29 Eylül 2019 Pazar

Hep "Aynı Şey"




Hep “aynı şey”i yazıyorsun…
∘∘∘

Yazan hep “aynı şey”i anlatabilsin ister;
“Aynı şey”i okumak ister okuyucu…
Farklı diye düşündüğü anlatıları bile, aradığı hep “aynı şey”i bulduğu için sevmiştir…
Ayırdında olmaması “aynı şey”i değiştirmez.
∘∘∘

Ozanlar “aynı şey”in şiirini yazmak peşindedir.
Aradığı “aynı şey”i bulamazsa okur, şiiri sevmez.
∘∘∘

Hedeftir “aynı şey”, dağların ardındaki;
Buram buram fırından yeni çıkmış ekmek kokan:
Anlam…
Her yeni yazı, dağa tırmanan yeni yol, yordam…
∘∘∘

Bin bir yolu olmayan “aynı şey”i, tekrar tekrar yazamazsın.
∘∘∘

Hep “aynı şey”in hikâyesidir dizilerde ev hanımının izlediği:
Oğlan kızı sevecek, mutlu olmak için çırpınacak; kötüler koymayacak, diziler sürecek…
Bilir aslında, o da sevmiş evlenmiş, hiç mutlu olmamıştır!
Olsun, yine de hep “aynı şey”i izler…
Çünkü “aynı şey”i değiştirmek çok fazlasını ister…
∘∘∘

Hikâyeler değişiktir, bakmayın; yazar “aynı şey”i yazar;
Bildiği “aynı şey”i okur, okuyan…
Hep “aynı şey”lerdir bizleri çengelinde sallayan…
∘∘∘

Hep “aynı şey”dir yaşam,
Yalnızlığıyla tanışacak kadar şanslı olanlar için.
∘∘∘

“Aynı şey”e kavuşmak ister,
Değişik şeylerle “renkli yaşamak” sanılan serüven.

∘∘∘






25 Eylül 2019 Çarşamba

Bütünsel Bir Oyundur Hayat





İçinden geldiği gibi savuracak ama savrulmayacaksın…
Oyunu bütünsel oynamanın özü budur.
Bu kısa tanımda “merkez”, gücün, momentumun, dinamizmin motoru hangisidir?  
“İçinden geldiği gibi savurmak mı?” yoksa “savrulmamak mı?”
∘∘∘

Bize nasıl savrulmayacağımızı, nasıl yalpalamayacağımızı öğretir dururlar…
Kendi eğitiminde ne zaman direksiyona geçebilmişsen, gerçek hayatı –oyunun gerçek kurallarını- o zaman öğrenmeye başlarsın...
“Savurma” sözcüğü ancak o zaman söz dağarcığına girmeyi başarır.
∘∘∘

Savurmadan, savrulmamaya çabalamak köleliktir.
∘∘∘

Spor, müzik, edebiyat… hayatın hızlı çekimidir; çünkü içinden geldiği gibi savurmayanları anında dışarı tükürüverir…
Kolay yolu seçersen, “Hayat”tan vazgeçer kendini “gündelik hayata” adarsın…
Gündelik hayat –işin bilincinde olmayanlar için- savurmayı başkalarından öğrenerek ayakta kalma –savrulmama- oyunudur.
∘∘∘

İçinden geldiği gibi savurmak, tek parçalıdır, adım adım öğrenemezsin; sezgilerini, duygularını, sinir sisteminin işaretlerini izleyerek gücünü istediğin yöne boşaltmayı, parçalara ayırarak sindire sindire öğrenme lüksü yoktur.
Olayı yönetilebilir parçalara ayırıp küçük küçük öğreneyim, ardından hepsini uç uca dizerim demenin gerçek hayatta bir karşılığı bulunmuyor.
Parçalara ayırmak bütünü unutturur…
Bütün, hep hayalinizde çakıp durmalıdır; bir an bile kaybederseniz olmadık çıkmazlarda bulursunuz kendinizi.
∘∘∘

Derin uçurumlardan karşıya atlarken, adım adım düşünürseniz tepe taklat dibi boylarsın.
Denize azar azar taş fırlatamazsınız…
Voleybolda smaç vurmak için yükselenleri seyrettin mi?
Bezbolda oyuncunun kaslarının, tam topa vurduğu anda nasıl gerildiğine dikkat ettin mi?
Teniste, servis atmak, backhand –raketin tersiyle-, forehand –raketin düzüyle- raketi sezgilerinin ritmiyle fırlatmak…
Golfde, tek bir hareketle sopayı döndürürken topu kepçeleyip kafandaki imge hedefe kurşun gibi yollamak…
Hepsinde tek ve bütün bir hareket vardır:
İçinden geldiği gibi savurmak
Bütünü parçalara böldükçe savurma yeteneğin yaralanır; aynı hareketi bozmadan yineleyemez olursun…
Parçalayarak içinden gelen sesi susturmuşsundur…
Ayırdına varman uzun yıllarını alabilir…
Üstelik garantisi de yoktur mutlaka sonunda fark edeceğinin.
∘∘∘

Hayatı kendisi öğrenmeli insan;
Yoksa lime lime ufalanır, parçaları –Allah korusun- bir daha yan yana getiremezsiniz;
Özellikle geç kalırsan.
∘∘∘

Yaşam mucize sayılacak bir şanstır canlılara;
İçinden geldiği gibi savurarak ayakta kaldıysan…
∘∘∘






22 Eylül 2019 Pazar

Deli Gömleği





Kültürler hayatı yaşamaya değer yapan büyülerdir.
“Haydi çay demleyelim…” mucizesi böyledir;
“Gel bir kadeh rakı içelim…” de öyle,
“Şimdi bir kadeh kırmızı şarap gider…” de…
Yaşamı sevimli kılan sihirler hepsi.
∘∘∘

Bir kültürün içinde açarım gözümü.
Nasıl yaşanacağını öğretme derdindedir bana çevrem;
Gün olur hoşuma gider gün olur boğulacak olurum…
Kültür dediğin aslında bana bir “deli gömleği” girdirir zamanla öğrenirim.
∘∘∘

Hangi kültürden nefes alıyorum önemlidir;
Ama deli gömleği gibi giyinirsem beni boğacaktır.
∘∘∘

İçimdekini “kültürleştirmek”…
Kolay söylenir, zor yapılır.
Neden?
Çünkü –burasını yavaş okuyun lütfen- “deli gömleğinizi” çıkaramazsınız, izin vermez içine fırlatıldığın kültür…
Çoğu kez gönüllü, aklınla, gönlünle kabullenirsin, acı olan budur.
∘∘∘

Deli gömlekleri rahattır, herkes ve her şey seni destekler…
Ama fabrika ayarların rahat bırakmaz…
Mutsuzluk, aylarca banyo yapamayanların derisindeki tarifsiz bunalım örneği ruhunu kemirir.
Sonunda alışır duyumsamamayı öğrenirsin.
Bunun adı, kusuruma bakmazsan söyleyeceğim, erken ölümdür…
∘∘∘

Şöyle bir bak çevrene;
Deli gömleği giymişleri sayabiliyor musun?
Pek zor değil biliyorsun…
∘∘∘

İyi yapılan her şeyde yırtılmış deli gömlekleri görürsün:
Sanatta, sporda, işte, ahlakta, felsefede, bilimde…
Her toplum -grup, topluluk deli gömleği biçer…
Tükenmiş olanlar, üyeleri çıkarınca gömleğini, biteceklerini sanırlar.
Durum tersidir, deli gömleğiyle artık ayakta kalabilme bile mucizedir.
∘∘∘

Tükenmez tutkum olan “golf” sporunda da meselenin “deli gömleği” olduğunu sanıyorum.
Becerebilirsem youtube’da anlatmaya çalışacağım, deli gömleği çıkarılmadan sopanın bile istediğin gibi savrulamayacağını…
∘∘∘








20 Eylül 2019 Cuma

Hedef Anlamdır






Özel hedefin yoksa, ya anlamsız kalmışsındır boşlukta hissedersin, başlarsın aranmaya…
Ya da Tanrı’nın canlılara biçtiği anlamlarla –doğal hedeflerle- yetinirsin:
Yersin içersin, hoşça vakit geçirmek peşinde dostluklar kurarsın; çocuklarının, torunlarının mürüvvetini beklersin…
∘∘∘

İki yol da aynı düzeyde saygındır.
Öyle diyorsan, hedefin doyurucudur…
Özgürlüğün temel direğidir hedef. Kimse başka hedeflere zorlanamaz…
Sözde böyledir, söylemde böyledir, ama gerçekte nasıl olduğunu gündelik hayatın içinden süzülüp gelen herkes bilir.
∘∘∘

Bunlar işin teorisi.
Gelelim pratiğine:
Hayatın bizim hedeflerimizden haberi yoktur. Umurunda değildir kim ne yapmak istiyor; o bildiği gibi akar.
Ne demektir bu?
Hesapta olmayan birilerinin arada bir bize çelme takma olasılığıdır…
Her tökezlememiz, yeni bir sorun, her yeni sorunun çözümü yeni bir hedeftir bize…
∘∘∘

Kısaca, akan hayat hesapta olmayan hedefler koyar; zoraki hedefler…
Ömrümüzün önemli bir bölümü onların ardından tükenir…
∘∘∘

O halde 3 tür hedefimiz var:
Bir, kendi hedeflerimiz…
İki, Tanrı’nın koyduğu doğal hedefler (istersen evrimin hedefleri diyebilirsin)…
Üç, hayatın zoraki hedefleri…
∘∘∘

“İki” ile “üç”ten kaçamazsın… Üstüne düşünmen gereksiz…
Belki de bunları hedef diye saymak bile pek yerinde değil; herkesin bildiğini, hissettiğini, yaşadığını yinelemek ne işe yarar ki?
O zaman geriye kendi hedeflerimiz kalır…
Ne demek oluyor bu?
∘∘∘

Canlıların ortak hedefleri ve hayatın zoraki hedefleri dışında “kendi hedefiniz” var mı, yok mu?
Varsa, başkalarınınkine benzemeyen hedefleriniz –yaşamdan damıttığınız anlamlarınız- var…
Yalnızlığa yakınsınız biraz… Başkalarının tatmadığı anlamlarınız bulunuyor.
Yoksa, başkalarıyla hedefleriniz ortak…
Daha çok arkadaşlığa, dostluğa, ahbaplığa yakınsınız… Başkalarıyla benzer anlamları tadıyorsunuz…
∘∘∘

Özel hedefiniz kendinize özel tadınızdır;
Yoksa, üzgünüm, hayatınızın tadı kaçmış anlamı buharlaşmıştır; kendinize –özel hedefinize- dönmenin ötesinde hayatın bir anlamı bulunmuyor.
∘∘∘



19 Eylül 2019 Perşembe

Karşı Konulmaz Bıkkınlıklar





Yaşamın kurgusundan sıkıldım…
Bu oyunu bir b.k sanıp illede –böyle- yaşamam gerek diyen –bazen kendim dahil- canlılar,  yoruyor ve bıktırıyor…
∘∘∘

İnsan ya istediğini yaşamalı ya da ne olmalı, bilmiyorum…
En azından bunu düşünmeli…
Bunları hiç düşünmeyenlerden gerçekten sıkıldım…
∘∘∘

Yanlış hayatı doğru yaşamaya çalışan dost, ümitlerimi tüketiyor…
Arkadaş, umut vermiyor…
Yalnızlığıma sığınıyorum ...
Mutlu; ama asosyal oluyorum.
Tekrar tekrar bunları tartışmak gerçekten bıktırıyor…
İnsanlar yanlışı nasıl bu denli sorgusuz kabulleniyor!
Hümaniteye inancım sarsılıyor…
∘∘∘

Bu hayat başka türlü yaşanabilir, bu oyun başka türlü oynanabilir…
Hiçbirini umursamayan pratik insan, gözüme pek üzüntü verici resim veriyor…
Pragmatizmin böylesi midemi kaldırıyor.
∘∘∘

20. yüzyılın –benim gibi- dikey düşünenleri, zamanımızın  yatay düşüncelerine zor uyum sağlıyor..
“Kardeşim, sonuçları işe yarıyorsa bırak her kes istediğini yapsın!”
İşte yatay düşünce bu; her insanın tek başına “dikey” bir organizasyon olduğunu ya kabul ederiz ya da kaybederiz…
Böyle diyor…
İnsanların bu kadar da “zamanlarının bilinçsiz ürünü” olması başımı döndürüyor.
∘∘∘

Bir demet bıkkınlığımı saydım. Fazlasına gereksiz.
Galiba beni sıkan,  hayatı gelişine kabullenen “hümanizm”…
Ama söylemeye dilim varmıyor.
u denli sorgusuz kabulleniyor!
Hümaniteye inancım sarsılıyor…
∘∘∘
  

15 Eylül 2019 Pazar

Karşı Konulmaz Esintiler





Yalnızlığıyla tanışmayan, doğrular ayağına dolansa bakmadan atlayıp geçer.
∘∘∘

Önce dünya ile ardından karşı cinsle, onun ardından da –o da aklını başına toplayabilirsen- yalnızlığınla tanışırsın.
Kader –değiştiremediklerin- sosu dökülmüş tuhaf kurgulu bir yemeğin başındasın…
Yiyeceksin…
Akıl erdiremediğin hüznün fokurdadığı yerdir bu sofra.
Ne sofrayı ne yemekleri görürsün yalnızlığınla tanışmadıkça…
∘∘∘

Yalnızlığın kendindir…
Ne başarıyı, ne parayı, ne sevgiyi ne de sevgiliyi koyabilirsin onun yerine.
Aşk vardır; ama yalnızlığıyla kucaklaşmayı bilirsen…
∘∘∘

Cennetten kovulan insana Tanrı’nın lanetidir, on beşinde cinsellik çekimine düşmek.
Dünyayı ve yalnızlığımı bilmeden cinselliğin gölgesinde avunmaya kalkarım.
Yıllar, yıllar sonra bir yudum yalnızlıkla tanışabilirsem içimdeki boşluğun acısını duyarım.
∘∘∘

Yalnızlık, beynimdeki 100 trilyon sinir bağından seçtiklerimle kendi başıma dans etmemdir.
Yalnızca benim bildiğim sınamalara vurmamdır kendimi…
Sevgiliyle dans ancak bu sınamaların ardından anlamlıdır.
∘∘∘

Kendisiyle halleşmeyen –yalnızlığıyla tanışmayan- başkalarıyla sosyalleşebilir mi?
∘∘∘

Spor ve sanat hayatın hızlı çekimidir.
Yalnızlığıyla baş etmek derdindeki insanların bilinmez yeni dünyalardaki serüvenlerini anlatırlar.
Ya içlerinde oynar ya oynayanları seyredersin.
Niçin keyiflidir oynamak veya seyretmek?
Yaşamın değişmez tek kuralının içinde mayalandığını duyumsarsın:
Beynindeki sargılardan beğendiklerini mancınık yapar, onunla fırlatacak mermi yaratırsın…
Mesele “savrulmadan savurmaktır” mermileri…
İsabet ettirirsen mutlu; savrulursan gülünç olursun…
∘∘∘

Hayatın bundan öte sınaması bulunmaz.
∘∘∘

Mancınık yalnızlığındır.
∘∘∘









8 Eylül 2019 Pazar

Küresel Zamanın Kahramanları





Zaman kahramanlarıyla ruhunu yoğurur.
İçindekilerin “ben” dediği aslında “zamanın ruhudur”.
∘∘∘

1968 köprüsünden geçtim ben;
Pek bir şey anlamadan…
Küresel zamanlardayım şimdi, kahramanlardan utanarak…
∘∘∘

Yarattığı kahramanlar tanımlar zamanı;
Âlim olman gerekmez, gözüne batan kahramanları tartarsın…
Ya sabah kahvaltının engin dinginliğine onları da katarsın;
Veya akşam yudumlayacağın bir kadeh rakıyı onlarsız içebilmek için fellik fellik kaçarsın…
∘∘∘

Zamanın sosyolojisinin pratik “metresi”dir kahramanlarının ağzımızda bıraktığı tat.
∘∘∘

Nadiren çıkar dâhilerden kahramanlar…
Bayılır insanlar günlük kahramanları dâhilere katmaya;
Özentidir bu…
Anlayacaksın…
Önce dâhileri kavrayacaksın:
Büyük yaşar, büyük düşünürler…
Meslek seçmez, iş aramazlar; içlerinden gelen sesle hep bir başına yürürler…
Küçük dünyaların –gündelik hayatların- küçük düşüncelerinde kaybolmuş insanlardan yontmak zordur kahramanları.
∘∘∘

Dâhileri bir kenara koyarsan, geriye iki grup insan kalır kahraman adayı:
Küçük yaşayıp büyük düşünenler,
Ve küçük yaşayıp küçük düşünenler…
Toplumlar, bu iki grubun birinden seçmek zorundadır kahramanlarını…
∘∘∘

500 yıldır piyasa sermaye biriktiriyor.
Aristokrasiyi yerinden eden de piyasa -ve üzerinde temellendiği ulus.
İkinci savaşın sona ermesiyle (1945), piyasa doğrudan egemen oldu dünyaya.
Kahramanları artık piyasa yaratacaktı…
1980’lere dek kahramanlar birinci gruptan (küçük yaşayıp büyük düşünenlerden) çıkıyordu:
Gündelik hayatın didişmeleri arasında boy vermiş olsa bile “hayattan yana” taraftı (belki de taraf olmak zorundaydı) adaylar…
Başka türlüsüne “zaman” uygun değildi…
∘∘∘

Ne zaman ki, 80’lere dayandık, piyasalar öylesine duvara tosladı ki, artık Genel Müdürler CEO’ya (Chief Executive Officer- Baş Uygulayıcı Müdür) dönüştü ve saygın kahraman adayı oldular.
Artık kahraman adayı CEO’ların “büyük düşünmesine” bile gerek yoktu.
Küçük yaşayıp küçük düşünen ve önünü görmekte zorlanan herkes CEO adayıydı.
Yeter ki kâr etsin her şey mübahtı onlar için.
Hayat, doğa, ağaç, toprak, can, canlı tanımıyordu yeni kahramanlar…
∘∘∘

İnsan türünün geleceği, toplumun ana dokusu, bu yırtıcı küçük düşünür vahşilerin tehdidi altında bugün.
Türün sonunu getirebilecekler mi, çok yakında göreceğiz…
Yakında diyorum çünkü bekleyecek pek zamanımız kalmadı!.

∘∘∘