Eminim;
Bilimden teknolojiye giden,
oradan şirketlere uzanan yolun ‘hayat’ duraklarına uğramadığını…
Teknoloji yayıldıkça hayatınızın
daraldığını,
Uygarlık(!) geliştikçe ağacın,
kuşun, suyun azaldığını,
Beton yayıldıkça canın
tükendiğini…
∘∘∘
Neden?
İnsanlığın yüz akı büyük kurum ‘bilim’
nasıl oluyor da hayata düşman bir role soyunurken kılı kıpırdamıyor?
Yok! Abarttım biraz; bir bölümü
ayakta…
Peki, geri kalanlar nasıl rahat
edebiliyor?
İnsanın kötü tarafı hep biraz
önden gidiyor biliyoruz, bilmesine;
Ama yetmiyor onca bilim insanının
hayat ve doğaya bunca kayıtsızlığını açıklamaya…
∘∘∘
Tuzak felsefede yatıyor!
Bilgiyi biçimlendiren, bugün
bilim dünyasının ağırlıklı olarak yaslandığı bilgi felsefesindeki büyük kara delik, kurtulmamız gereken…
Ormanlarımızı yutan, iklim
yıkımına neden olan, hayatı insana çok gören hep o…
∘∘∘
Galileo’dan (ö.1642) Descartes’e
(ö.1650), ondan Kant’a (ö. 1804) ve Popper’e (ö.1994) kadar uzanan bilgi
çerçevesinin, hayatı, duygulanımı, hislerimizi kavrayıp anlatamayınca görmezden
gelmesidir…
Klasik bilim insanı hayatı küçümser,
doğayı anlamayı yaşamın önüne aşılmaz bir duvar gibi çeker.
Bakınız: Celal Şengör…
Onlara için hayat hikâyedir!
Dünyanın romanı doğada yazılır…
Romanın yazarı bilim ve
teknoloji, şirketlerin pusulasında hayatın küçük dramlarına çare bulacaktır…
Hayat dediğin küçük önemsiz acılardır!
∘∘∘
Şöyle der; Popper: Dert etmeyin
açık toplum tüm sorunları çözecektir!
Son 15 yılın içindeyiz…
Kömürü ve petrolü radikal olarak
kesmezsek artık açık toplum boş yere kendini üzmesin…
Yapılacak bir şey kalmıyor; geri
dönülmez günün akşamına dayanıyoruz…
∘∘∘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder