Kahvehanede
bir ben varım, bir de öbür köşede yaşlıca bir hanım. Torbasından çıkardığı
kurabiyeleri yiyor. Kaçıncı çayını içti sayamadım. Gördüm, güleç yüzlü garsona
da ikram etti kurabiyelerinden. Yüzünden gülücük eksik olmayan – öyle her an
düşecekmiş gibi zoraki gülümseme sanmayın- çaycı iki tane aldı; sıcak,
kucaklayıcı bir “sağol” bıraktı, yürüdü…
Hep
güler bu genç, patronu asık suratlının biri. Çay dağıtır, tatlı sözler
eşliğinde, zarafetle bırakır masaya. Ne
zaman gelsem böyledir.
Canı
sıkılmaz mı, işleri ters gitmez mi, evliyse karısıyla hiç mi kavga etmez… Hep
merak etmişimdir. Sormak istemişimdir, soramamışımdır… Neden acaba? Gülmesi
kesilir diye mi korkuyorum?
∘∘∘
Bak
gene geldi, çay vermiş çevre dükkânlara. Yanımdan geçerken, hafifçe eğildi,
gülerek, “ağabey, taze çayım var veriyim mi? Tam ağzına layık…”
“Ver,”
dedim,” ver ama bir şartım var…” Durdu dik dik baktı, “ne ola ki?” sorusunu
okudum gözlerinden.
“Bir
çay da kendine al, birlikte içelim çaylarımızı!”
“Peki
ağabey, geldim…”
∘∘∘
Çaylarımız
geldi. Yanlarında birer kurabiye. Çekti sandalyeyi yanıma oturdu.
Sordum.
“Kurabiyeler
köşede oturan hanımdan değil mi?”
Birden
yüzüme baktı: “Nasıl da yakaladın? Ağabey senden korkulur vallahi?”
Düzgün
tane tane konuşuyordu. Okula gittiği kesindi. Kurabiye eşliğinde çaylarımızdan
birer yudum aldık.
Adımı
söyledim, onunkini sordum.
“Mehmet.”
dedi.
“Bak”
dedim,” Mehmet “buraya sayısız kez geldim, her gelişimde gördüğüm değişmiyor.
İnsanlara gülerek, güzel sözler ederek, hatır sorarak çay dağıtıyorsun. Anlat
bakalım nasıl bu kadar güler yüzle bakabiliyorsun bu bildiğimiz dünyaya.
Durdu,
çayını masaya bıraktı, bir süre önüne baktı. Usulca başını bana döndürdü.
“Ne
olsun be ağabey, gülmesek ne olur ki?”
Sandalyesini
yavaşça geri çekti.
“Belli
ki iyi bir insansın sen Mehmet. Başka türlü böyle olamazsın. Sen burada çalışmasan
belki de ben başka kahveye giderim, ne biliyim…”
“İyi
insan olmak güzel tabii, ama talihin güzel olacak ağabey, talihin…”
Gülmeye
alışık yüzüne gerginlik yakışmadı. Başka insan olmuştu Mehmet. Ben de üzüldüm.
Durduk yerde adamın keyfini kaçırmıştım.
“Mehmet
canını sıktıysam, boş ver; benimkisi yalnızca merak, olmasa da olur…”
“Benim
ikiz çocuğum var, ağabey; hanımla ben onları hastaneye taşımakla vazifeliyiz.
Haftada iki gün.”
“Nesi
var çocukların?”
“İkisi
de, ne diyorlar, otistikmiş. Biz hanımla ne zaman doktorun ağzından güzel bir
söz duysak mutlu oluyoruz. Ne yapalım. Böyleyse böyle.”
“Kusura
bakma canını sıktım Mehmet.”
“Yok
ağabey, kusur mu olurmuş?” Fırladı kalktı, “hemen birer çay kapayım, çayın demi
geçmesin. Bu çaylar benden, para verirsen gücenirim.”
Yüzünü
yine bildik gülümseme taramıştı.
Rahatladım.
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder