30 Ekim 2016 Pazar

Kendinize Kafayı Takmazsanız





Hangi risklere atılıyorsunuz, başınıza neler gelebilir bilmek istersiniz…

Koskoca dünyayı bırakıp insanın kendisiyle uğraşması abestir!

Büyük idealleri, ideolojileri kenara koyup kendisine kafayı takması toplumun renk ölçeğinde karşılık bulmaz.

Kendinize -hapsolduğunuz bedene- aldırmadan içine fırlatıldığınız toplumun rüzgârlarına açarsınız yelkenlerinizi.
∘∘∘


Bedeli vardır.

Ödersin.

Kader dersin!
∘∘∘


İnsan beyni yanılmaya öylesine açıktır ki, sıradan duygusal kaprislerinin peşine takılır, dünyanın en mantıklı kararlarını alıyorum sanırsın.

Ve de herkese kafa tutarsın!

Hikâyeni yazanlar inançları peşinde gitti, kendini bitirdi derler!

Satır aralarına saygı ve alkışlar yerleştirilmiştir.

Arkanızdan gelenleri aynı yola iter bunlar.

Başka bir pencereden bakan ve b.k yoluna harcandı diyenler de olabilir, ancak kulak veren pek olmaz…
∘∘∘


Bugün kendine kafayı takarsan yarın hayal kırıklıkları yanına zor yaklaşır.

Kolay mıdır kafayı takmak kendine?

Aklınıza, ailenize, çevrenize, popüler ne varsa ona, zamanın rüzgârlarına karşı duracaksın!

Zorluk burada yatar!
∘∘∘


Zaman nadiren doğrudan ve iyiden yana olur!

Kısa sürer, çabuk söner bu dönemler.

Güç egemen olur, çıkar baskın gelir.

Resim budur; pek aydınlık sayılmaz…

Kuvvetiniz, kendinizi iyi tanımak, yani kendinize kafayı takmaktır…
∘∘∘


Karamsar derler aldırmayın!

Tablo kara ise karamsar, kötü ise kötümser olur, mücadelenizi ona göre yaparsınız!

Kendi anlamlarınızın savaşımı değil mi hayat?

Kafayı takar, kendinize kavuşursanız kara tablolar yalnızca öfkenizi pompalar.
∘∘∘


Öfkelendikçe enerji dolarsınız…

Yeter ki kendinize kafayı takmış olun!
∘∘∘






28 Ekim 2016 Cuma

Mutlaka Hissediyorsunuz





Eminim;

Bilimden teknolojiye giden, oradan şirketlere uzanan yolun ‘hayat’ duraklarına uğramadığını…

Teknoloji yayıldıkça hayatınızın daraldığını,

Uygarlık(!) geliştikçe ağacın, kuşun, suyun azaldığını,

Beton yayıldıkça canın tükendiğini…
∘∘∘


Neden?

İnsanlığın yüz akı büyük kurum ‘bilim’ nasıl oluyor da hayata düşman bir role soyunurken kılı kıpırdamıyor?

Yok! Abarttım biraz; bir bölümü ayakta…

Peki, geri kalanlar nasıl rahat edebiliyor?

İnsanın kötü tarafı hep biraz önden gidiyor biliyoruz, bilmesine;

Ama yetmiyor onca bilim insanının hayat ve doğaya bunca kayıtsızlığını açıklamaya…
∘∘∘


Tuzak felsefede yatıyor!

Bilgiyi biçimlendiren, bugün bilim dünyasının ağırlıklı olarak yaslandığı bilgi felsefesindeki büyük kara delik, kurtulmamız gereken…

Ormanlarımızı yutan, iklim yıkımına neden olan, hayatı insana çok gören hep o…
∘∘∘


Galileo’dan (ö.1642) Descartes’e (ö.1650), ondan Kant’a (ö. 1804) ve Popper’e (ö.1994) kadar uzanan bilgi çerçevesinin, hayatı, duygulanımı, hislerimizi kavrayıp anlatamayınca görmezden gelmesidir…

Klasik bilim insanı hayatı küçümser, doğayı anlamayı yaşamın önüne aşılmaz bir duvar gibi çeker.

Bakınız: Celal Şengör…

Onlara için hayat hikâyedir!

Dünyanın romanı doğada yazılır…

Romanın yazarı bilim ve teknoloji, şirketlerin pusulasında hayatın küçük dramlarına çare bulacaktır…

Hayat dediğin küçük önemsiz acılardır!
∘∘∘

Şöyle der; Popper: Dert etmeyin açık toplum tüm sorunları çözecektir!

Son 15 yılın içindeyiz…

Kömürü ve petrolü radikal olarak kesmezsek artık açık toplum boş yere kendini üzmesin…

Yapılacak bir şey kalmıyor; geri dönülmez günün akşamına dayanıyoruz…

∘∘∘


24 Ekim 2016 Pazartesi

Yaşamak Ayıp Olurdu Hayatın Mantığı Olsaydı






Aslında yaşam vahşi ve utanmaz bir pragmatizmdir.

Kör ve acımasız bir duygu, ille de yaşamaya zorlar.

Niçin yaşadığımızı anlamasak da…

Elimizdeki zamanı ne yapacağımızı bilemesek de…

Güzel gelir yaşamak…
∘∘∘


Duygularımızla korkar…

Aklımızla utanırız.

Ahlak aklımızın çocuğudur…

Korkularımız, endişelerimiz, kaygılarımız ağır bastığı için çocuğumuzu hep ateşe atarız.

İnsan türüne yön veren pusula, vahşi ve utanmaz pragmatizm –yararcılık-, bu yönü gösterir!
∘∘∘


Sağ kalmaya ayarlı güdümlü füze evrim böyle istemiştir.

Korkularımızı, hangi tehlikeye karşı nasıl bir refleksle çırpınacağımızı otomatik pilot gibi yerleştirmiştir içimize.

Gözünü kapar yaşamak ister ruh.
∘∘∘


Bu yazdıklarımı aklımızla görürüz.

Dostoyevski (ö. 1881), kırk yaşından sonra yaşamak ayıptır, der.

Mutlaka olmuştur yaşamaktan utandığınız anlar.

Sığınmacıları seyretmişsinizdir televizyonda…

Kan gölüne çevrilen ülkelerin dramını, katledilen doğayı, yok edilen canlı türlerini, daraltılan, bitirilen hayatları…

Para kazanmak doğaya biraz aykırı ama ne yapalım oyunun kuralı böyle, diyen CEO’ları…

Toz tutma aygıtlarının hiçbir zaman yeterli olmadığını bile bile, hayatların bittiğini göre göre yapılan kömür santrallerini…

Utanmışsınızdır!
∘∘∘


Ama duygularımızla korkar, aklımızla utanırız…

Korkularınız hep baskın durur, aklınızı iğdiş eder.

Her duruma uygun yeni mantıklar bularak utancınızı arka plana atıp unutursunuz.

Tehlikeleri görmezden gelir, uçuruma yürüdüğünüzü bile bile güler oynarsınız.

Çünkü ‘kurbanlık koyunlar mantığı'nı –tümevarım- uyguluyorsunuzdur:

Bugün iyi ise yarın da iyi olacaktır diye uyutursunuz kendinizi!
∘∘∘


İyi ki yalnız yürüyenler var.

Dünyanın çarpık mantığıyla bilek güreşi yapan.

∘∘∘

22 Ekim 2016 Cumartesi

Karşınızdakinden ve Hayattan Bunalmadan Yaşamak






Genel maksatlı toplantılarda uzun kalınca bunalıyorum…

Elimde değil!

Nasılsınız iyi misiniz, çocuklar nasıl, hanım nasıl birlikteliklerinde…

Ya susuyorum ya da çok konuşuyorum bunaltımla baş etmek için.

Az kalmalıyım…

Tadında bırakmalıyım…
∘∘∘


Doğum günleri, arkadaş toplantıları, bayram ziyaretleri, aile toplantıları, gel bir kahve içelim sohbetleri, vakit geçsin diye insanların başından geçen ilginçlikleri seslendirdikleri gündelik gidip gelişler…

Genel maksatlı…

Erken kalkıyorsam kabalığımdan değil bunaldığımdan…

Nazik biri olduğumu kanıtlamaya çalışmıyorum…

Benim de bir mantığım olduğunu söylüyorum…
∘∘∘


İnsanın insanla birlikteliği olabildiğince özel maksatlı olmalı gibi geliyor bana.

Ne kadar başarırsanız o kadar rahat ediyorsunuz…

Sohbetin tadını asıl o zaman keşfediyorsunuz!

Gündemi olan toplantılar özel –maksatlı- toplantılar:

İlginizi –amaçsız- çeken konularda sohbet edeceğiniz dostlarınızla birliktelikler özel maksatlı…

İkide bir ‘daha daha nasılsın’ duvarına çarpıp geri gelmezsiniz…

Zamanın nasıl aktığını bilemezsiniz…

Domatesin nasıl yetiştirileceğini, evde kendi yoğurdunuzu yapmayı, hayatın nasıl daha az sıkıcı yapılacağını, çalışma esaretinin acılarını dindirmeyi, iyi futbol, tenis oynamayı konuşursunuz…

Karşınızdakinden ve hayattan bunalmamanın yollarını keşfetmeye çalışırsınız örneğin…

Neyi canınız çekerse!

Size özel!
∘∘∘


Hayat dünyayı özel maksatlı yapabildiğimiz kadar güzel:

Karşınızdakinden bunalmamanın yollarını bulduğunuz…

Hayattan sıkıldığınızda yapmak üzere sizi büyüleyen –saçma da olsa- bir şey keşfettiğiniz kadar…

∘∘∘



16 Ekim 2016 Pazar

Hayat Piyasaya Aykırıdır






Tüketerek mutlu olmayı ummak, çok yiyerek hayata daha kuvvetli sarılmayı beklemeye benziyor…

Yedikçe kopuyorsunuz!
∘∘∘


Apaçık değil mi?

Niçin düşüyoruz göz önündeki bu tuzağa?

Mesele can sıkıntısıyla baş etmede düğümleniyor!
∘∘∘


Bakmayın sürekli yaşamak istediğimize…

Tanrı, sınamak için ölümsüzlüğü verse elimize, neresinden tutacağımızı bilemeyiz.

Onca vakti can sıkıntısında debelenerek nasıl geçireceğiz?
∘∘∘


17. yüzyılda Spinoza (ö. 1677) yazmış:

Yaptıklarınızın sonunda yaşama arzunuz katlanıyor mu, yoksa yorgun bir kaplumbağa gibi kafasını içeri mi çekiyor?

Yaşam doyumsuz bir şölen sofrasına dönüyorsa doğru yoldasınız…

Değilse çekin kuyruğunu gitsin!
∘∘∘


Kolay bir formülü var, diyor ünlü Hollandalı filozof: sorularınıza uygun cevaplar bulduğunuzu gördükçe yaşam elinizden bırakmak istemediğiniz oyuncağa dönüşür…

Yaşamayı seversiniz…

Ona göre hayat, mutlu olmak isteyenler için basit bir ‘sorup-cevap’ oyunudur…

Cevaplarınızın işe yaradığını gördükçe içiniz açılır, iyi ki yaşıyorum dersiniz…
∘∘∘


Bu, sokağın para kazanma oyunu olan piyasaya terstir…

Düşünce yasaktır piyasada…

Çünkü zordur ve baştan çıkarıcıdır…  

Daha kolayı ve sağlam olanı iyi ilişkiler (!) kurmak, çıkarlarını göz alıcı bir iletişimle bayraklaştırmaktır…
∘∘∘


K.R.Popper’in (ö. 1994) liberalizmi, Kant’ın (ö. 1804) bilgi kuramı üstünde yükselir…

Kant, insanın, hissedilen dünyanın, kısaca hayatın bilgisini hesaba kitaba vuramadığı için görmezden gelmiştir…

Kant’ta yaşam, bilinebilir dediği dünyanın içinde sığışmıştır, öksüzdür... 

Piyasanın da umurunda değildir hayat!

Öncelik her zaman paranındır!

∘∘∘

Kant, Spinoza’yı okusaydı ve ciddiye alsaydı, insan türü kendini yok etme yarışında bu hızla fütursuzca koşamazdı…

∘∘∘



12 Ekim 2016 Çarşamba

Cevabı Kolay Olmayan Sorular






Karanlığı gördüğünüzde ne yapıyorsunuz?

Küfür mü ediyorsunuz içinizden?

Elinizden ne geliyorsa, orada bir mum mu yakıyorsunuz?

Yoksa iyimser olmak iyidir, diye arkasından karanlığa bakacak pembe bir perde mi arıyorsunuz? Öyle ise bu budalalık değil mi?
∘∘∘


Uygarlık doğayı taklit etmeli mi?

Aklıyla yürüyorsa, doğruları uygular yanlışları değiştirir…

Doğada hiçbir canlı çalışmıyor, insan neden çalışmak zorunda?

Canlıların efendisi neden isteyerek kendini köleleştiriyor?
∘∘∘


İnsana güvenilmesi gerekmiyor mu?

Yaşama hakkını kullanma ve kullanmama konusunda neden güvenilmiyor?

İsteyen yaşar isteyen çekip gider!

Çekip gitme özgürlüğü neden yok?
∘∘∘


Daha az elektrik kullansak da çocuklarımız temiz hava solusa iyi olmaz mı?

Televizyonda dizi seyretmesek olmuyor mu?

Yoksa insanların en büyük sorunu büyük piyangoda ellerine geçirdikleri zamanı nasıl kullanacaklarını bilememeleri mi?
∘∘∘


Üniversitelerin adı ‘evrensel’den geliyor…

Evrensel geçerliliği olan şeyler öğretilir üniversitede…

Peki, savaş evrensel bir değer mi?

Petrol ve kömür kullanımı iklim yıkımının nedeni değil mi?

Silah, petrol ve kömür endüstrisi ile işbirliğinin nesi değer?
∘∘∘


Ölümüne büyümek kader mi?

Rekabetin neresi iyi, büyümeyi mümkün kılması mı?

Büyümeden, paylaşarak yaşasak olmuyor mu?

Yaşamak ille de elektrik üretip televizyon seyretmek mi?
∘∘∘


Otomobil insanı özgürleştirecekti kilitledi bıraktı…

Adım atamaz olduk!

İnsan elini attığı her şeyi çekilmez yapıyor!

Yoksa bir yerde müthiş bir yanlış mı var?

∘∘∘


11 Ekim 2016 Salı

Kadın Tanımadığı Adama Aşık Olurmuş





Bir kahramanının ağzından böyle konuşuyor romancı…

Elinizden bırakamayacağınız lezzette yazılmış romanında…
∘∘∘


Erkeği neden ayırmış bilmiyorum.

Bence kendini ayrı koyuyor: sanıyor ki o tanısa da sevebilir…

Yanılıyor…

Adam da kadın da tanımadığına büyüleyici hayallerle bağlanıyor bir süre…

Aşk dediğimiz gündelik hayatın bıktırıcı yolculuğunda bir süre eğlendiğimiz sihirli hayal durağı değil mi?
∘∘∘


Bir şiirde hüzünlenir, bir romanda kaybolur, bir resme dalar, bir müzikle kopar gibi…

Birbirini tanıyıncaya dek süren…

Neden bu kadar çabuk bitti, dersiniz içinizden.

Baştan çıkarıcı hayaller, yerini kış güneşine bırakan sabah pusu gibi dağılmaya başlamıştır…
∘∘∘

Gözler karşılıklı açılır:

Vahşi hayat duyguları, aşk molasının ardından ‘kendini yaşama’ yarışına geri dönmüş...

Arkadaşlık, aşkı ittirip sahne dışına sürmüştür.
∘∘∘


Dostluğu karıştırmayın bu arkadaşlıktır…

Kötü de değildir…

Kendiniz olmayı becerebilirseniz yaşamın hüznünü birlikte taşırsınız.

Yarışmak yerine hayatı anlamaya çalışmanızı ister arkadaşlık…

‘Anlamayı boş ver yaşamaya bak!’ vasatlıklarını geçip mücadele etmenizi…

Size ait anlamlar için, sonucuna aldırmadan, amaçlar koymadan savaşmanızı…

Don kişot olmanızı bekler…

Topu karşıya atmadan kendinize yetmelisiniz.
∘∘∘


Aşk sonrası arkadaşlık kesmiyor mu?

Yeni bir aşk mı arıyorsunuz?

Dikkat edin, hayatınızdaki anlam boşluğunu seksle doldurmak istiyor olmayasınız!

Ekmek bulamayınca pasta arıyor olabilirsiniz!
∘∘∘

9 Ekim 2016 Pazar

Çekip Gitme Özgürlüğü






Bildiğimiz bu kadar…

Bununla yetinin,

İdare edin,

Fazlasını istemeyin, diyen dünyaya yüz verilmesin!
∘∘∘


Hayatı kovmuş…

Ruhunuzu yok saymış,

Hayal kırıklıklarınızı görmemiş,

Bilemiyorum, anlayamıyorum diye trajedinize kulaklarını tıkamış…

Dünya terkedilsin!
∘∘∘


Descartes’ın (ö. 1650) temelini attığı dünya bu…

Anlamaya çalışanla, anlamaya çalıştıklarını birbirinden ayırır…

Bakan insan, önündeki dünyanın parçası değildir…

Hayat, kurban edilmiş, engellenmiş, dünyaya alınmamıştır…
∘∘∘


Kant’ın (ö. 1804) dünyası bu…

Hayatı, ‘bilinemez’ diye, metafiziktir diye kenara iten…

Acılarınızı bilginin içine sokamadığı için kapı dışarı eden…

Aklı ermediği için ruhunuzu yok sayan!
∘∘∘


Bilgiyi göklerden yere indiren, aklı merkeze alan modern felsefe, hayatı karmaşık bulduğu için reddetmiştir…

Kesinlikler uğruna…

Felsefe filozofların, hayat senindir…

Onlar ne derse desin, hiçbirini hayal kırıklıklarına anlatamazsın…

Yaşamını paralanmış eski bir gömlek gibi çıkarıp atamazsın!
∘∘∘


Bugün geldiğin böyle bir durak…

Ya yolculuğu sürdürecek gittiğin yere razı olacaksın…

Ya da kaptana işaret edecek, otobüsü durduracak, inecek ve çekip gideceksin!
∘∘∘


Söylemesi kolay, diye içinden geçirdiğini duyuyorum!

‘Çekip gitme’ kararın Descartes’a ve Kant’a itiraz ikliminde yeşermişse…

Hayatının peşindeysen, yolunu mutlaka bulacaksınız…

Çünkü ne pahasına yolculuk ettiğinin farkındasınız…
∘∘∘


Yok, aynı yöne giden daha konforlu bir yolculuk arıyorsan…

O hesap bu yazının konusu değil!

∘∘∘