı. Gündelik hayat işini gören gerisini boş verenlerin dünyasıdır.
Kısaca “anlamayı kafaya takmayanların” dünyası…
Anne
uykudan uyanır gibi ayrıldı düğşüncelerinden. Adam’a soracaklarını sıralıyordu
ki… Asansörden tıkırtılar geldi. “Melâhat Hanım’lar geldi” diye ayağa kaltı
Baba, dış kapıya yöneldi.
Melâhat
hanım başını uzattı. “Komşu ne olur kusura bakmayın, haberim olsa gider miyim!
Gel ağabey, gel hadi… Bak hâlâ masayı bile kaldıramamışlar…”
Bin bir
özürle aldılar Adamı.
∘∘∘
Baba
Kız, ertesi gün üniversiteye gitti. Anne’nin işi çıktı gelemedi. Kız’ı “Ne
Yaparak Yaşayacaksın” Fakültesi’ne yazdırdılar.
∘∘∘
Ertesi
akşam yemek güle oynaya yendi. Anne bile bir kadeh kırmızı şarapla kutladı
kızının yeni okulunu.
“İster
misiniz” diye sordu Baba “bu akşam şöyle güzel bir filim koyup seyredelim?”
Hurra!
Tam destek. Hızla masayı toplamaya başladılar. Birlikte. O da ne? Kapı çalıyor!
Bu vakitte!
“Ohh
Melâhat Hanım buyurun, buyurun canım geri durmayın!”
Melahat
Hanım dış kapıdan kafayı uzatmış -içeri girmeden- fısıltıyla konuştu. “Komşum
ne olursunuz, kusurumuza bakmayın. Dün akşam telaştan sizinle konuşamadım.
Ağabeyim içerde gene pek rahat konuşamıyorum. Ama sizi mutlaka uyarmalıyım, o
biraz kafadan, nasıl söylemeli, uçuktur, olur olmaz ileri geri bir sürü saçmalık
anlatmıştır. Aman gözünüzü seveyim dediklerini ciddiye almayın. Bizde onu kimse
dinlemez. Tekrar kusurumuza bakmayın.”
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder