10 Ocak 2016 Pazar

Adamın Hikâyesi




Kahvesini içiyordu, selam vedim, yanına çöktüm. Buyur eden gözlerini benden ayırmadan,
“Merhaba,” dedi. “Kalabalıkların pek ilgisini çekmeyen yazılar yazıyormuşsun. Meraklandım okudum. Benim hikâyemi de dinlemek istersen…”
Atıldım,
Mutlulukla, dedim, hep hoşlandım sizinle sohbet etmekten.
Çay söyledi.
“Öyle bilinmedik olaylar yaşamadım, farklı olarak zaaflarımı ve hatalarımı değerlerim yaptım…”
Sustu. Sonra sürdürdü:
Anlamak istedim dünyayı… Bunun, Gündelik Hayat için nasıl ölümcül  zaaf olduğunu ilerde anlayacaktım. Dünyayı anlama tarzım ise  yanlıştı. Bir zaafı bir hata ile taçlandırmıştım anlayacağın! Üstüne üstlük, bu zaaf-hata kıskacından kurtulmadan hayatın keşfine  çıktım; anlıyor musun budalalığı, suyun üstünde durmayı beceremeden dalgalara karşı yüzmeye çalışıyordum!..”
Anlamamıştım, ama açık etmeden dinledim.
∘∘∘

“Sağduyu, gündelik hayatın genel kabul görmüş tanımıdır. Ben de farkında olmadan bellemiştim bu genellemeleri. İstenen itaat etmemdi. Kabul göreni yapar, ayakta kalmaya uğraşırsınız, bu kadar basittir ortak hayatımız…”
“Dünyayı anlamak istemenin zayıflık olduğunu nasıl çıkardınız?”
“Sağduyuya kafa tutmaya başlayınca arıza çıkıyor da ondan…“
“Nasıl arıza?”
“Hayatınız zora giriyor… Tercihinizi yapacaksınız. Dünyayı anlamaya çalışmak  lükstür ve bedeli vardır; öderseniz özerkliğinizi kazanır bu lükse uzanırsınız.”
“Özerklik?”
“’Ayakta kalıp kalmamak’ diye bir sorununuz olmamasıdır, özerklik…”
“Pek kolay gözükmüyor…”
“Herkes kendisi keşfedecek, beceremezse icat edecek özerkliğe giden yolunu! Yapabildiğiniz şeyler çok basittir, unutmayın…”
∘∘∘

Kafam hâlâ karışıktı.
“Özerkliğe ulaştığınızda hayatınızda ne değişti?” diye sordum.
“Her şey!” deyip çayından bir yudum aldı. “Gündelik Hayat’ı geçmişte bırakıp Hayat’a döndüm yüzümü.  Ayaklarımda pranga olan zaaflarım güçlü silahlarım oldular. Ayakta kalma hedefini terk etmiş -Hayat’ın- bilgelik hedefine yönelmiştim. Sağduyunun benden önce biçilmiş –konfeksiyon-  dünyayı anlama tarzının işine son vermiştim. Dünyaya baktığım pencereyi aydınlattıkça yeni renklerle tanışıyordum.”
“Yani?”
“Artık ‘kendimin yetimi’ değildim, kimseden çekinmeden kendime saygı gösteriyordum. Örneğin kalabalıklar yerine, kitaplarımın yanında olmayı yeğlemeye başlamıştım.
Eskiden de böyleydim, ancak çaktırmadan yapardım.
Şimdi, şu yerici “antisosyal” sıfatını gönül huzuru ile kabulleniyorum, ‘sosyal’ olmaya zorlayarak kendime işkence etmiyorum.”
∘∘∘

Zamana aldırmadığınızı mı söylüyorsunuz?
“Evet! Kendi ruhumu ve zamanın ruhunu önemsediğimi söylüyorum.”
“Niçin yapıyorsunuz bunu?”
“Çünkü zamanın şimdisini yapanlar, benim ruhumla hiç ilgilenmemiş. Onlar herkesi kapsayan üstün hakikatler (!) –evrenseller- peşinde. Ben de ilgilenmesem yetim ruhum hepten öksüz kalacak… Ne yapabilirim?”
∘∘∘

Öpüştük. Yine sohbet edelim, dileklerimizi  paylaştık.
Dediklerini aynen yazdım, yorum sizin…
∘∘∘



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder